Ne Don Quijote Ne Don Juan: Bir Anti Kahraman Olarak G

John Berger

G.

Metis Yayınları, 2008, 362 s.

Görme Biçimleri kitabıyla 1978 yılında Türkiye kültür, sanat ve siyaset ortamına bomba gibi düşmüştü John Berger. Bir yazarın aynı anda hem Marksist hem de sanat eleştirmeni olması okurun garibine gidiyordu. O tarihten itibaren Berger’in Türkiyeli okurları durmaksızın arttı. Buna rağmen sanat eleştirisi dışında ürün verdiği diğer alanların yeterli anlamda tartışma ortamı yaratmamış olması da bir o kadar düşündürücü. Tomris Uyar’ın usta işi çevirisiyle Türkçe’de ilk basımı 1982’de gerçekleşen, 1965’ten 1971’e yazımı altı yıl süren ve Booker Ödülü’nü 1972’de alan G. isimli romanı da bu genellemeden ayrı tutulamaz.

Anlatının kahramanı G. İtalyan bir meyve şekerlemecisi tüccarı ve İngiliz bir dul kadının zengin oğludur. Okur onunla kendisi doğmadan önce tanıştırılır ve hikaye G.’nin başından geçen, görünüşte rastsal olaylarla akar. Başından geçenler “gaip” bir üçüncü kişi tarafından bize aktarılır. Berger burada hikaye anlatımında açıkça nesnel bir tutum almanın yanlışlığının farkındadır. Dolayısıyla satırlar arasında kah anlatıcının kendi sesini kah adlandırılmamış ve bilinmeyen bir başka karakterin sesini duyarız. Kafka’nın K.’sini anımsatan bir edayla G. adını koyar baş kahramanına Berger ve sosyal mevkisini görünürde etkilemeyen gayrı meşruluğuna bir göndermede bulunur kitap boyunca. G. sefih bir hayat sürer sanat meraklısıdır. Romanın doğrusal olmayan anlatısı onu, tasarlanmış sefil durumlarda resmederken vicdansız fetihlerle yataklarına girdiği kadınlar (akrabaları dahil) ve Avrupa tarihinin önemli olaylarına olan ilgisizliği G.’yi başta dekadansın pikaresk bir figürü olarak gösterir. İtalyan toplumundaki radikallik, Güney Afrika’daki Boer’ler, Alpler üzerinden gerçekleşen ilk uçuş, Balkanlar’daki Birinci Dünya Savaşı’nı tetikleyen milliyetçi kalkışmalar G.’nin vaktinden önce olgunlaşmış ve kadınları baştan çıkaran erkekliğiyle at başı gider. Buna rağmen G. modern bir Don Juan olarak albeniden yoksundur. Roman boyunca olur olmaz araya giren ve her şeyi bilen anlatıcı cinsellik, aşk ve arzu üzerine düşünceleriyle 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başındaki tuzağa düşürülen ve özgürleştirilen kadın ve erkekleri bu albeniden yoksun Don Juan aracılığıyla şu şekilde anlatmaya çalışır:

“Kadın olarak doğmak, bağışlanmış, sınırlı, bir ortama erkeğin gözetimi altında doğmak demekti. Kadının varlığı işte böyle bir vesayet altında, kısıtlı bir hücrede yaşama becerisinin tortusu halinde gelişiyordu. Bu hücreyi varlığıyla donatırdı kendisine daha hoş görünmesi için değil, başkalarını da içeriye çelmek umuduyla.” (s. 172)

G.’nin sınıf bilincine olan yolculuğu yaşlı kıtanın düzeninin de nasıl altüst olduğunun resmini çizer. Milan’daki 1898 işçi ayaklanmaları G.’nin kişisel yaşamının dönüm noktalarından biridir. Berger’in 1898’deki işçi katliamını betimlemeyi reddetmesiyle G.’nin yaşamında yeni bir sahne açılır, çünkü anlatımın durduğu yerde aslında gerçeklikten daha fazlasına razı olunuyordur.

