LIBOR Skandalı: Piyasalar bildiğiniz gibi…

İngiliz mali tekeli Barclays başta olmak üzere çok sayıda dev bankanın, uluslararası piyasalarda borçlanma maliyetlerini belirleyen LIBOR'u manipüle ettikleri ortaya çıktı. Aslında kapitalizmin tekelci aşamasıyla ilgili herkesin bildiği yalın gerçekler ise “skandal” gürültüsünün arasında kayboldu.

Robert Edward “Bob” Diamond Jr. 4 Temmuz günü İngiliz parlamentosu araştırma komisyonu tarafından üç saat boyunca sorguya çekildi. Amerikalı bankacı 1997’den beri İngiltere’nin en büyük mali tekellerinden bir tanesi olan Barclays’in yönetim kurulunda yer alıyor, 2011’den bu yana da grubun yönetim kurulu başkanlığını yapıyordu. Diamond, Barclays’e katılmadan önce Morgan Stanley ve Credit Suisse gibi başka büyük mali tekellerde çalışmıştı. Barclays’de göreve başlamasıyla bu 300 yıllık köşe başı bankasının dünyanın sayılı mali tekellerinden birisine dönüşmesine katkıda bulundu. Bob Diamond, basına “LIBOR skandalı” olarak yansıyan olayın açığa çıkmasının ardından görevinden istifa etti.

Kapitalizmin büyük bunalımı başladığından bu yana bankacıları parlamento komisyonları tarafından sorguya çekilirken görmeye alıştık denilebilir. Sorguya çekiliyor, mevcut görevlerinden istifa ediyor, ardından başka tekellerde yeni görevlerine başlıyorlar. İş değiştirmek zorunda kalmak ve sorgulamalarda ter dökmek oluyor onların cezası… Piyasa tanrısı öz evlatlarının kanını olmasa da zaman zaman terini akıtarak ferahlıyor.

Burada bir insani trajediden söz etmek mümkün değil. Esas trajediyi piyasa havarilerinin “küçük oyunları”nın işsizliğe ve sefalete sürüklediği yığınlar yaşıyor. Onlar da, “işte sizi bu adam (ya da bazen bu kadın) mahvetti” denilerek önlerine atılan birkaç parlak çocuğun komisyonlar tarafından sıkıştırılmasıyla rahatlatılıyor, birkaç “vah vah” ve “boynu altında kalasıca” türünden bedduayla iş kapanmış sayılıyor. Piyasa tanrısı koca göbeğini kaşırken, gazetelerden okuyoruz: İşte yeni skandal!

Bir bankacının not defterinden…
Londra Bankalar Arası Faiz Haddi (LIBOR), hali hazırda 18 banka tarafından 15 vade ve 10 farklı para birimi için günlük olarak belirlenen bir oran. Evet, yalnızca bir oran ama piyasanın "altın sayılarından" bir tanesi… Özellikle üç aylık dolar cinsinden LIBOR, bir bankanın o gün saat 11’de başka bankalardan üç aylığına dolar cinsinden borçlanmak için ödemeye razı olduğu faiz oranını belirtiyor. Yani bu oran, bankaların borçlanma maliyetlerini ifade eden en temel göstergelerden bir tanesi.

Bugün itibarıyla, 18 banka her gün saat 11’de ödemeye hazır oldukları faiz oranını açıklıyorlar en yüksek oranı veren 4 banka (yüzde 25) ile en düşük oranı veren dört banka (yüzde 25) çıkartılıyor geriye kalanların ortalaması alınıyor ve o günün LIBOR’u ilan ediliyor. Her gün tek tek bu 18 bankanın ödemeye razı oldukları faiz oranları ile sonuç olarak çıkan ortalama, yani LIBOR açıklanıyor. Bu sayı, bütün dünyada bankaların faiz oranlarının, şirketlerin ve şahısların borçlanma maliyetlerinin, hisse senedi fiyatlarının vs. oluşumunda etkili oluyor.

