James Petras yazdı: Yunanistan'a suikast

1981-1984 yılları arasında Atina’daki Ortadoğu Çalışmaları Merkezi’nin direktörlüğünü ve Başbakan Andreas Papandreou’nun danışmanlığını yapmış olan James Petras voltairenet.org sitesinde yayımlanan makalesinde Yunanistan krizini ve Avrupa Birliği içerisindeki sorunlarını masaya yatırıyor.

Çeviri: Selçuk Işık

Yunan Hükümeti şu sıralar bankalar ve Avrupa Birliği’nin siyasal karar-alma merkezlerini domine eden seçkin sınıf tarafından bir ölüm kalım mücadelesinin içine hapsedilmiş durumda. 11 milyon Yunan işçinin ve küçük esnafın geçimi ve Avrupa Birliği’nin dirimliliği söz konusu. Eğer iktidardaki Syriza hükümeti AB bankacılarının taleplerine teslim olur ve kemer sıkma programlarını uygulamaya devam etme konusunda el sıkışırsa Yunanistan on yıllar boyu sürecek bir regresyona, yoksulluk dönemine ve sömürgeciliğin egemenliğine girecek. Yunanistan eğer direnmeye karar verirse ve AB’den çıkmaya mecbur kalırsa, uluslararası finansal piyasaların dibe vurmasına ve AB’nin çökmesine neden olarak 270 milyar Euro’luk dış borcu tanımaması gerekecek.

AB yönetimi, 2015 yılı Şubat ayı başlarında kemer sıkma politikalarını ve borçları sonlandırmak (seçmenlerin %70’i kemer sıkmaya karşıydı) ve ulusal ekonomik ve toplumsal kalkınmada devlet yatırımı doğrultusunda ilerleme vaadlerinde bulunarak ezici bir üstünlükle iktidara gelmelerinin ardından Yunan seçmenlere verdiği taahhütleri terk eden Syriza liderlerine güveniyor. Seçimler yeterince yalın iken sonuçlar ise dünya tarihi açısından anlamlı bir yere sahip. Meseleler yerel ve hatta bölgesel, süreli ve etkili olmanın çok ötesine geçerken global finansal sistemin tamamı bundan etkilenecektir.

BORÇ ÖDENMEZSE FİNANS İMPARATORLUĞU SARSILIR
Borcu geri ödememe durumu Avrupa’nın çok ötesindeki kredi kuruluşlarına ve borçlulara sıçrayacak, yatırımcının güveninin sarsılmasıyla Batı’nın finans imparatorluğu bütünüyle sarsılacaktır. Her şeyden önemlisi tüm batı bankalarının Yunan bankaları ile doğrudan ya da dolaylı bağları bulunmaktadır. Bu bağın bir tarafı çökerse bu durum diğer hükümetlerin kaldırabileceğinin çok ötesinde derin bir etki yaratacaktır. Büyük çapta bir devlet müdahalesi gündeme gelecek ve Yunan hükümetinin finansal sistemin idaresini bütünüyle eline almaktan başka çaresi kalmayacaktır.... domino etkisi herşeyden önce Güney Avrupa’da etkisini gösterecek ve Kuzey’deki “baskın bölgelere” yayıldıktan sonra İngiltere’ye ve Kuzey Amerika’ya taşınacaktır.

Bu krizin köklerini ve Yunanistan ve AB’nin karşı karşıya olduğu alternatifleri kavrayabilmek için geçtiğimiz 30 yıldaki siyasal ve ekonomik gelişmelere kısaca göz atmak gerekmektedir. 1980-2000 yılları arasındaki Yunanistan-AB ilişkilerini mercek altına alarak başlayacağız ve sonrasında mevcut çöküşe ve Yunanistan ekonomisine AB müdahalesiyle devam edeceğiz. Son bölümde ise Syriza’nın yükselişini, seçilmesini, AB tahakkümü bağlamında büyüyen teslimiyetçiliğini, uyuşmazlıklarını ve geçmişten gelen “efendiler ve köleler” ilişkisinin radikal bir şekilde çatlatılması ihtiyacına ışık tutuşunu konu alacağız

ANTİK DÖNEM: AVRUPA İMPARATORLUĞU'NUN KURULMASI
1980 yılında Yunanistan, Franko-Alman İmparatorluğu’na tabi bir devlet olarak Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) kabul görmüştü. Pan Helenik Sosyalist Partisi (PASOK) lideri Andreas Papandreou’nun mutlak bir çoğunlukla mecliste seçilmesi ile birlikte yerel ve dış politikada radikal değişimler yaşanacağına dair umutlar yükseldi. Bilhassa seçim kampanyası süresince Papandreou, NATO ve AET’den kopulacağı, ABD ile olan askeri üs anlaşmasının yürürlükten kaldırılacağı ve üretimde “toplumsal mülkiyet” üzerine temellendirilmiş bir ekonomi kurulacağı sözünü vermişti. Seçildikten sonra ise Papandreou, derhal AET ve NATO ile birlikte mevcut rejimin sürdürüleceği ve ABD ile olan askeri üs anlaşmasının yenileceği konusunda AET ve Washington’a teminat verdi.

