Kadınlar, sosyalist ülkelerde neden daha fazla cinsel hazza sahipti?

Sosyalizmin ardından geriye kalan dünyada, romantik ilişkiler kurmak kolay değil. Araştırmalar, serbest piyasanın kadının yalnızca özgüvenini değil cinsel hazzını da hedef aldığını gösteriyor. Hayatının 43 yılını sosyalist Bulgaristan'da yaşayan 65 yaşındaki bir kadın şöyle diyor: Sosyalist Cumhuriyet bana özgürlüğümü verdi, demokrasi ise o özgürlüklerin bir kısmını alıp götürdü."

Haber Merkezi

ABD'liler, Doğu Avrupa’daki komünizm hakkında düşündüklerinde, akıllarında canlanan genellikle seyahat kısıtlamaları, gri betonların kasvetli görüntüleri, boş marketlerdeki uzun kuyruklarda sürünerek sefalet çeken kadın ve erkekler ve vatandaşların özel yaşantılarını gözetleyen güvenlik güçleri oluyor. Fakat çoğunluğun aklındaki bu basmakalıp düşünceler, pek de gerçeği yansıtan türden değil.

Bazıları, "Doğu Bloğu"nda yaşayan kadınların, eğitimleri için yapılan büyük devlet yatırımları, işgücüne tümden katılımları, cömert doğum izinleri ve teminatlı ücretsiz çocuk bakımını da içeren ve  zamanında liberal demokrasinin hüküm sürdüğü ülkelerde adı dahi bilinmeyen pek çok hak ve ayrıcalıklara sahip olduğunu hatırlayacaktır. Fakat bunların arasında çok az dikkat çeken bir kazanım daha vardı: Sosyalist ülkelerde yaşayan kadınların cinsel hazzı da daha yüksekti. 

The New York Times’da (NYT) yer alan Kristen R. Ghodsee makalesi, 1990 yılında Alman Demokratik Cumhuriyeti ve Federal Almanya’nın yeniden “birleşmesi”nin ardından, bu iki ayrı bölgede yaşayan Almanları konu alan bir karşılaştırmalı sosyoloji araştırmasını konu aldı. Bu çalışma, Alman Demokratik Cumhuriyeti'nde (NYT burada "Doğu Almanya" ifadesini tercih ediyor) yaşayan kadınların, Batı’da yaşayan kadınlara kıyasla iki kat fazla oranla orgazma ulaştığı sonucuna varıyordu. Araştırmacılar, Doğu'da özellikle de  kadınların iki kat daha fazla resmi iş yüküne sahip olduğunu düşündüklerinden, bu cinsel tatmin raporundaki ciddi eşitsizlik karşısında hayrete düştüler. Doğu'daki kadınlar için bu düşünülürken, tam aksine, savaş sonrası Batı'da kadınların evde oturarak kapitalist ekonominin sağladığı “iş tasarrufu sağlayan” araç gereçlerin sefasını sürmekte olduğu varsayılıyordu. Fakat onlar, sözde “tuvalet kağıdı için sıraya giren” Doğulu kadınlara kıyasla daha az cinsel hayata ve daha az cinsel hazza sahiplerdi. 

'SERBEST PİYASA EKONOMİSİ, SAĞLIKLI ROMANTİK İLİŞKİLER KURMAYA ENGEL'

Ghodsee, yazısına "Demir Perde'nin gerisindeki yaşamın bu yönü nasıl açıklanabilir?" diye şaşkınlıkla sorarak ve  2011 yılında tanıştığı 65 yaşındaki Bulgar Ana Durcheva örneğiyle devam ediyor. Hayatının ilk 43 yılını sosyalist bir düzen içinde yaşayan Durcheva daima, yeni serbest piyasa ekonomisinin Bulgarların sağlıklı, romantik ilişkiler kurmasını engellediğinden yakınıyor: “Elbette birtakım zorluklar da vardı fakat hayatım aşk ve sevgi ile doluydu. Boşandıktan sonra ise işim vardı, maaşım vardı ve beni destekleyecek bir erkeğe ihtiyacım yoktu. Dilediğimi yapabiliyordum.” 

