Libya bitti... sıra kimde?

Libya'da Kaddafi'nin devrilmesinden sonra ABD emperyalizmi açısından sıranın kime geldiği sorusu önemli.

"Arap Baharı"nın Türkiye ve dünya solunun önemli bir kesiminde dahi kafa karışıklığına yol açan rüzgarı, ABD'nin NATO aracını devreye soktuğu Libya örneğinde, Kaddafi'nin linç görüntüleriyle birlikte tersten esmeye başladı. Kaddafi'nin linç edildiği vahşet görüntülerinin medyada bu denli rahat sergilenmesinin, ABD emperyalizminin tüm dünyaya geçtiği kanlı bir mesaj olduğu görüşü ağırlık kazanmaya başlarken, Libya'yı bundan sonra nasıl bir gelecek beklediği de tartışılmaya başladı.

Fakat emperyalizmin Libya'da kazandığı başarının, Libya'nın geleceğinden çok, sıranın hangi ülke veya ülkelere gelmekte olduğuna işaret ettiğine ilişkin sorular da artmaya başladı. Başta Ortadoğu'da Suriye, İran ve Yemen olmak üzere, saldırganlığın yeni araç ve yöntemlerle Afrika'ya ve hatta ABD emperyalizminin arka bahçesi olarak nitelenegelen Latin Amerika'nın sol iktidarlar tarafından yönetilen ülkelerinden Venezuela, Bolivya gibi ülkelere yöneleceği görüşleri, şimdiden ağırlık kazanmaya başladı. ABD ile yarım yüzyılı aşan mücadelesinde dünya halklarına umut olmuş Küba ise, şimdilik dillendirilemiyor.

Libya zaferi, Afrika'da yeni müdahaleler için "ilham" verdi

ABD emperyalizminin Afrika işgal planları ile ilgili haberimiz için: "Emperyalizm işte budur!"

Kaddafi'nin tutunduğu son yer olan Sirte'de vahşice öldürülmesi, emperyalizmin kazandığı çoktandır belli olan Libya zaferinde son fırça darbesi oldu. Oysa zafer, ABD Kongresi'nde çoktan yeni kararlar için "ilham" vermişti bile.

ABD'nin Afrika İşlerinden Sorumlu Dış İlişkiler Alt Komite Başkanı senatör Chris Coons, Kaddafi'nin öldürüldüğü gün verdiği bir birifingte, Başkan Obama'nın Demokratlar ve Cumhuriyetçiler tarafından desteklenen Afrika'ya 100 ABD muharip birliği gönderilmesi kararında, Libya zaferinin verdiği "ilham"ın etkili olduğunu açıkça dile getirdi.

Obama geçtiğimiz hafta, muharip birliklerin, Uganda'daki "Lord's Resistance Army (LRA) adlı Hıristiyan örgütünün liderlerini ele geçirmek ve örgütle savaşmak" gerekçesiyle, Uganda'da görev yapan bölgesel kuvvetlere destek amaçlı gönderileceğini, Uganda'da ABD askerlerinin konuşlandırılmasının ayrıca ABD ulusal güvenlik ve dış politikasını ilgilendirdiğini söylemiş, ABD'nin diğer işgal ve askeri müdahalelerdeki söylemini tekrarlamıştı.

Kuzey Uganda merkezli, ancak dört farklı ülkeye yayılmış LRA'nın az sayıda Hristiyan köktencisinden ibaret olduğu bilinirken, örgütün ağır silah bulundurmadığını ve ABD için ulusal bir güvenlik tehdidi oluşturamayacağı şöyle dursun, Uganda'nın Museveni hükümeti üzerinde bile istikrarsızlık yaratamayacağı, konunun, Afrika'daki petrol ve maden kaynakları üzerinde bir paylaşım savaşı olduğu biliniyor.

Uganda'dan Güney Sudan'a, Orta Afrika Cumhuriyeti'ne ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ne kadar uzanan petrol ve yeraltı kaynakları hattı üzerinden Afrika'da ABD'nin öncüsü olacağı bir emperyalist işgal planı olduğu çok açık.

Ortadoğu... Suriye ve İran hedefte
ABD'nin 2012 Başkanlık seçimleri nedeniyle büyük bir rekabete girişmiş Demokratlar ve Cumhuriyetçileri ortak kararlar almak için teşvik eden Libya zaferi kadar, Libya'dan sonra sırası gelmesi beklenen ülkelerin liderlerine ve halklarına korku salmak için kullanılan Kaddafi'nin linç edilmesi görüntüleri de ABD'den şuursuz açıklamalar gelmesine sebep oldu.