Hükümet tarafından 1980’lerin başında yaptırılan ve AET’de kalan Yunanistan’ın özellikle ticaretin, bütçenin ve piyasaların kontolünü kaybettiği konusunda orta ve uzun vadeli olumsuz sonuçları belgeleyen çalışmalar, siyasal bağımsızlığını ve ekonomik özerkliği fon transferlerine, kredilere ve AET’den alınan kredilere feda eden Papandreou tarafından göz ardı edildi. Bir taraftan halk kitlelerine toplumsal adalet ve bağımsızlıktan bahsederken diğer taraftan ipleri Avrupalı bankacıların ve Yunan liman ve banka oligarklarının eline veriyordu. Brüksel’deki Avrupalı seçkinler ve Atina’daki Yunan oligarklar, Yunanistan’ın siyasal ve ekonomik sisteminin hakim doruklarında ülkenin boğazına bastırıyorlardı.

Papandreou önceki sağcı rejimler tarafından devreye sokulan kayırmacı siyasal pratikleri muhafaza etti—tek farkı sağcıların görevden alınıp yerine sadık PASOK partililerin geçirilmesiydi.

AVRUPA BOYUNDURUĞU
AET, Papandreou’nun sahte radikal retoriğinin tozunu aldı ve Yunanistan’ın ekonomik rekabetçiliğinin iyileştirilmesi için yapılacak olan kalkınma projelerine ayrılan fonların artan tüketime bağlı olarak bir kayırma makinesine doğru saptıran, yozlaşmış, kayırmacı bir rejimi fonlayarak Yunan devletinin itaatini ve kontrolünü kazanmakta olduğu gerçeğine odaklandı.

En nihayetinde AET seçkinleri şunu çok iyi biliyorlardı ki ekonominin boğazına finansal olarak bastırmaları Yunan siyasetine dikte edip onu gelişmekte olan Avrupa imparatorluğunun boyunduruğu altında tutmalarını sağlayacaktı.

'RADİKAL' PAPANDREOU VE BATI'YA TAM BOY TESLİMİYET
Papandreou’nun demagojik “üçüncü dünya” retoriği Yunanistan’ın derin bir şekilde AB ve NATO’nun içine yerleşmiş olması karşısında dilsizdi. 1981 ile 1985 yılları arasında, kleptokratik kapitalistler tarafından işe yaramaz hale getirilen batık firmaları yeniden finanse eden Papandreou, refaha yönelik reformların sosyal harcamalarını arttırmak, ücretleri, emekli aylıklarını ve sağlık teminatlarını yukarı çekmek için sosyalist retoriğini ıskartaya çıkardı. Sonuç olarak yaşam standartları artsa da Yunanistan’ın ekonomik yapılanması hala AET finansmanına, Avrupalı turistlere ve gayrimenkule dayalı rantiye ekonomisine ağır bir şekilde bağımlı vasal bir devlet olma özelliği taşıyordu.

Papandreou, Yunanistan’ın NATO’nun ileri karakol bir tebaası olma, ABD’nin Ortadoğu ve Akdeniz’e askeri müdahaleleri için askeri bir platform olma ve Almanya ve kuzey Avrupa’da imal edilen ürünlerin pazarı olma rolünü iyice pekiştirmiş oldu.

Ekim 1981’den Temmuz 1989’a kadar Yunanistan’da üretkenlik durgunlaşırken tüketim yükseldi; Papandreou 1985’te AET fonlarını kullanarak seçimleri kazandı. Bu sırada Yunanistan’ın Avrupa’ya borcu iyice uçtu... AET liderleri, Papandreou’nın kleptokratlardan kurulu geniş ordusunu kaynak (fon) dağılımındaki bozukluklardan dolayı azarladı fakat yüksek sesle değil. Brüksel, Papandreou ve PASOK’un radikal Yunan seçmenini susturan ve Yunanistan’ı AET vesayeti altında bırakan ve NATO’nun sadık bir tebaası olarak zapteden en etkili unsurlar olduğunun farkına varmıştı.

