AB'ye verilen "Barış Nobel'i" tesadüf mü?

Nobel Barış Ödülü, "barışa olan katkıları" gerekçesiyle Avrupa Birliği'ne verilirken, ekonomik ve siyasi krizler nedeniyle sallanan birliğe "barış" makyajı yapılmaya çalışılmış oldu. Nobel ödülünün tarihi de, AB'ye verilen ödülün çok da şaşırtıcı olmadığını gösteriyor.

ABD Başkanı seçildikten tam bir yıl sonra 2009'da Barack Obama'ya verilen ve ABD'nin kirli savaş politikalarının devamının geleceğinden kuşku duymayıp bunda haklı çıkan dünya halklarının tepkisini çeken Nobel Barış Ödülü'ne bu yıl Avrupa Birliği (AB) layık görüldü. Aradan 2 yıl geçtikten sonra Nobel Barış Ödülü'nin bu kez de, her şeyden çok emperyalizmi ve savaşı temsil eden AB'ye verilmesi, artık albenisi kalmamış, en önemli özelliği olarak sunulan her bir başlıkta ikiyüzlülüğü ortaya çıkmış AB projesinin yeniden parlatılması niyetinin göstergesi oldu.

Seçici Komite adına açıklama yapan Norveç eski Başbakanı Thorbjoern Jagland, 2012 Nobel Barış Ödülü'nün AB'ye verilmesi gerekçesini, "AB'nin 60 yılı aşkın süredir Avrupa'da insan haklarına, demokrasiye ve barışa olan katkıları" olarak açıklarken, AB'nin İkinci Dünya Savaşı sonrası en başarılı "Barış Projesi" olduğunu söyledi.

"Barış Projesi" olduğu iddia edilen AB'nin Nobel Barış Ödülü'ne değer görüldüğü gün AB'nin resmi internet sitesinde İspanya'da kabul edilen kemer sıkma politikalarının, Yunanistan'da Alman Başbakanı Angela Merkel'in ziyaretini ve bütçe kısıtlamalarını protesto etmek için için sokaklara dökülen Yunan halkına uygulanan polis terörüne ilişkin haberlerin yer alması, ortadaki ironinin de önemli bir kanıtı oldu. AB'de özellikle son döneme damgasını vuran ekonomik krizin işsizlik oranlarının daha önce hiç olmadığı kadar yükselmesine, krizden çıkışın kemer sıkma politikalarıyla emekçi kesimlerin sırtına yüklenmesinin Avrupa genelinde yaygın protestolara neden olmasına rağmen, ABD'nin saldırgan savaş stratejilerinin de ortağı olan AB'ye verilen ödül, halk düşmanı politikaların onayı anlamına geldi.

AB işte bunlar için ödüllendiriliyor
2010 yılında Yunanistan'da patlak veren ve ardından İrlanda, Portekiz, İspanya, İtalya ve son olarak Güney Kıbrıs'a yayılarak şiddetlenen ekonomik kriz bir yandan AB sermayesi için ölüm-kalım savaşına dönüşürken, diğer yandan da sermaye ile emekçi sınıflar arasındaki mücadeleyi kızıştırdı. Asıl olarak 2008 yılından bu yana devam eden kriz, AB'nin geleceği için de ciddi bir tehdit oluşturuyor. Geçtiğimiz Haziran ayında gerçekleştirilen AB Liderler Zirvesi'nde alınan 120 milyar euro kaynak aktararak batan bankaları kurtarma kararı ise, sermayenin yol açtığı krizi çözmek için devlet bütçelerinden bankalara aktarılan kaynaklar ile yine sermayenin kurtarılmaya çalışıldığını belgelemiş, birliğin halkların değil sermaye sınıflarının birliği olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı.

İnsan hakları ve demokrasi kadar laikliğin de kalesi olarak gösterilmeye çalışılan AB'nin gerici mayası ise, yine son yıllarda yaşanan kimi gelişmelerle iyiden iyiye su yüzüne çıktı. Fransa'da yıllardır sürmekte olan dincileşme sürecinin Sarkozy'nin cumhurbaşkanlığı sürecinde birlikte hızlanması, Katolik İtalya'da en temel hakların bile din adına sorgulanmaya başlaması, Almanya'da eğitimde zorunlu din eğitimi, Yunanistan'da Anayasa'nın resmi din tarif etmesi, ve AB üyesi ülkelerin kara cüppeli papazlar tarafından kutsanarak göreve başlaması, laikliğin kalesi olarak sunulan AB'nin tam da laikliğe karşıt bir odak olduğunu gösteriyor. AB'nin merkezi olan Almanya'nın Başbakanı Angela Merkel'in ise, "AB Anayasası'nda Tanrı'ya gönderme yapılmaması"nı eleştirmesi, birliğin dinin toplum üzerindeki bir diğer baskı aracı olarak kullanılmasına duyulan ihtiyaca kanıt teşkil ediyor.

Aynı AB, ABD ile ortak olduğu Ortadoğu politikasında İran'ı hedefe alan yaptırımları destekleme kararları ile ise, bir başka ülkeye demokrasi ihracı yapmak için kolları sıvayabiliyor. Avrupa Birliği'nin, geçtiğimiz aylarda İran'a telekomünikasyon ekipmanlarının satılmasını engelleyecek yaptırımları kabul edebileceği, İran yönetiminin hükümet karşıtı protestoları gözetleyebileceği teknik ekipmanların İran'a satılmasının engellenmesi konusunda ilke yönünden anlaştıkları basına yansımıştı.

