Tartışılan Mısır mı, Türkiye mi?

Mısır’daki halk isyanının gelmiş olduğu nokta üzerinden Batı basınında “Türkiye modeli” tartışmaları başlatıldı. Türkiye basınında da özellikle yandaş köşe yazarlarının iştahla katıldıkları bu tartışmada konu Mısır’ın geleceğinden ziyade Türkiye’nin siyasi olarak neye benzediği ve “benzemesi gerektiği”…

Emperyalist güçlerin Mısır’da ordu, Müslüman Kardeşler ve Mübarek rejiminden arta kalanlar arasında sağlanan uzlaşmaya dayalı yeni bir rejim kurulmasını zorladığı giderek belirginlik kazanırken, Batı basınında bu sürecin kolaylaştırılması adına sık sık “Türkiye modeli” tartışılmaya başlandı. Bu tartışmalarda ortaya konan görüşler, dün Hüsnü Mübarek'in istifası ve ardından iktidarı Yüksek Askeri Konsey'in devralmasından sonra daha çarpıcı hale geldi.

Son ve etkili örneklerinden bir tanesini 5 Şubat’ta New York Times yazarı Landon Thomas Jr.’nin kaleme aldığı “Türkiye modeli” tartışmasının dikkat çekici boyutu, konunun Mısır’dan ziyade Türkiye’nin siyasi dönüşümü üzerinde odaklanması. Thomas’ın “Bazıları Türkiye Örneğinde Mısır İçin Yol Haritası Görüyor” başlığını taşıyan makalesinde “model”den kastedilenin, İslam, demokrasi ve canlı ekonomi sacayaklarına dayanan bir rejim inşası olduğu ifade ediliyor. Bu üç payandaya dayanan bir rejimin Ortadoğu için halen hayal olduğu, ancak bölgedeki hiçbir ülkenin Türkiye kadar bunu başarmaya yakın olmadığı belirtiliyor. Thomas, “Türkiye modeli” fikrinin yeni olmadığını ifade ederken, Barack Obama’nın Nisan 2009’da Türkiye’ye yaptığı ziyarette ülkeyi “Ortadoğu için bir model” olarak nitelediğini hatırlatıyor.

Yeni olmayan bu modelin neden tekrar tartışmaya açıldığı sorusuna verilen yanıtlardan bir tanesi ise, Mısır ordusunun 12 Eylül darbesini gerçekleştiren Türk ordusu örneğini izleyerek, piyasacı ve Batı’yla dost bir rejimin inşası için yolu açtıktan sonra siyaset sahnesinden çekilmesi önerisi. Başka bir ifadeyle Thomas, Mısır ordusuna 12 Eylül benzeri bir darbe yapmasını öneriyor. Thomas, “Analistler, Mısır ordusunun Bay Mübarek’in egemenliğinden ayrılmanın garantörü olma rolünü oynaması muhtemel göründüğü için, yeni siyasi partilerin kurulması, sıfırdan bir anayasa yazılması ve sonunda ordunun bir kenara çekilip demokratik sürecin önünü açması (bu ne kadar zor olursa olsun) konusunda Türkiye’nin bir model olarak alınabileceğini öne sürüyorlar – bu özelliklerin hepsi Türk ordusunun 1980 darbesinden bu yana yaptıklarında görülmektedir” diye yazıyor.

Washington Institute for Near East Policy analisti Soner Çağaptay’ın 12 Eylül’e referansla “Türkiye’de ordu kendi olanaklarına aşırı güvenmedi” ve “Türkiye’de İslamcı partilerin göreli olarak ılımlı hale gelmesi ordu sayesinde oldu” sözlerine de yer verilen makalede, Jerusalem Center for Public Affairs analisti ve Binyamin Netanyahu’nun eski danışmanlarından Dore Gold’un, “AKP ile Müslüman Kardeşler arasında önemli ölçüde ideolojik uyum söz konusu. Bu dikkatle izlenmesi gereken bir husus” ifadeleri de aktarılıyor.