SYRİZA İÇİN DERSLER: PASOK'UN KISA VADELİ REFORMLARI VE STRATEJİK KÖLELİK
PASOK, hükümet içerisinde ya da dışında NATO-AET deli gömleğini giyerek sağcı muhaliflerin (Yeni Demokrasi) ayak izlerini takip etti. Yunanistan kişi başına düşen askeri harcamada NATO ülkeleri arasında en üst sırada olmayı sürdürdü. Sonuç olarak, bir yandan parti devletinin siyasal araçlarını genişletirken diğer yandan kısa vadeli toplumsal reformları ve büyük ölçekli, uzun vadeli yolsuzlukları finanse edebilmek için kredi kullanarak borçlandı.

Açık bir şekilde neoliberal olan Başbakan Costas Simitis’in 2002’deki yükselişiyle PASOK rejimi zimmetine para geçirmeye başladı, Wall Street yatırım bankalarının yardımıyla bütçe açığındaki hükümet verileriyle oynadı ve Avrupa Para Birliği’ne üye oldu. Avro'ya geçen Simitis Yunanistan’ın Alman maliye bakanlığı ve bankaları tarafından domine edilen Brüksel’deki seçilmemiş Avrupalı memurlara olan finansal bağımlılığını giderek derinleştirdi.

Yunanistan oligarkları, milyonlarca askeri satın almanın kaymağını yiyen, banka dolandırıcılığı suçu işleyen ve büyük çapta vergi kaçakçılığına karışan PASOK kleptokratik seçkinlerini takip edecek yeni bir nesil için en tepede yerlerini yapmışlardı.

Brüksel seçkinleri Yunanistan orta sınıfının kendi “müreffeh Avrupalılar” illüzyonunu yaşamalarını salık verdi çünkü birikmiş borç ve krediler kanalıyla yapılan kararlı baskıyı onlar muhafaza ediyordu.

Büyük ölçekli banka dolandırıcılıkları arasında eski Başbakan Papandreou’nun ofisine kadar ulaşan üç yüz milyon avroluk skandal da bulunuyordu.

2008’deki krizin hemen öncesinde dahi AB kreditörleri, özel bankacılar ve borç veren kurumlar Yunan siyasetinin parametrelerini belirliyordu. Global kriz Yunan devletinin kırılgan temellerini ortaya çıkardı ve Avrupa Merkez Bankası’nın, IMF’nin ve Avrupa Komisyonu’nun –kepaze “Troyka”-- doğrudan ve yavan müdahalelerine sebep oldu. “Kurtarma paketi”ne koşul olarak ekonomiyi harap eden, ağır bir bunalımın fitilini ateşleyen, nüfusun hemen hemen yüzde kırkını yoksullaştıran, gelirleri %25 oranında ve işsizliği de %28 oranında düşüren “kemer sıkma politikaları” dikte edildi.

YUNANİSTAN: DAVET TUTSAĞI
AB’nin siyasal ve ekonomik bir tutsağı olan Yunanistan’da hiçbir siyasal parti sorumluluk üstlenmedi. 2009 ile 2014 yılları arasında 30 tane genel greve imza atan sendikalar hariç iki büyük parti PASOK ve Yeni Demokrasi daima AB’yi kontrolü ele almaya davet ettiler. PASOK’un oligarkların bir uzantısı ve AB’nin vasal işbirlikçisi haline dönüşerek dejenere olması “sosyalist” retoriğin içini her anlamıyla boşalttı. Sağcı Yeni Demokrasi Yunan ekonomisi üzerindeki AB baskısını derinleştirdi ve pekiştirdi. Troyka, daha sonra Alman, Fransız ve İngiliz finansal oligarklarına payanda özel Yunan bankalarına geri ödenmek üzere Yunan vasal Devleti’ni fonladı (“kurtarma paketi”). Borç ödemelerinin akışının sağlanması için alınan kemer sıkma politikalarının faturası ise Yunan halkına çıkarıldı.

AVRUPA: BİRLİK Mİ İMPARATORLUK MU?
2008/09’da Avrupa’da yaşanan ekonomik kriz en çok Avrupa’nın en zayıf halkları olan Güney Avrupa ve İrlanda’da yankılandı. Almanya ve Fransa gibi güçlü devletlerin yatırımı, ticareti, mali ve finansal politikaları açıkça ve doğrudan kontrol edebildiği gerçeği Avrupa Birliği’nin hiyerarşik bir imparatorluk olarak gerçek dokusunu su yüzüne çıkarmış oldu.