Obama'dan sonra AB'nin Barış Ödülü'ne layık görülmesi belki de en çok "Batı'nın üstünlüğü" fikrinin yeniden pazarlanma çabası anlamına gelirken, insan hakları, demokrasi, laiklik gibi başlıklarda AB'nin ikiyüzlülüğünün, ekonomik ve siyasi birlik başlığında ise, halkların değil, sermayenin birliği olduğuna ilişkin daha pek çok gelişmeyi gözlemlemek mümkün oluyor.

Nobel ödüllerinin isyan ettiren sahipleri
Ödülün AB'ye verilmesi ile başlayan tartışmada, Nobel'in kimlere verildiğini hatırlatmak bile, bu ödülün gerçek gerekçesini açıklıyor.

Daha önce Nobel Jürisi, Obama'ya bu ödülü "uluslararası diplomasiyi ve halklar arasındaki işbirliğini güçlendirme konusundaki olağanüstü çabaları, nükleer silahsızlanma için yaptığı çalışmalar ve dünya barışına katkıları" için verdiğini ilan etmişti. Obama ise, kendisinden beklendiği üzere, aradan geçen 2 yıla Libya'ya saldırıyı, "Arap Baharı" diye adlandırılan sürecin iktidara getirdiği güçlerin ilgili ülkelerde yolaçtığı derin toplumsal yaralar, neredeyse 2 yıla yaklaşan Suriye'nin istikrarsızlaştırılması sürecinin Ortadoğu'yu savaşa sürüklemesini, uluslararası bir komplonun başkanlığını yürüterek sığdırdı.

ABD Başkanı Barack Obama ile birlikte aynı yıl, 2009 Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülen Romanya doğumlu Alman yazar Herta Müller için, Nobel ödüllerinin seçici kurulu olan İsveç Akademisi'nin yaptığı açıklama da, tıpkı Obama için kadar isabetsiz olmuştu. Ödülün Müller'in ödüle neden değer görüldüğünü açıklayan Akademi, Müller'in yapıtlarını "şiirin yoğunluğu ve nesrin açıklığını kullanarak yoksulların dünyasını tasviri" diye nitelendirmişti. Müller ise, İsveç Akademisi'nde yaptığı ödülü kabul konuşmasında, "Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldığım 2009 yılının aynı zamanda komünizmin sonunun yirminci yılı olmasını anlamlı buluyorum" dedi. Müller, şiir, deneme ya da roman türünde olmasından bağımsız olarak hemen tüm yapıtlarında "Çavuşesku rejiminde ve komünizmde yaşamanın zorlukları"ndan, Romanya'daki Alman azınlığın "ülkedeki Stalinist işgal güçlerince gördüğü baskılardan" söz etti, ancak Hitler rejimini suçlayan tek bir satır bile yazmadı. Romanya'da, ülkede yaşayan Alman azınlığın bir üyesi olarak dünyaya gelen Herta Müller'in ailesi 2. Dünya Savaşı sırasında Hitler ile ittifak yapmış, yerli halklara karşı savaş suçu işlemiş, Nazizmin bozguna uğratılmasından ve savaşın sona ermesinden sonra ailesinin sürgüne gönderilmesi veya devlet gözetimi altında tutulmasını sindiremediği görülen Müller ise komünizm düşmanlığıyla ve Çavuşesku muhalifi milliyetçi gruplarla işbirliği ile tanınmıştı. 1999'da NATO’nun Yugolavya'yı bombalamasını destekleyen Müller, Romanya'da yaşadığı yıllarda kendisinin de "NATO uçaklarının gökyüzünde belirmesini beklediği"ni açıkladı. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Berlin Duvarı’nın yıkılmasının 20. yılında Müller’in bu ödülü almasının çok anlamlı olduğunu söylemişti.

2010 yılı Nobel Edebiyat Ödülü ise, bir CIA ajanı gibi militan bir sağ siyaset güden Mario Vargas Llosa'ya verilmişti. Nobel ödüllerinin alameti farikası olarak, Llosa da, edebiyatçı yönüne oranla ağır basan başka misyonları nedeniyle ödüllendirildi. Latin Amerika edebiyatının önde gelenleri arasında gösterilen Perulu yazar, kapitalizmi ve liberalizmi savunan yazılar yazdı, kimi edebi eserlerinde de serbest piyasanın "önemi"ne vurgu yaptı. Bolivarcı çizgiye mesafesini her fırsatta dile getiren Llosa, kapitalizmi öven, sosyalizmi, Latin Amerika solunu, ALBA’yı ve Latin Amerika'daki Bolivarcı liderleri hedef alan çok sayıda açıklamada bulundu, bunları eserlerine de konu etti. Birkaç gün önce Venezuela'da yine bir seçim başarısına imza atarak bir 6 yıl daha görev üstlenen Hugo Chavez'e yönelttiği ağır ithamlarıyla tanınan Llosa, Küba lideri Fidel Castro, Ekvador lideri Rafael Correa, Bolivya devlet başkanı Evo Morales ve Nikaragua devlet başkanı Daniel Ortega gibi liderlerle ilgili de suçlamalarda bulundu. ABD emperyalizminin "Venezuela’yı bitirme planı" doğrultusunda 2010 yılında başkent Karakas'ta düzenlenen forum da Mario Vargas Llosa’nın içinde bulunduğu ekip tarafından CIA emriyle düzenlenmişti.

(soL-Dış Haberler)