Mülteci katliamında suçlu kim?

Bugün bir mülteci gemisinin daha Libya açıklarında batması sonucu 700’den fazla insanın ölmesinden endişe ediliyor. Korkulan olursa, bu yıl başından beri Avrupa’ya deniz yoluyla gitmeye çalışırken hayatını kaybeden göçmenlerin sayısı bin 500’ü geçecek.

Alper Birdal

Libya açıklarında batan mülteci gemisinde 700’den fazla göçmenin ölmesinden endişe ediliyor. Henüz ölü sayısı kesinleşmedi. Ancak şu ana kadar yalnızca 24 kişinin kurtarılabilmiş olması fazla ümitlenmeye imkan tanımıyor. İtalya’nın Lampedusa Adası’na gitmeye çalışırken Libya kıyılarından 70 deniz mili açıkta alabora olan gemide bulunan bir görgü tanığının aktarımına göre, 20 metre uzunluğundaki tekne “en az” 700 kişi taşıyordu.

Eğer korkulan gerçekleşirse, bu yıl başından itibaren deniz yoluyla Avrupa’ya gitmeye çalışırken hayatını kaybeden göçmenlerin sayısı bin 500’ü geçecek. Göçmen ölümlerinde rekor geçen yıl kırılmış, 3 bin 300 kişi yasadışı yollardan Avrupa’ya geçmeye çalışırken hayatını kaybetmişti. Daha yılın yarısına bile gelmemişken, 2015’te bu “rekorun” da kırılacağını söylemek mümkün.

SORUN ÇOK MU KARMAŞIK?

Göçün karmaşık bir sorun olduğuna şüphe yok. Ancak artık göç olgusunun sosyolojik ya da ekonomik çözümlemesi değil, adli ve de kriminal soruşturmasını yapmak daha anlamlı. Çünkü ortada sistematik olarak, taammüden işlenen bir cinayet var. Üç buçuk ayda bin 500 kişiyi ölüme sürükleyen ve büyük bir pişkinlikle herkesin gözü önünde işlediği suçların üzerini örten bir mekanizma...

Avrupa’nın sınır “güvenliği”nden sorumlu teşkilatı olan Frontex’in verilerine göre yasadışı göç en fazla Libya, Suriye, Irak, Afganistan, Somali ve diğer Sahra Altı Afrika ülkelerinden kaynaklanıyor. Tabi, Avrupalı beyefendiler ve hanımefendiler derhal parmaklarını, Libya ve Suriye’dekiler başta olmak üzere, insan kaçakçılarına doğru sallıyorlar. İngiltere Dışişleri Bakanı Philip Hammond'ın bugünkü demecinden dinleyin: "Pek çok insanın denizde ölmelerine neden olan insan kaçakçılarını hedef almalı ve bu masum insanların böylesine tehlikeli yolculuklara çıkmak üzere kandırılmalarına engel olmalıyız."

OYUN MU OYNUYORUZ?

Belki görmemiş olabilirsiniz, bunun bir tür oyununu da yaptılar... BBC, internet sitesinde Nisan başında “Suriye’den kaçış” adlı bir tür “oyun” yayımladı. Suriye’den kaçmaya çalışan bir ailenin karşılaştığı senaryolar üzerinden karşılaşabilecekleri olası sonlar anlatılıyor. Göçmeye çalışan ailenin yerini alıyorsunuz. Ama nedense hep insan kaçakçılarından, çetelerden ya da “haydut rejimlerden” kazık yiyorsunuz. Mutlu son ise sağ salim kaçabilmek...

Göç trajedisini yaşamak zorunda kalan insanlarla empati kurmayı sağlayan bir oyun işte... Trajedinin kaynağı da belli: Savaş, insan kaçakçıları, zalim rejimler. Böyle de diyebilirsiniz.

Ama bu zihniyetin belki de daha “dürüst” bir versiyonunu bugün İtalyan ırkçı parti liderinden duyduk. O da “empati” kuruyor. Göçmen karşıtı Kuzey Ligi’nin lideri Matteo Salvini, Libya’ya deniz ambargosu uygulanmasını savunuyor ve ekliyor: “İnsan kaçakçılığı işini durdurmak zorundayız. Tunus’ta, Fas’ta, Mısır’da, Libya’da ve mümkün olan her yerde kabul merkezleri oluşturmalıyız.”

Irkçı partinin lideri de parmağını Doğu’ya doğru sallıyor. Failler belli: insan kaçakçıları, zalim rejimler... Çözüm de belli: Blokaj, kabul merkezleri, tampon bölge, işgal; her ne gerekiyorsa...