Yunanistan’ın en çok övündüğü AB “kurtarma paketi” aslına bakılırsa derin yapısal değişikliklerin dayatılmasının bir mazereti niteliğindeydi. Ülkenin tüm stratejik ekonomik sektörlerin kamu sektörünün elinden çıkartılmasından ve özelleştirilmesinden tutun da borç ödemelerinin kalıcılaştırılması; gelir ve yatırım politikalarının dışarıdan dikte edilmesine varıncaya dek birçok şeyi içinde barındıyordu bu durum. Yunanistan bağımsız bir devlet olmaktan çıktı; bütünüyle ve mutlak bir biçimde sömürgeleştirildi.

'AVRUPA İLLÜZYONU'NUN SONU
Yunanistan seçkinleri ve en az 5 yıldır seçmenlerin çoğu uyum sağlanan regresif (“kemer sıkma”) tedbirlerinin—işten çıkarmalar, bütçe kesintileri, özelleştirmeler vs.- kısa dönemli ağır bir ilaç olduğuna, borçların azalmasına yakın zamanda öncülük edeceğine, bütçeyi, yeni yatırımları, büyümeyi ve iyileşmeyi dengeleyeceğine inanmaktaydı. En azından Brüksel’deki ekonomi uzmanları ve liderleri tarafından onlara söylenen buydu.

Kazın ayağı pek öyle olmadı. Borç yükseldi, ekonomik sarmal düşüşünü sürdürdü, işsizlik katlandı, bunalım derinleşti. “Kemer sıkma”, Brüksel tarafından denizaşırı bankacıları zengileştirmek ve Yunan kamu sektörünü yağmalamak için tasarlanan sınıf temelli bir politikaydı.

YUNANİSTAN'IN BAĞIMSIZLIĞINI KAYBETMESİ
AB yağmasının ardında Yunanistan’ın bağımsızlığını kaybetmesi yatıyordu. İki büyük parti Yeni Demokrasi ve PASOK ise gönüllü yardakçılardı. Gençler (16-30 yaş) arasındaki işsizlik oranının %55 olmasına , 300.000 haneye elektrik kesintisi yapılmasına ve büyük ölçekte bir dışarıya göç (175.000) bulunmasına karşılık AB (beklendiği üzere) “kemer sıkma” formülünün Yunan ekonomisini kurtarma konusundaki başarısızlığını reddetti. Avrupa Birliği’nin dogmatik bir şekilde “arızalı politika”ya sadık kalmasının sebebi AB’nin, emperyal üstünlüğün ve yağmacılığın kârlarından, imtiyazlarından ve gücünden menfaat sağlamasıdır.

Dahası, Brüksel’deki seçkinler için Yunanistan’daki başarısızlığı kabullenmek büyük ihtimalle Güney Avrupa’nın kalanında ve daha ötesinde Fransa, İtalya ve AB’nin diğer kilit üyelerinin de içinde bulunduğu ülkelerdeki başarısızlığın da tanınmasının talep edilmesiyle sonuçlanacaktı. Avrupa’daki egemen finans ve iş dünyasının seçkinleri ve ABD, toplumsal bütçe ve ücretlerde kesintiler dayatarak krizler ve bunalımlar aracılığıyla zenginleşti. Yunanistan’daki başarısızlığı kabullenmek Kuzey Amerika ve Avrupa’ya baştan başa yansır, ülkeler kendi ekonomik durumunu, iktidarlarının ideolojik ve meşruiyet bakımından durumunu sorgular hale gelirdi. Tüm AB rejimlerinin Yunanistan’ın açık bir şekilde sapkın ve regresif “kemer sıkma” politikalarına riayet etmeye devam etmesi ve gerici “yapısal reformları” dayatması konusundaki ısrarının  sebebi bu çok benzer iktidarların kendi emekçilerinin yaşam standartlarını ekonomik krizler süresince feda etmesidir.

'DEMOKRAT' AVRUPA MUHALİF GÖRÜŞLERİ BASKILADI
2008/09’u günümüze (2015) bağlayan ekonomik krizler halen egemen sınıfların kârlarını süreklileştirmek ve devletin özel bankalara olan sübvansiyonlarının finanse edilmesi için ağır fedakarlıklara ihtiyaç duyuyor. Büyük finansal kurumların hepsi—Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Komisyonu ve IMF—kendinden bekleneni yaptı: muhalif görüşlere ve sapmalara izin vermedi.

