Avustralya kapısındakiler

1972 yılında Avustralya’ya göç eden yazar Gündoğdu Gencer, burada yaşayan Türk toplumunu şöyle özetliyor: Avustralya başbakanının kim olduğunu bilmiyorlar, ama Türkiye’de biri aksırsa “çok yaşa” diyorlar.

1944 yılında Antakya’da doğan Gündoğdu Gencer, 1965’te ODTÜ Mimarlık Bölümü’nü bitirdi. ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü kurucularından olan Gencer, ODTÜ oyuncularıyla tiyatro çalışmaları da yürüttü. TİP üyesi olarak 1965 seçimlerinde görev aldı. İlk oyununu 1964’te yazdı ve oyunlarıyla birçok ödül kazandı. 1967’de Ankara Deneme Sahnesi’nde oyuncu, yönetmen, dramaturg ve çevirmen olarak çalışmaya başladı. 12 Mart darbesinin ardından Avustralya’ya göç ederek Sydney’e yerleşti. İngilizce şiirleri çeşitli dergi ve antolojilerde yer alan Gencer, bir yandan yazmaya, bir yandan da Türkçe ve İngilizce oyunlar yönetmeye devam ediyor. Gencer ile Avustralya ve burada yaşayan Türkler üzerine sohbet ettik.

Avustralya’ya göç ne zaman ve neden başladı?
Buradaki Türkiyeli toplumun 40 küsur yıllık bir geçmişi var. 60’lı yıllarda başlıyor buraya göç ve ilk gelenler vasıfsız işçi olarak geliyor. Ben gelirken mesela, üniversite mezunu olduğumu saklayarak geldim, çünkü üniversite mezunlarını kabul etmiyorlardı. Fabrikada vasıfsız işçiye ihtiyaçları vardı. Onu istediler ve göç başladı.

Önceleri herkes, “burada üç-beş sene kalırız, milyoner olur geri döneriz” hayaliyle geldi. Biraz para biriktirip Türkiye’ye gidenler oldu, ama sonrasında gerisin geriye döndüler. Bir süre sonra, çocukları burada yetişip, iyice uyum sağladıktan sonra geri dönmeleri daha da zorlaştı. Bir kısmı çocuklarını, Türkçeyi kaybetmesin, kültürünü kaybetmesin diye Türkiye’ye akrabalarına yolladı. Çocuklar allak bullak oldu tabii. Burada yetişen çocuklar, anne-baba İngilizce konuşamadığı için büyük kopukluk yaşadılar. Çoğu Türkçeyi doğru düzgün konuşamayacak durumdaydı. Yani arada kalan bir kuşak oldu burada. Çocukların birçoğu sistem içinde kayboldu. İstisnaları vardır elbet bunun, ama genel görünüm bu oldu.

Son 10 yıldır nitelikli göçmen almaya başladı Avustralya. Çünkü fabrikaların çoğu kapandı, Çin’e taşındı. Burada pek fabrika işçisine ihtiyaç kalmadı. Sanayi Avustralya dışına taşındı. Buradaki işçiye verdiği ücretin onda birini Çin’deki işçiye veriyor adam.

Avustralya’nın önemli doğal kaynakları var ve demir cevheri, kömür ve yün sayesinde hâlâ ayakta duruyor. İmalat sektöründe bir şey kalmadı. Servis sektörü gelişiyor. Ama eğitimden çok iyi para kazanıyor Avustralya. Yabancı öğrencilerden büyük paralar kazanıyor. Sanırım Avustralya’nın ikinci veya üçüncü büyük gelir kaynağı yabancı öğrenciler.

Burada yabancı öğrenciler çok düşük ücretlere çaşıyor sanırım. Saati 5 dolara çalışan Hintli öğrenciler var. Bir yandan geldikleri okullara çok yüksek para yatırıyorlar bir yandan da gece gündüz çalışıyorlar.
Evet. Örneğin bir süre önce Hintli öğrencilere saldırılmıştı ve bu büyük olay oldu. Hintli öğrencileri kaybedersek büyük zararımız olacak diye düşündüler. Bu Avustralya dışına her şeyin taşınması sadece burada olan bir şey değil, her yerde var. Ben buraya 70’lerde geldim. Geldiğimizde beğeneceğiniz doğru dürüst ayakkabı bulamıyordunuz, ama bulacağınız ayakkabı sağlamdı ve pahalıydı. Ayakkabı sektöründe çalışan binlerce kişi vardı. Giyim sanayi yine aynı şekilde. Ama en son modayı bulamıyordunuz burada. Şimdi karşılaştırdığınızda, o zamanki fiyatın onda birine ayakkabı, giyim eşyası alabiliyorsunuz. Ama bunlar artık Avustralya’da üretilmiyor, hepsi Çin’den geliyor. Bunun iyi-kötü tarafı tartışılır ama gerçeklik bu.