“Gelgelelim başka etkileri de var fırtınanın: Korkan yalnızca köylü hizmetçi değil ki. Milano’da yasaları ve düzeni korumakla sorumlu olanlar da birdenbire patlayan bir fırtınayla baş edilemeyeceğini anımsadılar. Gökte beliren ama alanı alttan aydınlatıyormuş izlenimi veren şimşeklerde, uzak dağlarla yakın yapılar arasında yankılanan gökgürültülerinde, seslerin karşı konmaz gücünde, elektrikli gerilimin yarattığı çılgın kargaşada, işçi nüfusunun ayaklanan hayaletini gördüler bir kere. Gün boyunca iki işçiyle bir polis öldürülmüş. Fırtına dindikten sonra da o hayalet, gündelik gerçekleri bastırarak devleşiyor. Düzeni koruyan güçler, hem de zaman yitirmeden: Biraz önce dinen doğal fırtınada zararsız bir simgesini gördükleri ihtilal fırtınası ancak böylelikle geçiştirilebilir. Takip eden günlerde kıyıma girişileceği kesin.” (s. 79)

G.’nin kadınlarla olan ilişkilerinde Berger’in düşünme pratikleri ve kurmaca karışımı rahatça ele vermez kendisini. Yazarın G. ile arasına koyduğu mesafe okurun kadın karakterlerden mesafeli durmasına yol açar. G.’nin aşıkları basmakalıp baştan çıkarma, ilişki ve ayrılma sahneleri olmadan aniden gelir ve geçerler gözlerimizin önünden. Cinsel birleşmeler ise daha çok parçalara ayrılmış, anlık betimlemelerle verilir. Anlatının sonu bir tarafa koyulursa okurun payına düşen G.’nin aşk hayatından öyküsel parçalar, tarihsel ve siyasal kısa denemeler ve dönemin hem burjuvazi hem işçi sınıfı bakış açısından bir muhasebesidir.

“Tarih dediğimiz, baştan sona çağdaş tarihtir: Sözcüğün beylik anlamında değil elbet, o anlamda çağdaş tarih, yakınca bir geçmişin tarihidir, ben daha dar anlamında kullanıyorum sözcüğü: kişinin, bir iş yaparken onun bilincinde olması anlamında. Bu açıdan bakıldığında tarih, yaşayan bilincin kendini tanımasıdır. Çünkü tarihçinin irdelediği olaylar uzak bir geçmişte yaşanmış olsalar bile, tarihteki yerlerini almaları tarihçinin zihninde titreşmeleri sayesinde olur.” (s. 68)

Romanın sonuna doğru G.’nin uyanışı ayyuka çıkar. Birinci Dünya Savaşı’nda Trieste’de önünden geçip gitmekte olan ayaklanmış halkı kayıtsızlık içinde ve küçümseyen bir bakış açısıyla izlemek yerine ayaklanmanın ortasına atılır. Bu eylemi neredeyse ölümüyle sonuçlanır (Berger, G.’yi öldürmeyi okura bırakır).

“Kim bilir belki de ölüm , bütün göndermelerin – dolayısıyla ayırt edilirliğin – yok olduğu bir noktaya dek kendi kendini şaşırtan katmerli bir şaşırtmacadır çıkageldiğinde.” (s. 357)

Berger bu rahatsız edici, güçlü ve huzursuz edici bir şekilde çizilmiş dünyaya adım atarak romansı mit’ten arındırmak ister. Bunun yerine bize kurmacanın ve dolayısıyla yaşamın 100 yıl önce bir toplumun bağrından nasıl çıktığını gösterir. Yüksek bir zekanın ürünü olan deneyselliği ve bilinçli olarak yapılmış, biçemsel dozu yüksek kurgusuna rağmen roman fiziksel dünyaya demir atmıştır. Aslına bakılırsa G. en çok kayıp bir dünyanın görme, duyma ve koku almaya dair hünerli betimlemeleriyle akılda kalır. Romanın kendisi zengin ve keyif veren bir okuma deneyiminin yanında okura, hayranlık verici ve kışkırtıcı bir entelektüel meydan okumadır.

KAYA TOKMAKÇIOĞLU