Yunanistan AB’nin dikte ettiği politikaları kabul etmeliydi yoksa finansal olarak misliyle karşılığını alırdı. “Ekonomik düğümlenme ya da sonu gelmeyen borç köleliği” Brüksel’in AB üyesi tüm üyelere öğretmeye meylettiği bir dersti. Yunanistan aracılığıyla Brüksel oligarşisinin ve Berlin’deki amirlerinin diktasını sorgulayan tüm devletlere, muhalif hareketlere, sendikalara “kızım sana söylüyorum oğlum sen işit” mesajı verildi.

HEM ÖLÜM HEM SITMA
Ana akım medyanın tamamı ve önde gelen ekonomi uzmanları Brüksel oligarşisinin megafonu görevi gördüler. Kurban edilen uluslara, ücretli çalışanlara ve küçük esnafa liberaller, muhafazakarlar ve sosyal demokratlar tarafından defalarca tekrarlanan mesaj; eğer ekonomik anlamda bir kurtulma—elbette 5 yıldır bir arpa boyu yol katedilmedi-- umut ediyorlarsa regresif tedbirleri, amansız yaşam standartlarını (reformlar) kabul etmekten başka çareleri olmadığıydı.

Yunanistan Avrupa’daki ekonomi seçkinlerinin ana hedefi haline gelmiştir çünkü Yunan halkı “yersiz” protestolardan siyasal güçlere yönelmişlerdir. Kemer sıkma politakalarının ıskartaya çıkartılmasının, ulusal kalkınma yararına kreditörlerle ilişkilerin yeniden tanımlanmasının, bağımsızlığın geri kazanılmasının olası görüldüğü bir düzlemde Syriza’nın seçimi kıta genelinde bir çatışma ihtimalinin zeminini hazırlamıştı.

SYRİZA'NIN YÜKSELİŞİ: MÜPHEM MİRASLAR, KİTLE HAREKETLERİ VE RADİKAL SÖZLER
Syriza’nın küçük Marksist grupların ittifakından kitlesel bir seçim partisine evrilmesi büyük oranda milyonlarca alt-orta sınıf kamu çalışanları, emekliler ve küçük esnafın işbirliğinin bir sonucudur. Birçoğu önceden PASOK’u desteklemişti. 2000-2007 yılları arasında AB içerisinde ulaştıkları “refah” dönemindeki yaşam standartlarını ve iş güvenliğini geri kazanmak için Syriza’ya oy verdiler. PASOK’un ve Yeni Demokrasi’nin kökten reddi herhangi bir ülkede bir devrimci durumu rahatlıkla yaratabilecek 5 yıllık ilerlemiş bir hastalığın ardından geldi. Radikallikleri protestolar ve yürüyüşlerle başladı ve grevler AB’nin yolundan gitmek isteyen sağcı rejimlerin baskılanması ve AB üyeliğini korumak kaydıyla kemer sıkma politikalarının sonlandırılması girişimleriydi.

SYRIZA “dizisinin” bu bölümü şu anki bölümlerine göre “radikal” kalırken geçmişteki nostaljik bölümlerine göre de konformist kalıyor. (Londra’ya ve Paris’e avro sponsorluğunda yapılan tatil gezileri, ithal araba ve gıda alımı ve “modern” ve “Avrupalı” hissetmek, İngilizce konuşmak için kolay kredi temininin revaçta olduğu dönemler)

Syriza‘nın siyaseti kısmen, seçmenlerinin bu muğlak dilimini yansıtır. Buna karşılık Syriza ayrıca radikal işsiz gençlerin ve tüketim toplumunun asla bir parçası olmamış ve kendini “Avrupa” ile tanımlamayan emekçilerin de oylarını topladı. Syriza beş yıldan az bir zaman diliminde kitlesel bir seçim partisi olarak ortaya çıktı ve destekçileri ve liderliği yüksek derecede bir heterojenliği yansıtır.

MARKSİSTLER, İŞSİZ GENÇLER, EMEKLİLER VE PASOK KÜSKÜNLERİ
En radikal kısmı ideolojik olarak en başta partiyi şekillendirmek için biraraya gelen Marksist gruplardan oluşmaktadır. Krizin ilk yıllarında genç bir aktivistin polis tarafından öldürülmesini takiben işsiz gençlik de partiye katıldı. Üçüncü dalga büyük ölçüde işten atılan işçilerden ve emekli edilen ve troykanın 2012’deki talimatıyla emekli aylıklarındaki büyük kesintilerden muzdarip emeklilerden geldi. Dördüncü dalga ise batan bir partinin gemisinden kaçan eski PASOK üyelerinden geldi.