Durcheva, uzun yıllar boyunca yalnız bir anne olarak yaşamış. Fakat 1989’dan önceki hayatının, 1970’lerin sonlarında doğan kızınının stresli yaşam biçimine kıyasla çok daha mutluluk verici olduğu konusunda oldukça ısrarcı: “Yaptığı tek şey çalışmak, çalışmak ve çalışmak. Eve döndüğünde ise eşiyle vakit geçirmek için çok yorgun oluyor. Fakat bu sorun teşkil etmiyor. Çünkü eşi de yorgun oluyor. Birlikte zombiler gibi televizyonun karşısında oturuyorlar. Onun yaşındayken, hayatım çok daha eğlenceliydi.”

'HAMİLE KALMAK İÇİN VAKTİM YOK'

Ghodsee geçtiğimiz yıl, yıkılan Demokratik Almanya'da bir üniversite şehri olan Jena’da, 30’lu yaşlarında ve yeni evli olan Deniela Gruber ile görüşmüş. Gruber, sosyalizm yıllarında doğan ve büyüyen annesinin, çocuk sahibi olması için ona ısrar ettiğini söylüyor: “Bunun şu an ne kadar zor olduğunu anlamıyor. Bu, kadınlar için Berlin Duvarı yıkılmadan önce çok daha kolaydı. Anaokulları ve kreşleri vardı. Doğum izni alabiliyorlardı ve işleri onlar için bekletiliyordu. Ben sözleşmeli olarak çalışıyorum ve hamile kalmak için bile vaktim yok.”

Yetişkinliğini 1989 öncesi yaşayan anneler ve 1989 sonrası yetişkin olan kızları arasındaki bu kuşak ayrımı, kadınların sosyalizm çağında daha mutlu bir hayatı olduğu fikrini destekler nitelikte. Ve kadınlar, bu hayat kalitesini, toplumun ve kadınların kurtuluşunu, gelişkin toplumların merkezinde gören sosyalizme borçlulardı.  

BOLŞEVİKLERİN ÇETİN MÜCADELELERİ

Doğu Avrupa’daki sosyalist devletler, II.Dünya Savaşı'nın ardından hızlı sanayileşme için programlarını hayata geçirmek adına kadın işgücüne ihtiyaç duyduysa da, kadın-erkek eşitliği fikrinin ideolojik temeli, 19. yüzyılda sosyalist ideoloji bağlamında August Bebel ve Friedrich Engels tarafından atıldı. Bolşeviklerin yönetimi almasından sonra, Vladimir İlyiç Lenin ve aşkın ekonomik kaygılardan bağımsız olması gerektiğini öne süren Aleksandra Kollontay, Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarında “cinsel devrim”e önayak oldular. 

Bolşevikler, 1917 yılında kadınlara verilen seçme ve seçilme hakkını genişletti. Yani ABD bunu sağlamadan 3 yıl evvel… Bolşevikler ayrıca, boşanma kanunlarını, üreme haklarını serbestleştirdi ve halk çamaşırhaneleri ve kantinlerine yatırım yaparak ev işlerini toplumsallaştırma girişiminde bulundu. Kadınlar işgücünün bir parçası haline getirildi ve ekonomik olarak erkeklerden bağımsız oldular.

1920’lerde Orta Asya’da, Bolşevikler Müslüman kadınların özgürlüğü için mücadele ettiler. Bu mücadele, kız kardeşleri, kızları, eşlerinin geleneklerin prangalarından kurtulmasına hiç de meraklı olmayan yerel aile ve toplum “reis”leri tarafından çok sert tepkilerle karşılaştı.  

İYİ BİR CİNSEL YAŞAM, YALNIZ BEDENSEL DENEYİMLE SINIRLI DEĞİL

Çek Cumhuriyeti’nde bulunan Masaryk Üniversitesi profesörlerinden Katerina Liskova, “1952 gibi erken bir tarihte, Çekoslovak seksologlar kadın orgazmı üzerine araştırma yapmaya başladılar ve 1961’de sadece bu konuya bağlı bir konferans düzenlediler. Kadının cinsel tatminin esas unsurlarından olduğunu belirterek kadın-erkek eşitliğinin önemine odaklandılar. Hatta bazıları, iyi bir cinsel ilişkinin gerçekleşmesi için, erkeklerin ev işi ve çocuk yetiştirme sorumluluklarını kadınlarla paylaşmak zorunda olduklarını öne sürdü” dedi. 