Peki, bir bankacının ya da bir borsa simsarının not defterinde önümüzdeki hafta açıklanacak LIBOR’un ne olacağının not edildiğini görürseniz ne düşünürsünüz?

Ortada bir “skandal” olduğunu ve bu 18 bankanın, hepsi olmasa bile, büyük bir kısmının hileli bir oyun oynadıklarını düşünebilirsiniz örneğin…

Peki, aynı bankacının not defterinde bu bankaları denetlemekle yükümlü kurumun en tepesindeki isimlerden bir tanesinin “son zamanlarda faiz oranlarınız çok yüksek, bu yukarıda tedirginlik yaratıyor” gibi bir not okursanız ne düşünürsünüz?

Bankaları denetlemesi gereken kurumun ve iktidarın da bu skandalın bir parçası olduğunu düşünebilirsiniz örneğin.

Ama bunların hepsinin ötesinde, dünya çapında dolaşan trilyonlarca doların, borç alan ve borç veren milyonlarca kurum ve kişinin akıbetini 18 bankanın tayin etmesinin başlı başına bir skandal olduğunu da düşünmeniz gerekir. Ve devletle mali tekellerin hiç değilse son yüz yıldır iç içe geçmiş olduklarını da… Bunları düşünebilirsiniz, ama anaakım medyada sadece yukarıdaki “skandalları” okuyabilirsiniz. O da sümen altı edilemeyecek kadar göze batmaya başladığında.

Medyanın anlattığı skandal
Medyanın anlattığı “LIBOR skandalı” şu: Haziran ayının sonunda Barclays ile ABD ve İngiltere’deki regülatörleri arasında yapılan bir anlaşmanın belgeleri arasında Barclays çalışanlarının (ve bazı başka bankaların da) son beş yıldır LIBOR’u manipüle ettikleri görülüyor. Müfettişler LIBOR ve ABD, Kanada, İsviçre ve Japonya’daki benzer oranların belirlenmesine hile karışıp karışmadığını araştırıyorlar. Karıştığını buluyorlar. LIBOR’un hileli olduğu ile ilgili iddiaların araştırıldığı çeşitli teftişlerde 20 civarında büyük bankanın adı geçiyor. Citigroup, Deutsche Bank, HSBC, JP Morgan Chase, RBS, UBS, ICAP incelemeye alınan bazıları…

Regülatörler tarafından tekel için çerez parası sayılabilecek, 290 milyon pound (450 milyon dolar), bir cezaya çarptırılan Barclays’in yaptığı hile ise iki türlü: Birincisi, Barclays’le çalışan türev araçları simsarları ve bankaların, türev araçlarından elde ettikleri kârları artırmak ya da zararlarını azaltmak üzere LIBOR’u etkilemeye çalışmış olmaları. Barclays’in LIBOR’un ne olacağını belirlemesi bir yana, nihai orana bindelik bir etkide bile bulunması günlük olarak milyonlarca dolar anlamına geliyor. Örneğin 2007’de Barclays’in faiz oranlarındaki olağan hareketlerden elde ettiği günlük kazanç (ya da kayıp) 40 milyon dolar düzeyindeydi. Sorguya çekilen mali tekelin yönetim kurulu başkanı Bob Diamond’ın personeline “çoğu gün, faiz oranını manipüle etmemiz için hiçbir istek gelmiyor” dediği bir not da gündeme geldi. The Economist dergisi bu ifade için “bu, zina yapan bir adamın eşine çoğunlukla sadık kaldığını söylemesine benziyor” diyor.