Syriza solu kitle tabanına ve yerel hareketlerin, yerel ve orta düzey liderlerinin arasına gözünü dikti. Syriza’nın güçlü konumdaki tepe liderleri bazıları ülke dışından gelen akademisyenlerdir. Bazıları eski partili bile değildir. Pek azı kitle hareketlerine karışmıştır—ve birçoğunun rütbeli ve sıkı militanlarla zayıf bağları bulunmaktadır. Ekseriyetle, yoksullaşan Yunan halkını elden çıkaran bir “anlaşma” imzalamaya istekliler.

SOSYALİZM ARTIK YOK
Syriza 2015’teki seçim zaferinin ardından özgün programından radikal yapısal değişiklikleri (sosyalizm) çıkarıp atmaya başladı ve Yunan iş dünyasının çıkarlarıyla uzlaşmayı hedefleyen tedbirlere uyum sağladı. Çipras Almanya tarafından domine edilen Avrupa Birliği ile “bir anlaşma müzakere etmek”ten bahsediyordu. Çipras ve Maliye Bakanı borcu, yerine getirilecek yükümlülükleri ve reformların %70’ini yeniden müzakere etmeyi teklif etti! Anlaşma imzalandığında tamamiyle teslim olmuşlardı.

Syriza kemer sıkma politikalarına ve kreditörlerle bir anlaşmaya varma konusunda ikili oynamayı bir süre daha sürdürdü. “Gerçekçi” politikaları yeni akademili bakanlarının, PASOK üyelerinin aşağı doğru yuvarlanan orta sınıfın pozisyonlarını yansıtıyordu. Syriza’nın radikal jestleri ve retoriği kreditörlere ödeme yapılacağına dair bir anlaşma müzakere edildiği takdirde kaybetmekteye mahkum olan işsiz, genç ve kitleler halindeki yoksulluğu yansıtıyordu.

AB-SYRIZA: YENİLGİYE VE TESLİM OLMAYA YOL AÇAN MÜCADELE ÖNCESİ İMTİYAZLAR
“Yunanistan borcu” gerçekte Yunan halkının borcu değildir. Kurumsal kreditörler ve Avro-bankaları parayı, avroları denizaşırı İsviçre hesaplarına, Londra’daki gayrimenkullere kaçırıp borcu geri ödemek için gelir üretecek bir kapasite arttırımından kaçınmış olan yüksek riskli kleptokratlara, oligarklara ve bankacılara bilerek yatırmıştır. Başka bir deyişle, geniş ölçüde, borç gayri meşrudur ve Yunan halkına yamanmıştır.

Syriza, “müzakerelerin” başından itibaren ne borcun meşruluğunu sorguladı ne de borcu ödemesi gereken belirli bir sınıf ve/veya kuruluşu işaret etti.

İkincisi, Syriza “kemer sıkma” politikalarıyla uğraşırken bu politikaları dayatan Avro organizasyonları ve AB kuruluşlarını sorgulamadı.

Başlangıçtan beri Syriza AB üyeliğini kabullendi. “Realizm” maskesi altında Syriza hükümeti borcu veya borcun bir kısmını ödemeyi kabul etti.

Yapısal olarak Syriza, önemli kararların Çipras tarafından alındığı önemli ve bir hayli merkezileşmiş bir liderlik kurdu. Kişiliksel liderliği radikalleşmiş efradın etkisini sınırladı ve seçim vaadlerine zıtlık teşkil edecek ve belki de Yunanistan’ın AB merkezli politika yapıcılara ve kreditörlere kalıcı bağımlılığına yol açacak şekilde Brüksel oligarşisi ile “uzlaşmaya” olanak sağladı.

YUNANİSTAN'IN DEMOKRATİK AKIBETİ KARŞISINDAKİ İMPARATORLUK
AB seçkinleri, Syriza demokratik yetkiyi eline almasından itibaren emperyal egemenlere has tipik otoriter yolu takip etti. Syriza’dan şunları talep etti:

  • (1) kayıtsız şartsız teslimiyet
  • (2) önceki vasal koalisyon parti rejimlerinin yapısının, pratiklerinin ve politakalarının sürdürülmesi (PASOK-Yeni Demokrasi) 
  • (3) toplumsal reformların rafa kaldırılması (asgari ücretin arttırılması, emeklilik, sağlık, eğitim ve işsizlik ödeneklerinin arttırılması)
  • (4) “Troyka” tarafından formüle edilen sıkı ekonomik direktiflerin ve gözetimin izlenmesi
  • (5) 2015-2017 yıllarında bütçe fazlasının  ekonomik hasılatın yüzde 4.5’i olması mevcut hedefinin korunması

Yeni hükümetini sıkboğaz etmek ve stratejisini dayatmak için Brüksel, mevcut ve gelecekteki tüm kredi olanaklarını ansızın kesmekle ve kredileri geri çağırmakla, yardım fonlarına ulaşımı sonlandırmakla ve Yunan banka bonolarına –yerel işlere finansal kredi sağlayan- destek çıkmayı bırakmakla tehdit etti.

