Ekim Devrimi'ni Yapanlar ve Yıkanlar

Ekim Devrimi, insanlığın adil ve özgür bir dünya özleminin ifadesiydi. Büyük atılımlara sahne olan bu süreç, 1990'larda kesintiye uğratıldığından bu yana yaşananlar, sosyalizmin tek umut olduğunu kanıtlıyor.

Kapitalizmin barbarlığına son verilebileceğini kanıtlayan 1917 Ekim Devrimi'nin yıldönümünde, bu devrimin ve onun en önemli sonucu olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin insanlık için ne anlama geldiğini, 1991'de bu ülkeyi yıkanların ise neyi yıktıklarını hatırlatmak istedik.

Savaş ve Barış
Sovyetler Birliği, kuruluşundan çözülüşüne kadar dünyadaki önemli güç dengelerine müdahale ederek dünyanın daha barışçıl olmasına hizmet etti. Kuruluşuyla I. Dünya Savaşı’nı sona erdirmiş, 1940’larda dünyayı Hitler faşizminden korumuş ve onlarca ülkenin özgürleşmesine dolaylı ya da doğrudan katkıda bulunmuştu. Sovyetler Birliği’nin varlığı onlarca yıl boyunca, emperyalist ülkelerin diğer ülkelere yönelik saldırganlığını dizginleyen en önemli faktör olmuş, birçok ülke bu sayede bağımsız politikalar izleyebilmişti. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere çoğu uluslararası örgüt, bu mücadelenin bir zemini olarak değerlendirildi.

Sovyetler Birliği'nin çözülüşü belki bu yüzden en çok dünya halkları için bir kabus anlamına geldi. ABD başta olmak üzere emperyalist ülkelerin savaş ilan etmediği tek bir coğrafya kalmadı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra ilk defa Avrupa halkları kendi kıtalarında savaşa tanık oldu, Irak ve Afganistan işgal edildi. Onlarca ülke milliyetçiliğin körüklenmesi ile iç savaş dehşetini yaşadı ve bölündü. Savaşlara tanık olmama şansına sahip ender ülkeler ise emperyalist yayılmacılık karşısında uydu devletlere dönüştü.

Aydınlanmadan cehalete
Devrimden hemen sonra, 1919’da Lenin’in öncülük ettiği okuma-yazma seferberliği kararıyla büyük bir aydınlanma hamlesi başlatıldı. Çoğunluğunu genç komünistlerin oluşturduğu binlerce gönüllü, köylere kadar giderek milyonlarca kişiyi temel eğitim programlarına aldı. 1926’da nüfusun sadece yüzde 56’sı okuma-yazma biliyorken, bu oran 1937’ye gelindiğinde yüzde 75’e ulaştı. 1980’lere gelindiğinde okur yazarlık seviyesi yüzde 99’lardaydı.

Devrimin ilk yıllarıyla beraber zorunlu eğitime geçildi, toplumun her kesimine eşit ve parasız eğitim hakkı ve buna bağlı olarak iş güvencesi tanındı. 1980’lerin sonunda nüfusun yüzde 92’si ortaokul mezunuydu ve yüzde 11’i üniversite eğitimi almıştı. Bu, yaklaşık 150 milyon nüfusu olan bir ülkede 15 milyona yakın üniversite mezunu anlamına geliyordu.

Sovyetler Birliği’nin kuruluşunda çok önemli bir yer tutan eğitim alanı, karşı devrimle beraber ilk saldırılan alanlardan biri oldu.

Önce okullar kapatıldı, ilk birkaç yılda toplam okul sayısının üçte birini oluşturan 20 bin okul ödenek yetersizliği ve bakımsızlık gibi sebepler öne sürülerek kapatıldı. Öncesinde belli bir ölçeğin üzerindeki her kamusal işletme kendi çalışanlarına barınma, eğitim gibi haklar sunmakla yükümlüyken, çözülüşle birlikte toplumsal çıkar işletme çıkarlarının arkasına itildi bu işletmelerin finanse ettiği okullar bir masraf kalemi olarak görüldü ve kapatılan okul sayısı yukarıda bahsedilen rakamlara ulaştı.

1990’larda, öğrenciler ve aileleri paralı eğitim gerçeğiyle ilk defa tanıştılar ve yüksek öğrenim için harç ödemeye başladılar. Bu eğitimin eşitlik ilkesine vurulan önemli darbelerden biri oldu, üniversite eğitimi varlıklı ailelerin çocuklarına tanınan bir ayrıcalığa dönüştü.

İşçilerin devletinden şirketlerin kölelerine
Sovyetler Birliği, piyasanın gizli eline inat planlı ekonominin mümkün olduğunu kanıtlayan, merkezi planlamayı ilk uygulayan devlet oldu. Sonrasında Türkiye’ye de model olan 5 yıllık kalkınma planları ile insanlık, kapitalist ekonominin yıkıcı ve kaotik yapısından kurtulmanın mümkün olduğu gerçeği ile tanıştı.

Devrim öncesinde yüzde 80'i köylü olan bir toplum, sonrasında birçok roman ve filme konu olmuş GOELRO gibi dev kalkınma ve planlama hamleleriyle 20. yüzyılın ikinci yarısında dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden birini hayata geçirmiştir.

1990'lara damgasını vuran en önemli saldırılar bu yüzden, merkezi planlamanın ortadan kaldırılmasına dönük oldu, iktisadi yaşamda toplumsal fayda terk edilerek şirket çıkarları öncelik aldı. Sovyetler Birliği gibi büyük bir ülkede kapitalizmin hayata geçirilmesi ancak yıkımla olabileceğinden çok ciddi bir saldırı başlatıldı, 1990 - 1995 arası ülkenin gayri safi milli hasılası yüzde 50 oranında düştü, yok edildi. 1929 Büyük Buhranı'nda ABD'nin yaşadığından daha büyük olan bu yıkım, merkezi planlamada her biri önemli yere sahip sayısız işletmenin üretim dışı bırakılması anlamına geldi. Ukrayna, Moldovya gibi ülkeler halen 1989'a göre daha fakirken, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya yıkımın şiddetiyle ve uygulanan vergi politikalarıyla batı ekonomilerindendaha kapitalist olarak adlandırılmaya başlandı.

Yüzde 98'i sendikalı olan Sovyet işçileri, işsizliğin ne demek olduğunu bu dönemde yaşadı. 1990'ların ortasında ülke genelinde yüzde 8 olan işsizlik oranı, sektörlere göre bazı bölgelerde yüzde 15'lere yaklaştı. Nüfusun yüzde 31'ini oluşturan 46 milyon kişi, 1990'ların ilk yarısında yoksulluk sınırının altında yaşıyordu. Sovyetler Birliği zamanında uzmanlaşmış işçi nüfusu dolayısıyla bazı örneklerde tarımsal istihdam sorunları yaşanırken, çözülüş bu işçilerin çalışan nüfusun parçası olmaktan çıkartılması ve kırsal bölgelere göç etmesi anlanıma geldi. Emeklilik gibi sosyal hakların fiilen ortadan kaldırılması ve eğitimin lüks haline gelmesi, daha önce çalışmayan bir nüfusu fiilen köle haline getirdi. 1992'de çalışan her 1000 kişiden 771'i çalıştırılmaması gereken yaş aralığındaydı.