Thomas’ın görüşlerini aktardığı Soner Çağaptay ise 2 Şubat’ta Jerusalem Post gazetesine yazdığı “Mısır İçin Türkiye Modeli mi?” başlıklı makalede şunları söylüyor: “Mısır’ın Hüsnü Mübarek sonrası döneme geçişi (…)‘Türk modeli’ demokrasi inşasına olan ilgiyi canlandırdı.” Çağaptay bunları söyledikten sonra “model”i şu biçimde tanımlıyor: “Ordunun geçiş sürecinde istikrar kazandırıcı bir rol oynadığı, İslamcı partilerin ise siyasi katılım sayesinde ılımlı hale geldikleri” bir model…

Çağaptay, “Türkiye modeli”nin Mısır’daki en güçlü iktidar adayı Müslüman Kardeşler’in “ılımlılaştırılması” için yararlı olacağı yönündeki görüşlerini ise AKP deneyimi üzerinden aktarıyor: “[Müslüman] Kardeşler laik liberal demokrasiyi kucaklayarak ve ABD ve Batı’ya karşı dostça bir tavrı benimseyerek, tıpkı AKP gibi ılımlı bir çizgiye yerleşir mi? Türkiye’nin AKP’yle olan deneyiminin makul olduğu görülmüştür. Ancak bu deneyim aynı zamanda böyle bir ılımlılaşmanın yalnızca İslamcılar buna gönüllü oldukları için değil, bu hareket üzerinde güçlü bir denetim ve denge sağlanmasından da kaynaklandığını göstermektedir. Örneğin Türk İslamcıları ılımlı bir çizgiye yerleşmeye, Amerika ve Avrupa karşıtı söylemlerinden uzaklaşmaya ve laik demokrasiyi tanımaya ancak ülkenin Anayasa Mahkemesi 1998’de İslamcı Refah Partisi’ni ve 2001’de onun halefi Fazilet Partisi’ni kapattıktan sonra karar vermiştir.”

Yandaş yazarlar darbe çağrısından neden söz etmiyor?
Batı basınında “Türkiye modeli” tartışması açıkça Mısır’da ordunun rejim değişimini emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yönetmesi çağrısı yaparken, AKP yandaşları konunun bu boyutuna hiç değinmeyerek, bölgede Türkiye’nin ne kadar önemli hale geldiği iddiası üzerinden böbürlenmekle meşguller. Bu konuda başı çeken, “yeni Osmanlıcılık” tilmizi Cengiz Çandar dünkü köşesinde şunları yazıyor: “Bundan bir yıl önce bu zamanlar, hangi Amerikan gazetesini açsanız, hangi Amerikan siyasi dergisine baksanız, ‘Türkiye’de eksen kayması’ tartışmalarına rastlardınız. Yazıların altında ya da üstündeki imzalara baktığınızda, ‘İsrailperest’ yazarlar dikkati çekerdi. Böylelerine aynı dalga boyundaki ‘Türkler’ de destek veriyordu. Şimdilerde hangi Batılı ya da Arap ya da Müslüman dünya yayın organına bir göz atsanız, ‘Türkiye Modeli’ sözcükleri dikkati çekiyor. Mısır’da demokrasi susuzluğuyla meydana gelen ‘halk infilakı’ birdenbire Türkiye’yi ‘eksen kayması’ nedeniyle değil, izlenebilecek bir ‘örnek model’ olarak uluslararası gündeme bir kez daha getirdi.”

Çandar, Batı basınında Mısır’a örnek gösterilenin 12 Eylül faşizmi sonrasında İslamcı hareketin, Amerikancılığın ve piyasacılığın önünü alabildiğine açan politikalar olduğundan hiç söz etmiyor. “İsrailperestlere” karşı ucuz kahramanlık yapan Çandar, örneğin yaz aylarında İsrail’le yaşanan gerilimde “alçak koltuk krizi”nin mimarı Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Ayalon’un da “Türkiye modeli”nden söz ettiğini anmıyor. Ayalon da, Washington Post yazarı Jennifer Rubin’in aktarımına göre, “Daha az ideal fakat yaşanabilir seçenek ise 2011 yılının Türkiye’si gibi olacaktır: Daha İslamcı, daha az Batı yanlısı, ama İsrail’in yıkımına odaklanmayan, Batı’yla güçlü bağları olan bir ülke” diyerek, “Türkiye modeli”ni savunuyor.