Brüksel, Syriza’nın onun diktasını kabul ederek ve seçmenlerini yabancılaştırarak siyasal bir suikastin işleneceği kaçınılmaz “seçeneği” sundu. Vaadlerine ihanet eden Syriza, öfkeli kitle gösterileriyle yüzleşecektir. Syriza, Brüksel’in diktasını reddederek ve tabanını harekete geçirerek yeni finansman kaynakları arayabilir, sermaye kontrollerini uygulamaya koyabilir ve radikal bir “kriz ekonomisi” nin peşinden gidebilirdi.

Brüksel taştan duvardı ve Syriza’nın teklif ettiği acil imtiyazları kulak ardı etti. Buna karşılık Brüksel imtiyazları, bir “uzlaşma” ya varma çabasından ziyade tam teslimiyet için birer “adım” olarak görüyor.

AVRUPA GÖZETİMİNİ KABUL
Syriza borcun ödenmesi için gerekli zaman diliminin uzatılmasını tercih ederek halihazırda geniş ölçekte borç silinmesi için yaptığı çağrıları bırakmış oldu. Syriza borç ödemelerine devam etmek üzerine anlaştı, ekonomik büyüme oranıyla ilişkili olduklarını vazetti. Syriza Avrupa gözetimini kabul etti, bunun çoğu Yunan tarafından ağza alınmayacak çağrışımlarla anılan “troyka” tarafından yürütülmediğini vazetti. Bununla beraber, anlamsal değişimler “sınırlı bağımsızlığın” var olduğu somut gerçeğini değiştirmiyor.

Syriza halihazırda zamandan kazanç sağlayarak kısa vadeli programları finanse etmek adına orta ve uzun vadeli yapısal bağımlılık konusunda anlaştı. Syriza’nın tek talebi Alman maliye bakanının gözetimi altında mümkün olabildiği ölçüde bir mali esneklikti (şu “radikaller”e de bakın!).

Syriza geçici olarak kilit alt yapı (limanlar ve havalimanı tesisleri) enerji ve telekomünikasyon sektörlerindeki özelleştirmeleri askıya aldı. Ancak ne sona erdirdi ne de geçmişteki özelleştirmeleri yeniden elden geçirdi. Brüksel’e göre ise Yunanistan’ın kazançlı stratejik sektörlerinin “tümünün satılması” “yapısal reform” takviminin elzem bir parçası.

ÇİPRAS VE VARUFAKİS'İN SEFERLERİ
AB’nin, Yunanistan’ın ulusal ekonomisinin parçalara ayrılması ve kazançlı sektörlerin emperyal yatırımcıların ellerine teslim edilmesi de dahil olmak üzere aşırılıkçı, ultra neo-liberal politikalarını kestirip atarak doğrulaması önde gelen yazılı medya kuruluşlarının baş sayfalarında yankılandı. Financial Times, Wall Street Journal, New York Times, Washington Post, Le Monde  AB aşırılıkçılığının propaganda aracı olarak görev yaptı. Brüksel’in inatçılığıyla ve teslimiyetin ve radikalleşmenin “tarihi seçimi” ile yüz yüze gelen Syriza, kilit rejimlerin iknasını denedi. AB Bakanlarıyla sayısız toplantı yapıldı. Başbakan Alexis Çipras ve Maliye Bakanı Yánis Varufakis Paris, Londra, Brüksel, Berlin ve Roma’ya bir “taviz” anlaşması yapabilmek umuduyla seyahat ettiler.

Hiçbir işe yaramadı. Brüksel seçkinleri ısrarla şunu tekrarladı:

Borçların tamamı zamanında ödenmek zorunda.

Kreditörlere, yatırımcılara, spekülatörlere ve kleptokratlara ödeme yapabilmek için Yunanistan’ın % 4.5’luk  bütçe fazlasını harcamalarda kesintiye giderek yakalaması gerekiyordu.

AB’nin esnek davranmaya veya asgari bir uzlaşmayı kabul etmeye dahi yanaşmaması kemer sıkma politikaları karşıtı bir hükümet olarak SYRIZA’nın kredibilitesini yerel destekçilerinin ve İspanya, İtalya, Portekiz ve İrlanda’daki denizaşırı potansiyel taklitçilerinin gözleri önünde küçük düşürmek ve yok etmek için alınan siyasal bir karardır.