Varşova Üniversitesi Antropoloji doçentlerinden Agnieszka Koscianska, 1989 öncesi Polonyalı seksologların seksi bedensel deneyimlerle sınırlamayarak, sosyal ve kültürel şartların cinsel tatmin için önemini vurguladıklarını belirtti: “Eğer bir kadın stresli, aşırı çalışmış, geleceği ve ekonomik istikrarı hakkında kaygılı ise, en iyi uyarımın dahi cinsel tatminin sağlanmasına yardımcı olamayacağı fikrini öne sürdü.” 

Tüm Varşova Paktı ülkelerinde, aileyle igili kanunlarla alakalı geniş kapsamlı onarımlar yapıldı. Komünistler, kadınların eğitimleri, yetiştirilmeleri ve istihdamları için büyük yatırımlar yaptılar. Devlet tarafından yürütülen kadın komiteleri, erkeklerin kadınları tam olarak “yoldaş” kabul etmeleri adına erkeklerin yeniden eğitilmesi için çabaladılar ve yurttaşlarına “erkek şovenizminin” sosyalizm öncesinden bir kalıntı olduğunu anlattılar.

ANNESİ İÇİN ÇÖZÜLEN İŞ-YAŞAM PROBLEMLERİYLE, DURCHEVA'NIN KIZI BOĞUŞUYOR

Ev içindeki ataerkillik asla tam olarak düzeltilemediyse de, komünist kadınlar, Batılı kadınların hayal dahi edemeyeceği seviyede öz yeterliliğe sahip oldular. Doğu Bloğu kadınları, para için evlenmek veya cinsel ilişkiye girmek zorunda kalmadılar. Sosyalist devletler onların tüm temel ihtiyaçlarını karşıladı. Ve hatta bekar annelerin, boşanan veya eşini kaybeden kadınların desteklenmesi için ekstra kaynaklar kullanıldı. Tüm Doğu Avrupa ülkelerinde cinsellik eğitimine ve kürtaja erişim garanti altına alındı. Bu, istenmeyen gebelik oranlarının ve fırsat eşitsizliğinin azalmasını sağladı. 

Bazı Batılı liberal feministler, bu ilerlemeleri gönülsüzce kabul etseler de, bağımsız kadın hareketlerinden ortaya çıkmadıkları gerekçesiyle, tepeden gelen özgürlükler olduğunu öne sürerek sosyalist cumhuriyetlerin bu başarılarını eleştirmekten de geri durmadılar. Günümüzde pek çok akademik feminist, “tercih” fikrini göklere çıkarırken, aynı zamanda,  kadınların sosyal konumlarının sadece cinsiyetleri değil, sınıf ve etnik kökenleri tarafından da belirlendiğini savunan “kültürel görelilik” fikrini de kucaklıyor. Kadınlar için eşit haklar gibi evrensel değerleri kabul ettirmeye çalışan her tür tepeden tabana ilerleyen siyasi plan ise ciddi anlamda “demode”. 

Dışarıda ve diğer 'özel alan'da cinsiyet eşitliğini sağlayan ve bunu kabul ettirmekte kararlı olan komünistleirn “dayattığı” özgürlükler, dünyanın her ucundan milyonlarca hayatı kökten dönüştürdü. Sonuç olarak, ne yazık ki, eski sosyalist ülkelerdeki kadın haklarındaki ilerlemelerin çoğu ya kaybedildi ya da tersine döndü.  Şu an, Durcheva’nın yetişkin kızı ve Gruber, zamanında komünist hükümetlerin anneleri için çözdüğü iş-yaşam problemiyle boğuşuyorlar. 

Durcheva, “Sosyalist Cumhuriyet bana özgürlüğümü verdi” diyor ve ekliyor: “Demokrasi ise o özgürlüklerin bir kısmını alıp götürdü.“