Bir de gelenler çok ağır işlerde, fabrikalarda çalıştılar ve birçoğu iş kazası geçirdi. Burada “worker’s compensation” dedikleri şey bu. Birçoğu gerçekten ciddi bir şekilde sakatlandı ve büyük tazminatlar aldı. Birçoğu da, ne güzel avanta diyerek bunu kullandılar. Auburn’da öyle bir hikaye vardı. Adama çarpmış araba, oradakiler de yardıma koşuyorlar, kaldıralım adamı, yardım edelim diye. “Dokunmayın dokunmayın” diyor adam, ambulans çağırın. Niye, çünkü sigortadan para alacak. Bu Türkler arasında değil sadece, ilk Yunanlar başladı. Bizim Türkler uyandılar, onlar da girdiler işin içine. Sonra Araplar girdi. Fakat ondan sonra yasalar değişti. Şimdi en büyük sakatlıktan bile öyle büyük paralar alamıyor kimse.

Burada yine ilk geldiğimizde sistem güven üzerine kuruluydu. Mesela bankaya gidiyordunuz, benim adım şu adresim bu, bana hesap aç diyordunuz açıyordu. Şimdi 99 tane kimlik istiyorlar. Birçok kişi farklı isimlerde bunu kullandığı için. Avustralya’daki sistem de buna tepki olarak değişmeye başladı. Şimdi bir sürü kimlik aranıyor.

Eskiden iş bulma kurumuna gidiyordunuz. İki sayfalık bir form vardı. Dolduruyordunuz. İşsizlik paranız bağlanıyordu. Şimdi 40 sayfalık oldu bu form. Kaynananızın göbek adını bile soruyorlar.

Fethullah’ın buradaki faaliyetlerine dair bilgi verebilir misiniz?
Burada Şule Koleji diye bir kolej var. Fethullahçıların. Dinle-minle uzaktan yakından ilgisi olmayanlar bile çocuklarını oraya gönderiyorlar. Adının iyi eğitim veren kuruma çıkmasının nedeni, öğrenciyi baştan seçerek alması. Zaten iyi öğrencileri kabul ediyor ve o zaman sonuç da iyi oluyor. İlan ediyorlar mesela, “üniversite giriş sınavlarında bizim öğrencilerimiz bu kadar iyiydi” diye.

Bu bir yöntem herhalde, örneğin Türkiye’de de fakir öğrencileri topluyorlar.
Fethullah faaliyet içinde burada. Türkiyelilerin dışındaki diğer Müslüman gruplardan da destek var Gülen hareketine. Bir konferans düzenlenmişti burada ve konuşanların hepsi Türk değildi ama hepsi Fethullahçıydı. Saidi Nursi diyorlar oturup kalkıp. Çok dikkatli ve son derece uygar hareket ediyorlar.

Hükümet ile araları nasıl?
Avustralya tarihinde şöyle bir şey var. Buraya ilk yerleşenler İngilizler. Ondan sonra büyük bir İrlandalı göçü oluyor, İrlanda’nın yoksul kesiminden buraya geliyorlar. İrlanda’nın yoksul kesimi de Katolikler. İngilizler Anglikan ve sistem Anglikanların elinde. Katolikler uzun bir süre ayrıma uğruyor burada ve buna karşı koyabilmek için Katolik okulları kuruluyor. Bunu kuranlar da İrlandalı Katolikler. Hükümet devlet okullarına tahsisat verirken aynı zamanda Katolik okullarına da para veriyor. Şimdi Katolik okullarına para verilince, diğer din temelli okullar da istiyorlar ve buna da hayır denemiyor. Bu yüzden, özel okullar burada devlet yardımı alıyor. Fethullah’ın okulları da alıyor. Yaklaşımları çok farklı… O yüzden de bir sürü insan kazanıyorlar. Fethullahçılar çok okuyor mesela. Adam Marks’tan giriyor, Said-i Nursi’den çıkıyor.

Avustralya hükümetinden biraz bahsedersek, hangi ülkelerle ilişkileri var? Nasıl bir yönetim biçimi var?
İkinci Dünya Savaşı’na kadar İngiltere ne derse Avustralya onu yapıyordu. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nda Japonlar buraya kadar geldiler ve Darwin Limanı’nı bombaladılar. İngiltere kılını kıpırdatmadı. ABD, Avustralya’nın savunmasına koştu. Onda sonra bağlar güçlendi. Bu politik yönden böyle. Avustralya’nın en büyük ticareti Çin ile. Yakın geçmişe kadar Japonya’ydı bir numara. Şimdi Çin onun yerini aldı. Ama Japonya yine ilk sıralarda. Ticaret politikayı da etkiliyor. Kevin Rudd gayet akıcı bir şekilde Çince konuşan bir başbakan. Gidiyor Çinliler’in toplantısında kendi dilleri ile konuşuyor. Dışişlerinden gelme ve Çince öğrenmiş.

Çok ilginç şeyler oluyor. Mesela 1972’de burada 23 senelik Liberal Parti yönetiminden sonra ilk kez İşçi Partisi (İP) başa geldi. Üç sene dayandı. Ve devrilmesinin nedeni de, o zamanki enerji bakanının “madenleri kamulaştıracağız” demesi. Bir sürü skandal yaratıldı ve hükümet devrildi. Ondan sonra liberal hükümet geldi, ama aşırı sağcı ya da tutucu bir hükümet değildi.