SONUÇ
Syriza’nın düğümlenmesi AB’nin uzun soluklu Yunanistan suikastinin bir parçasıdır. Yekpare bir insan topluluğu tarafından yapılan epik girişime verilen barbarca yanıt onları yoksulluğun içine attı, kleptokratik muhafazakarlar ve sosyal demokratlar tarafından yönetilmeye mahkum etti.

İmparatorluklar regresif “reformları” çöktü diye ya da “makul” argumanlarla sömürgelerini kuşatmayı bırakmaz.

Brüksel’in Yunanistan karşısındaki tutumuna “hükmet ya da mahvet” politikası rehberlik etmektedir. “Kurtarma politikaları”, para kaynağını Yunanistan aracılığıyla Avro-kontrollü bankalara geri kazandırmak için oluşturulmuş bir edebi kelamdan başka bir şey değildir. Üstelik bu borcun semeresi Yunan emekçilerinin sırtına yüklenmiştir. Brüksel’in “kurtarma politikaları”, adları “troyka” ya da her ne olursa olsun emperyal kuruluşlar tarafından kontrol sağlayabilmek amacıyla kullanılan bir araçtır.

Brüksel ve Almanya görüş ayrılığı yaratan üye istemiyor; çok ufak imtiyazlar tanımayı teklif edebilirler ve böylece Maliye Bakanı Varufakis bunun “kısmi bir zafer” olduğunu iddia edebilir (hilekar ve içi boş bir örtbas etme).

“Kurtarma politikaları” anlaşması Alexis Çipras tarafından “yeni” ve geçmiştekinden “farklı” ya da geçici bir “geri hamle” olarak takdim edilecektir. Almanlar önümüzdeki yıl Yunanistan’ın bütçe fazlası hedefini 4.5’tan 3.5’a düşürmesini “salık verebilir” –ancak bu, iktisadi teşvikler için ayrılan fonların azaltılmaya devam edeceği ve emekli ücretlerinde ve asgari ücrette vs. artışın yine “erteleneceği” anlamına geliyor olacak.

Özelleştirme ve diğer regresif reformlar sona erdirilmeyecek “yeniden müzakere edilecek”. Devlet “azınlık hisselerini” koruyacak.

Plutokratlardan geçmişte yakayı kurtardıkları milyarca avro vergiyi geri ödemeleri yerine bazı “ek vergiler” ödenmesi talep edilecek.

Ne PASOK ne de Yeni Demokrasi kleptokratik ajanları yaptıkları yağma ve talan için mahkum edilmeyecek.

Syriza’nın tavizleri kanıtlıyor ki bunak sağın (The Economist, Financial Times, NY Times, vb.) Syriza tarifi olan “katı sol” ve ultra-sol gerçekte hiçbir temele sahip değil. Yunan seçmenlerinin “gelecek için umut” mottoları bugünün öfkesine dönüşebilir.

Ancak ve ancak tabandan yapılan bir kitle baskısı Syriza’nın teslimiyetini ve Bakan Varufakis’in yavan tavizlerini tersine çevirebilir. Kitle tabanına ihtiyacı olan Çipras, “taviz” anlaşmaların altına imzayı atarak halkın temel çıkarlarını feda ettiği için onu kolayca azledebilir.

Bununla birlikte, eğer AB dogmatizmi ve inatçılığı en lehte anlaşmaları bile feshetmeye doğru giderse Çipras ve Syriza (onların bu arzusu karşısında) Avro İmparatorluğu’ndan çıkmaya ve özgür ve bağımsız bir ülke için yeni, samimi ve radikal bir politika ve ekonomi oluşturmaya zorlanabilir.

Almanya’dan Yunanistan’ın olası başarılı bir çıkışı durumunda Brüksel imparatorluğu başkaldıran diğer vasal devletler de Yunanistan örneğini takip edeceği için büyük ihtimalle AB’yi parçalama yoluna gidecektir. Yalnızca kemer sıkma politikalarından değil dış borçlarından ve sonu hiç gelmeyen faiz ödemelerinden feragat edebilirler. Yekpare finansal imparatorluk- sözde global finansal sistem- sallanabilir.

Yunanistan bir kez daha “demokrasinin beşiği” olabilir.


* Petras'un bu makalesi 21 Şubat 2015 tarihinde yayımlanmıştır. Ara başlıklardan bazıları soL tarafından atılmıştır.