Ekonominin direksiyonu Saray’a mı geçiyor?

Ali Koç, Ersin Özince’den gelen jestler, MB Başkan ataması gibi gelişmeler Saray’ın ekonomideki hareket alanının genişlediğini düşündürtebilir. Ancak ekonominin artan kırılganlığı tersine işaret ediyor. Sermaye sınıfının daha fazla inisiyatif aldığı, ekonomi yönetiminin de siyasilerin söylemleri bir yana daha fazla teknokrasiye bırakıldığı bir döneme giriliyor olabilir.

Adile Kaya

Türkiye ekonomisi, 2001 yılından bu yana yaşanan kriz ve sıkışmalardan bankacılık sisteminin sağlamlığı ve kesintisiz para akışıyla çıktı. Bankacılık sistemi geçen yıl, 2001 sonrası en zayıf yılını geçirdi. Düşen kârlılıklar aynı zamanda kaynak girişindeki sıkışmaya işaret ediyor. Zarrab soruşturmasıyla birlikte Halk Bankası üzerinde dolaşan bulutlar, İş Bankası’na yönelik siyasi operasyonla birlikte bankacılık sektörünün taşıdığı, sürekli yeniden yapılandırılan reel sektör riski de düşünüldüğünde önemli ve kısa vadede çok da çözümü olmayan bir kırılganlığın oluştuğu görülüyor.

Yeni Merkez Bankası Başkanı ataması ekonomi yönetiminin tamamen Saray’ın kontrolüne geçtiği anlamına mı geliyor? Bunu söylemek için henüz erken olsa da “piyasalar”ın davranışı daha çok bir tür uzlaşmaya işaret ediyor. Yeni Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya, faizsizlik bankacılık kökenli olmasına ve temel iktisat eğitimi bile bulunmamasına rağmen iç ve dış sermaye çevrelerinde çok sakin karşılandı, hatta olumlu etki yarattı. Saray’ın “dili”nden de anlayan, ama yeterliliği tartışmalı olsa bile Merkez Bankası bürokrasisi içinden sayılabilecek bir isim atanmış olması bir etken olmakla birlikte özellikle yabancılar açısından görünmeyen güvencelerin de varlığından söz etmek mümkün.

Çetinkaya’nın en azından Yiğit Bulut, Cemil Ertem gibi Saray danışmanlarına kıyasla daha orta yolcu bir seçenek olduğu söylenebilir. Ancak “piyasalara” güven veren Başçı giderken Erdoğan’ın da daha fazla “Saray’dan bildirmekle” yetineceği, ekonomi bürokrasisinin koridorlarında top sektirmeyeceğine ilişkin alınan ya da verilen kimi taahhütler olabilir. Çetinkaya’nın teknik yetersizliği yeni rol dağılımında bir avantaj oluşturabilir. Erdoğan ve MB arasında Çetinkaya ile birlikte düşecek gerilim, Merkez Bankası para politikasını daha az “siyasi” bir başlığa çevirebilir. Ki sermaye çevrelerini de fazlasıyla rahatlatır. (Yabancı analistlerin ilk değerlendirmelerinden biri Türkiye tahvil piyasasına giriş yapılabileceği oldu.)

ERDOĞAN'A EL Mİ UZATIYORLAR?
AKP iktidarının 2002’den bu yana en az sürpriz yaptığı başlığın ekonomi yönetimi olduğunu da hatırlamak gerekiyor. Nitekim “hedefteki banka” İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince bunu geçtiğimiz hafta verdiği bir röportajda dile getirdi: “İş Bankası, 2001 sonrasında bugünkü İş Bankası olmuştur. Sayın Erdoğan döneminde bankanın piyasa değeri 25 milyar doları bile görmüştür. İş yapmamız köklü şekilde AK Parti ve Erdoğan döneminde güçlendi. Özellikle Şişecam Grubumuz yurtiçi ve yurtdışı yatırımlarında hükümetlerimizin sürekli desteğini gördük ve görüyoruz. Sayın Erdoğan birçok tesisimizin açılışını bizzat yapmıştır.”

Özince röportajın bütününde belki de geçmiş 7-8 yılın en “yapıcı” üslubunu kullanışıyla dikkat çekiyor. Keza Reza Zarrab’ın yakalanması sonrası, Erdoğan’ın ABD ziyareti öncesi artan eleştirilere Koç grubunun kalkan oluşunda da mesafenin biraz daha kapatıldığını ya da markajın artırıldığını görmek mümkün.

Sermaye sınıfı Erdoğan’a el mi uzatıyor? Mesele bu kadar basit görünmüyor. Daha ziyade bir inisiyatif alma hamlesinden söz edilebilir. En azından birkaç yıl daha bölgedeki ve dünyadaki çalkantıların süreceği açıkken, ekonomide kolay kurtuluş reçetesinin bulunmadığı ve sermayenin mevcut kazanımlarının korunabilmesi için daha teknokratik bir yaklaşımın inşasına soyunma girişimi olarak da okumak mümkün.

Erdoğan ve etrafındakilerin faiz popülizmi, “milli ekonomi” retoriği vb söylemlerinde değişiklik olmasını beklemek için bir neden yok. Ancak TÜSİAD’ın bile “CHP’li gibi konuşuyor” dediği Mehmet Şimşek hâlâ kabinede “yabancıların güvendiği” isim olarak duruyor. Merkez Bankası Başkanlığı “faizsiz bankacılık”tan gelme bir isme emanet edilse bile Başçı’nın baskın tarzının ardından MB teknokrasisinin daha gürültüsüz bir şekilde fazlasıyla uluslararası dengeler ve Türkiye’nin sıcak para bağımlılığı ekseninde şekillenen dar para politikası seçenek seti içinde daha rahat hareket edeceği bir dönem görülebilir.

Türkiye burjuvazisi için 2009 sonrası, AKP dönemi kazanımların üzerine çok büyük yeni eklerin gelmediği ama kazanımları korumak için ek çaba harcamayı da gerektirmeyen bir dönem oldu. Elbette tüm yandaş sermaye kayırmaları, ekonomi yönetimine müdahaleler ve çeşitli operasyonlarına rağmen AKP iktidarının fazlasıyla sermaye dostu olması bunu kolaylaştırdı. Ancak önümüzdeki dönem uluslararası ve bölgesel belirsizliklere ek olarak Erdoğan’ın varlığı diye özetlenebilecek bir risk faktörüyle birlikte kazanımların korunmasını önemli bir başlık haline getiriyor. Yapısal dönüşüm, reform başlıklarının gündemdeki ağırlığının artacağı, ekonomide sermaye sınıfı ile yeni bir uyum hattını oluşturma çabalarının yoğunlaşacağı bir dönemden söz edilebilir.

 


* Boyun Eğme dergisinin 28. sayısında yayımlanmıştır.