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) 17 Mart 2011’de 1973 sayılı Kararı alırken de benzer gerekçeler öne sürüyorlardı. “BMGK, sivillerin ve sivil halkın yaşadığı bölgelerin korunmasını, insani yardımın hızlı ve engelsiz geçişini ve insani yardım personelinin güvenliğini sağlamak konusundaki kararlılığını dile getirir” diyordu o karar. Ardından yüzlerce NATO uçağı, Libya’da cihatçıları iktidara getirmek üzere havalanmaya başladı.

Şimdi kurumlarının yazdığı raporlarda, Libya’da, Suriye’de, tüm bölgede insan kaçakçıları nasıl bu kadar palazlandı ve nasıl bu kadar rahat hareket edebilmeye başladı sorusuna, “bu ülkelerdeki siyasi istikrarsızlık ve kaos ortamı” diye buz gibi bir yanıt verip geçiyorlar. Kim bu insan kaçakçıları sorusuna yanıt aramaya falan kalkmayın... Bazıları "ılımlı muhalifler"dir bakarsınız...

KRİZ VAR,  GÖÇMENLERİ Mİ DÜŞÜNECEĞİZ?

Bu işin açık olan tarafı. Kendi yarattıkları istikrarsızlık ve kaosu şimdi, sanki ortada nereden çıktığı belli olmayan bir durum varmış gibi “insani trajedinin” nedeni olarak gösteriyorlar.  

Bunun üzerine bir de Avrupa’daki krizi ekleyin. İtalyan devletinin kriz nedeniyle geçen yıl Mare Nostrum adlı arama ve kurtarma faaliyetlerini kesip, bu işi AB’ye havale etmesini... Gerekçe kriz olmayabilir, AB bürokrasisi de diyebilirsiniz. Her durumda İtalyan devletinin bu kararı memnuniyetle karşıladığına şüphe yok; masraflarını kıstılar.

Zira 30 bin mil karelik alanda arama kurtarma çalışması yapma kapasitesine sahip Mare Nostrum’un aylık maliyeti 9 milyon euroydu. Yerine AB’nin bunun üçte biri bütçeye sahip Triton’u geldi. Mare Nostrum, İtalya’dan Libya kıyısına kadar gözetim sağlıyorken, Triton İtalya’nın 30 deniz mili açığına kadar ulaşabiliyor.

Önce “AB en az Mare Nostrum kadar iyi bir programla gelmediği sürece Mare Nostrum’a devam edeceğiz” diyen Başbakan Renzi, sonra Triton’a fit oldu. Bugünkü facianın ardından AB'nin İtalyan dış politika komiseri Federica Mogherini ise, “İnsanların hayatını hep birlikte kurtarmalıyız, tıpkı sınırlarımızı hep birlikte savunmamız ve insan kaçakçılarına karşı hep birlikte mücadele etmemiz gerektiği gibi” diyerek, AB’nin 28 üyesi arasında sınırlarda yiten insan hayatlarını kurtarma sorumluluğunun en çok güney ülkelerine düşmesinden yakınıyordu. Böylece Mogherini, yüzlerce insanın daha ölmüş olması ihtimali üzerine pişkinlikle yapılan, klişelerle yüklü açıklamalar silsilesine bir yenisini eklemiş oldu.

VİZESİZ GİRELİM DE...

Ana göç yollarından biri olan Türkiye’yi de İtalyan komiserin bahsettiği “güney”den saymak mümkün. Zira Türkiye, birliğe üye olmasa da AB sınırlarının bekçiliğini yapmak konusunda AB’ye verdiği taahhütlerle bağlanmış durumda.

2013 Temmuz’unda iç basında “AB’yle vizeler kalkacak, elimizi kolumuzu sallaya sallaya Avrupa’ya gireceğiz” çığırışları altında imzalanan “Geri Kabul Anlaşması”, Türkiye’ye bekçilikten de öte, gardiyanlık rolünü verdi. Nitekim AB, bu anlaşmayla Türkiye’den geçiş yapan yasadışı göçmenleri Türkiye’ye iade etme hakkı kazandı. Altına da o dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu imzasını attı.

Bu anlaşmanın ardından Frontex, Türkiye’nin Batı sınırlarında “projeler yürütmeye” başladı. Karşılığında ise geri kabul anlaşmasının şartlarının yerine getirildiğinin saptanması halinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının AB’ye vizesiz girişinin “tartışılmaya başlanacağı” sözü verildi.

AKP’nin Suriye, Libya ve bölgedeki “istikrarsızlık ve kaosun” oluşumundaki payını da bunun üzerine eklerseniz...

Göç karmaşık bir mesele. Göç yolunda katledilen insanların ölümünden kim sorumlu derseniz... Göçmenlerin kendisidir, başka kim olacak.