Hürriyet yazarı Sedat Ergin de “Türkiye modeli” tartışmasıyla ayranı kabaranlar arasında yer aldı. Ergin, 9 Şubat tarihli köşe yazısına “Önce Tunus, ardından Mısır’da patlak veren krizler, Türkiye’nin Batı’nın gözünde Ortadoğu için cazip, eşsiz bir model olduğu yolundaki algıyı daha da pekiştirmiştir” cümlesiyle başlıyor. Ergin’e göre Türkiye’yi “model yapan” özellikler, Batılı örgütlere üye olması, büyüyen dinamik ekonomisi, işleyen demokrasisi ve kuvvetli Müslüman kimliğiyle tanınan bir siyasi kadronun iş başında olması… Başka bir ifadeyle Ergin’in “Türkiye modeli”nin ayırt edici özelliği AKP’nin iktidarda olması… Zira Türkiye’nin, örneğin NATO üyesi olmasının, Afganistan’da açık, Irak’ta zımni işgal destekçiliği yapmasının Arap halkları nezdinde ne tür bir çekicilik yarattığı hayli tartışmalı. Ama hükümetin mukaddesatı kuvvetli başının Mısır halkı da dahil, bölge halklarının sempatisini kazanmak konusunda bir hayli çabaladığı biliniyor. Ergin’e göre bu “Türkiye’yi model yapan” ve korunması gereken bir nitelik...

“AKP modeli”nin yılmaz savunucusu Cengiz Çandar, bir başka yazısında bu modelin alternatifinin sadece İran ve Pakistan olabileceğini iddia ederek, ABD’yi güçlendirecek tek alternatifin AKP (Türkiye) modeli olduğunu savunuyor. Bir kez daha tartışma konusu “Türkiye”, daha doğrusu AKP Türkiyesi’nin bölgedeki misyonu oluyor.

Aynı noktaya vurgu yapan bir diğer köşe yazarı, Soli Özel, 9 Şubat tarihli yazısını şu cümlelerle bitirmiş: “ABD el yordamıyla ve çelişkiler içinde kalarak da olsa, Ortadoğu’daki yeni dinamikleri gözetecek bir siyaset arayışı içinde gibi. Buradaki tartışmalardan İran’la savaş seçeneğinin kısa dönemde gündemde olmadığına da kanaat getirdim. Bu bağlamda Türk-Amerikan ilişkilerinde hayli ilginç ve verimli bir dönemin başlayabileceğini de söyleyebiliriz.”

Herkesin “modeli” farklı
Batı medyasının “Türkiye modeli” açıkça Mısır ordusuna görev yüklenmesi, Müslüman Kardeşler’in AKP tarzı bir ılımlı İslam hareketine dönüştürülmesi ve yeni rejim inşasında rol oynaması kurgusuna dayanıyor. Emperyalizmin belirlediği bu doğrultuyu gören Müslüman Kardeşler’in önemli figürleri, Türkiye’ye değil, ama AKP’ye referansla bu rolü oynayabilecekleri mesajı veriyorlar. Örneğin hareketin liderlerinden Eşref Abdülgaffar TRT Haber’e verdiği mülakatta, “Türkiye bize en yakın model, ama demokratik olan her ülkeden, İngiltere’den, Almanya’dan, Fransa’dan da örnek alacağız” diyor ve Mısır’daki süreçle ilgili “şu ana kadar yapılan en olumlu, güzel açıklamalar Erdoğan’dan geldi” diye ekliyor. Ne Batı’yla ne de İsrail’le ilişkilerde radikal bir dönüşüm istemediklerini ifade eden Abdülgaffar’ın bu yönelimi anlattığı demecinde Erdoğan’ı anması manidar.

Öte yandan yandaş basının kalemşorlarının “Türkiye modeli” tartışmalarında Mısır’da halk hareketinin ezilmesi ya da sönümlendirilmesi, ordunun bu süreçte aktif rol alması ve ılımlı İslamcı bir hareketin “AKP modeli” üzerinden kalıba dökülmesi gibi boyutları tamamen göz ardı etmeleri dikkat çekiyor. Yandaş basın, konuyu böbürlenme ve “AKP’nin başarısı”na çekerek, Batı medyasında bir yandan darbe çağrıları yapılmasına, diğer yandan Türkiye’yi ve Mısır’ı da içeren bölgenin emperyalizmin çıkarları doğrultusunda nasıl yeniden yapılandırılacağının ana gündem olmasına kulaklarını tıkamayı tercih ediyorlar.
(soL-Haber Merkezi)