2008 Başkanlık seçimlerinde Obama'nın karşısında yarışan Cumhuriyetçi senatör John McCain, Kaddafi'nin ölümüyle birlikte, "bu bahar sadece Arap Baharı değil. Beşar Esad dahil olmak üzere dünyanın tüm diktatörlerinin, hatta belki de Putin, ve Çin'in bazı yöneticilerinin de endişelenmesi gerekiyor. Bu ülkeler, Libya'da ayaklanan halka bizim yardım eli uzattığımızı gördü" dedi. Açıklamayı sadece kendileri açısından yorumlayan Rus yöneticiler, "senatör çok yoruldu", "McCain, kafasındaki hamamböcekleri ile ünlü", ve nihayet "ABD'nin tutumunu yansıttığını düşünmüyoruz" deseler de, McCain'in işaret ettiği Suriye'nin, ABD emperyalizminin öncelikli hedefi olmaya devam ettiği bir sır değil.

Zira, Suriye'ye yaptırım öngören taslağın gündem olduğu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısında, ABD'nin Suriye'ye müdahalesinin uluslararası ilk adımı anlamındaki yaptırımların geçmesini veto ederek engelleyen de, Çin ile birlikte Rusya idi.

Libya müdahalesinin ABD ve İngiltere ile birlikte ortaklarından olan Fransa'da liberal basının Kaddafi'nin linç edilmesi görüntülerini yayınlanmasına yönelik eleştirileri, "devrim bir gala yemeği değildir" sözüyle karşılaması, Arap Baharı olarak adlandırılan gelişmeleri, emperyalizmin işgal gerekçelerinin bazı eklerle güncellenmesi olarak yorumlamak mümkün.

Önce "haydut" bir devlet yaratarak bu ülkeyi hedef haline getirmek, ardından o ülkedeki yerel "isyancılar"ı "özgürlük savaşçısı" ilan ederek desteklemek, uluslararası insan hakları örgütlerini ve medyayı kullanarak sivillere yönelik insan hakları ihlallerini gündeme getirmek ve sivilleri korumak bahanesiyle BM yaptırımlarını devreye sokmak, kendi istihbarat teşkilatlarını ve silahlarını "isyancılar"a destek olarak devreye sokmak ve nihayet kendi askerlerini devreye sokarak işgal sürecini başlatmak, ardından tümüyle emperyalizmin denetimine girmiş kukla yönetimler oluşturmak, bu modelin adımları. "Arap Baharı" ile gelen ekler ise, tüm bu gelişmelerin fitilini ateşleyeni, o ülkelerdeki halkın "devrimci" ayaklanması olarak adlandırmak... Tunus, Mısır ve nihayet Libya'da olduğu gibi, Suriye ve İran'da da uzun zamandır yürütülmeye çalışılmakta olan model de bu...

Ya Latin Amerika'nın solcu iktidarları: Venezuela, Bolivya, Küba...

ABD'nin "halk hareketleri"ni "nasıl desteklediği ile ilgili haberimiz için: "ABD'den gençliğe "devrimci" destek!"

Geçmişte darbeler, faşist diktatörlükler yoluyla müdahale ettiği Latin Amerika'daki devrimlere ve halkçı iktidarlara bugün farklı araçlarla müdahale etmeyi sürdüren ABD'nin, "Arap Baharı" ve Libya zaferini Latin Amerika ile taçlandırmaya çalışacağı şimdiden tartışılmaya başlandı.

Özellikle de Mısır'ın Tahrir Meydanı'ndaki halk gösterilerinin tek itici gücü ilan edilen "twitter devrimciliği"ni selamlayan, siyasi kalkışmaların yeni biçimlerine olmadık olumluluklar biçen Türkiye ve dünya solunun göremediği, benzer bir sürecin, Latin Amerika'nın solcu iktidarlar tarafından yönetilen ülkelerinde başgöstermesi durumunda, emperyalist müdahaleye ortak olacakları idi.

Önce Sovyetler yakın geçmişte de Latin Amerika'nın solcu iktidarları ile oportünist bir bağ kuran Muammer Kaddafi ile ilişkileri ve Libya'daki gelişmelere karşı tavırları nedeniyle, Venezuela, Bolivya ve Küba aleyhinde Batı medyasında gözlenen "eleştirel" havanın, Latin Amerika'nın solcu ülkelerinde "twitter devrimleri" başlatmaya evrilebileceği öngörüsü Tahrir ile de başlamadı.

Bu ülkelerdeki karşı-devrimcilerin internet yayıncılığı faaliyetlerine oldukça büyük bir bütçe ayıran ABD'nin, şimdiye dek etkili bir "halk hareketi" başlatamaması, başta Küba olmak üzere, halk desteği bulamamasında yatıyordu. Küba devriminin lideri Fidel Castro'ya yönelik sayısız suikast girişimi de, Küba halkının ve dünya ilericiliğinin sosyalist iktidara yaygın desteği nedeniyle, "başka bir çare" arayışındaki ABD'nin ürünü idi.

(soL - Dış Haberler)