İkinci hile türü ise Barclays’in ve daha başka pek çok bankanın da, bankalarının borçlanma maliyetleri konusunda hiç değilse son iki yıldır yanlış bilgi vermeleri ve maliyetleri kasıtlı olarak düşük göstermeleri. LIBOR’u belirleyen topluluk içindeki bankaların hemen hemen hepsinin normal şartlarda vermeleri gereken orandan 30-40 baz puan daha düşük tahminler ilettikleri belirtiliyor. 2007 ortalarında başlayan büyük bunalımla birlikte bankaların birbirlerine kredi vermeyi neredeyse tamamen kestikleri biliniyor. Bu durumda LIBOR’un belirlenmesine temel olabilecek veriler de bir hayli azalıyor ve bankalar açıkladıkları oranlarla borçlanma maliyetlerini düşük göstererek bilançolarının olduğundan daha iyi durumda bulunduğu yanılsamasını yaratıyorlar. Hiç değilse son iki yıldır birbirleriyle anlaşan bankalar, topluca birbirlerinin bilançolarının makyajlanmasına yardımcı oluyorlar özet olarak.

Barclays bu süre boyunca diğerlerinden genellikle daha yüksek oranlar bildiriyor, ama bu oran da gerçekte bildirmesi gerekenin en az 30-40 puan altında oluyor. Bob Diamond'ın sorgusunda, İngiltere merkez bankasının (Bank of England) üst düzey bir yöneticisiyle (Paul Tucker), yaptığı telefon görüşmesi gündeme geliyor. Tucker, Diamond’a Barclays’in verdiği oranların yüksek olmasının Whitehall’da, yani İngiliz hükümeti nezdinde, endişe yarattığını söylüyor. Ertesi gün Barclays daha düşük bir teklif veriyor.

Sadece LIBOR mu?
Yapılan çeşitli teftişlerde buna benzer manipülasyonların diğer uluslararası faiz oranlarının belirlenmesinde de söz konusu olduğu yönünde bulgular ortaya çıktı. Örneğin İsviçre rekabet kurumunun şubat ayında yaptığı soruşturmada İsviçre menşeli bir banka olan UBS’nin, başka iki İsviçre bankası ve on yabancı mali aracı kurumla birlikte LIBOR ve TIBOR’u (Tokyo Bankalar Arası Faiz Haddi) manipüle etmeye çalıştığı tespit edildi.

Geçtiğimiz ekimde Avrupa Komisyonu’nun yaptığı bir başka incelemede ise EURIBOR’u (bankalar arası Euro cinsi faiz oranı) manipüle eden bankaların ofisleri basıldı.

Herkes herkesin kurdu
LIBOR skandalının gündeme getirdiği bir başka “piyasa gerçeği” de herkesin herkesin kurdu olması. Barclays’den LIBOR cinsinden borçlananlar milyon dolarlık tazminat davaları açmaya hazırlanıyorlar. The Economist’e demeç veren bir bankacı “Bu bankaların tütün anı” diyor. ABD’de 1998’de tazminat davalarında 200 milyar dolar ödemek zorunda kalan tütün tekellerini kastediyor.

Dahası, örneğin vadeli faiz oranı takası ile yerel bir bankaya borçlanan bir Avustralyalı şirketin de Amerikan ya da İngiliz bankalarına dava açıp açamayacağı bir tartışma konusu. Kısacası herkes herkesin kurdu piyasanın mantığı bunu söylüyor.

Her şey istikrar için…
“Mali tekeller üzerinde hiç mi denetim yok? Nihayetinde cezaya çarptırılmışlar ya” denilebilir. Mali sermaye ile devletin bütünleşmiş olduğunu unutursak tabi…

Merkez bankaları ve düzenleyici kuruluşların tercihi ne olacak? Öyle ya da böyle milyonlarca insanın kredi kartlarına, kullandıkları ihtiyaç kredisine vs. yansıyan bu ayak oyunlarını sonuna kadar soruşturmak ve sorumlulardan hesap sormak mı? Ancak bu hesaplaşmanın ucu piyasanın kendisine gider. Onlar “istikrar için bir yerde durmak gerek” diyecek, reformdan bahsedecek ve “batmak için çok büyük” bankaların kasalarını doldurmaya devam edecekler.

(soL – Ekonomi)