1982-1983’te İşçi Partisi’nin başında aklı başında bir adam vardı. Bu Medibank (sağlık sigortası) sistemini getiren insandı ve o zamana kadar böyle bir sağlık sigortası yoktu. 1974-1975’te gelmişti. 1983 öncesinde Bill Heiden İşçi Partisi’nin başındaydı. Gerçekten solda sağlam ve polislikten gelme bir adamdı. O sırada buradaki İşçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Bob Hawke diye bir adamdı. Bob Hawke’ı Amerika gözüne kestirdi. Amerika’ya alıp eğitti. Ve seçimlerdem 6 ay önce -ki adam milletvekili bile değildi- bir liderlik oylaması oldu. Bill Heiden devrildi, Bob Hawke başkan oldu. 6 ay sonra seçimleri kazandı ve başbakan oldu ve bütün bu özelleştirmeler onun döneminde başladı. Bu İşçi Partisi Başbakanı. Ondan sonra da ipin ucu kaçtı. Ben o zaman İşçi Partisi’ne üyeydim. O zaman oy verme kağıtları dağıtmıştık, Bob Hawke’a oy verin diye. Benim en utandığım şeydir.

Burada sol hareket çok zayıf, bunun nedenlerini açar mısınız? Bir de sendikaların sol hareketten daha güçlü olma nedeni ne?
Burada İP aslında üç parti. Üç parti bir arada İP çatısı altında. Bir sağ kanat var, bir sol kanat var, bir de orta kanat var. Mesela İP seçimleri kazandığı zaman bu üç kanadın temsilcisi bir araya geliyor, bakanlıkları paylaşıyorlar. Tam bir koalisyon gibi. İP içinde şimdiki Savunma Bakanı John Faulkner sol kanatta. Kevin Rudd sağ kanatta. Başbakan Yardımcısı Julia Gillard sol kanatta. Yani öyle bir denge var İP içinde. 1940’larda 50’lerde Komünist Partisi burada çok güçlüymüş. Ama McCarthy döneminde onları bir güzel halletmişler.

Bundan önceki başbakan John Howard, sendikaları yok etme girişiminde bulundu ve büyük ölçüde de başarılı oldu. Toplusözleşme yerine bireysel sözleşme getirdi. “Otur kendin işverenle konuş, sendikanın aldığından daha fazla da alabilirsin” dedi. WorkChoices diye bir kanun getirdi. Ve sendikalar büyük ölçüde destek kaybetti bu yüzden. Çünkü insanlar “Ben sendika ile niye uğraşayım. Toplusözleşme zaten geçerli olmuyor. Bireysel sözleşme geçerli” diye düşündü.

Bu hükümetin 2007’de başa gelebilmesi ise bu WorkChoices’ı kaldıracağız demesiyle oldu. Ve o yasa kalktı. Sendikalar biraz daha toparlanmaya başlıyor şimdi. İP’nin içindeki milletvekillerinin büyük bir çoğunluğunun geçmişinde sendika var zaten. Julia Gillard daha önce sendika avukatı olan bir kadın. Birçoğu sendika temsilciliğinden oraya gelme. Ve bu son seçimlerden önce sendikalar İP’ye büyük destek verdi bu WorkChoices’ı kaldıracak diye. Umarım sendikalar eski gücüne kavuşur.

Peki sizce Avustralya’nın nasıl bir geleceği var? Hem Türk toplumu için, hem genel olarak Avustralya halkı için?
Türk toplumundan genel olarak söz etmeye pek olanak yok. Sydney’deki Türk toplumunu tanıyorum ben daha çok tabii. Ama Melbourne’da daha çok var. Sydney’de üç-dört ayrı kesim var. Bir kesim genellikle Auburn civarında yaşayan, birinci kuşak ve onların çocukları. Hâlâ ancak bakkaldan ekmek ve süt alacak kadar ingilizce konuşan, o yüzden Auburn’dan ayrılmak istemeyenler ve diğerleri dinci kesim. Cami olduğu için orada yaşamak kolay. İkinci bir kesim, son on yıldır gelen profesyonel kesim. “Bizim Türk toplumu ile bir ilgimiz yok” deyip, her şeyin uzağında duran bir kesim. Bir de ikisinin arasında olan bir kesim var.

Ben herhalde o kesimdeyim. Özellikle Auburn’da oturmamayı seçtim, ama benim oturduğum Blacktown bölgesi de Kürtlerin en yoğun oturduğu bölge. Örneğin Öcalan’ın yakalanmasının ardından burada birisi kendini yakmıştı. Yani Türkiye’deki bütün gelişmeler buraya da yansıyor. Öcalan’ın görüşme notları internet yoluyla anında geliyor buraya. Bir yandan acı bir şey aslında. Bu sivrileşme olana kadar, kimse “Sen Türk müsün, Kürt müsün?” diye bir şey sormazdı burada. Kürt gidip Türk bakkaldan alışveriş etmiyor.

Diğer önemli bir nokta da Türk dizileri. Herkesin evinde uydu var ve Türkiye’deki bütün dizileri takip ediyorlar. Çok acı bir şey.