G20 panoraması: 'Demokrasi' ve 'protesto'dan arta kalanlar

Protesto sosyalist devrim eksenli bir siyasi örgütlülüğe evrilmediği sürece, kitlelerin öfkesinin tahliye edildiği etkinliğe dönüşür. İyi ki Hamburg'da, ''Bizim protestomuz, sosyalist devrime çağrımızdır!'' diyenler vardı.

Tevfik Taş

G20 Zirvesi'nin Hamburg sokaklarında tozu-dumanı henüz sönmeye başlarken ilk değerlendirmeler gelmeye başladı.

Der Spiegel'den Christian Stöcker 4 maddede G20 Zirvesi'nin bilançosunu çıkarttı.

Christian Stöcker'e göre, Hamburg bu çapta toplantıların yapılması için uygun bir kent değildir. Kent merkezi büyük zarar görmüştür ve mümkünse bir dahaki G20 Zirvesi ''çölde, adada ya da uçak gemisinde'' yapılmalıdır.

 Stöcker', ''Kara Blok'' olarak kendilerini adlandıran anarşist/otonomcu grupların ''gayrı siyasi yapılar'' olduğunu ifade etmiş. Doğru söze ne denir!

Tekel bayiilerine, dükkanlara saldırıp, araç ateşe vermenin kendileri açısından heyecan verici yanı olabilir ancak bu 'aksiyonculuğun' sol olarak pazarlanması fevkalade hatalıdır.

Bu 'eylemler'in en çok polisin işine yaradığını söylemekte sakınca yoktur. Katılımı düşürmeye dönük polisin çok yönlü faaliyetinin en önemli destekçisi bu tip ne idüğü belli olmayan kör şiddet olduğunun altı çizilmelidir.

Stöcker, üçüncü olarak polis şiddetine dikkat çekiyor. ''Polise hukuk devletinin başka türlü de yorumlanacağı duygusunu verirseniz, olacağı budur'' diye polis şiddetininin ne oranda keyfilik içerebileceğinin örneklerini vererek altını çiziyor.

BURJUVA DEMOKRASİSİNİN SINIRLARI

G20 Zirvesi Hamburg özelinde burjuva demokrasisi olarak dillere destan edilen efsanenin nasıl büyük bir yalan olduğunu göstermesi açısından da iyi bir örnek oldu.

Hamburg'da 10 gün boyunca demokrasi askıya alındı. Temel yurttaş hakları devlet tarafından ayaklar altında çiğnendi. Keyfilik sınır tanımadı. Kafede otururken karga tulumba polis tarafından tartaklanarak alınıp, birkaç saat sonra ''sen değilmişsin'' diyerek sokağa salınan mı istersiniz, iş yerine gitmesine olanak verilmeyen esnaf ya da işçi mi istersiniz...

Zirve boyunca G20 kapsamında sosyal medya hesabı okunmayan, telefonu dinlenmeyen, e-mail adresi taranmayan kimse kalmadı. Yurttaşların seyahat özgürlüğü ile iletişim özgürlüğü gece yarısı çıkartılan özel yasa haricinde bir de keyfi olarak kısıtlandı.

G20 Zirvesi burjuva demokrasisinin sınırlarını göstermesi açısından bir kez daha ibretlik olmuştur.

AFRİKASIZ AFRİKA

Christian Stöcker en son olarak, ''Bu zirvenin hiçbir getirisi olmamıştır'' saptamasında bulunuyor. ABD bildiğiniz ABD, Afrika başlığı bildiğiniz gibi kaldı, bütün anlaşmazlıklar olduğu gibi kaldı, değerlendirmesinde bulunuyor.

48 Afrika ülkesinden tek birinin dahi Zirve'de temsil edilmememesi, buna karşın ele alınan 5 maddeden birinin Afrika olması ne yaman bir çelişkidir!

Emperyalist Almanya'nın kudretli Maliye Bakanı Wolfgang Schäble, ''Afrika ile ortaklık'' önerdi. Önceki paylaşımda Afrika'da sömürge edinme yarışında geç kalan Almanya'nın, emperyalistler arasında kartların yeniden karılmaya çalışıldığı günümüzde elini çabuk tutmak istediği anlaşılıyor.

ZİRVE, KOALİSYON ORTAKLARI ARASINDA DOLAYLI SEÇİM SAVAŞINA SAHNE OLDU

Zirve'den geriye kalan bir başka tartışma, Hamburg Belediye Birinci Başkanı Olaf Scholz'un süreci iyi yönetemediği gerekçesiyle istifasının istenmesi oldu. Sosyal demokrat SPD'li Olaf Scholz'un istifa talebi bizzat kolalisyon hükümet ortağı Hristiyan Demokrat Birlik Parti'den geldi.

Eylül sonunda yapılacak genel seçimlerde olası rakiplerden biri temizlenmiş olacaktı. Çünkü CDU karşısında bir türlü güç toplayamayan SPD, Olaf Scholz'lu G20 Zirvesi'nde artı puan toplama derdine düşmüştü. SPD önderliği, patenaj yapmaktan kurtulamayan çiçeği burnundaki yeni genel başkanı Martin Schulz'u, Olaf Scholz ile ikâme etme kaygısına kapıldı. Fakat hesap tutmadığı gibi, tersine döndü.

Peki, bu tersine dönüşü sağlayan gerekçe neydi?

'KARA BLOK' VE 'KIRIP DÖKEN AŞIRI SOLCULAR' ALGISI

Gerekçe, kendilerine ''Kara Blok'' adını veren, sayıları polise göre 8 bini bulan anarşizan/otonomcu grupların kent merkezinde şiddet uygulayarak, kimi mekân ve araçlara zarar vermesiydi.

Bir hafta boyunca süren Zirve'yi protesto eylemliliklerinin 30 farklı çehre altında sürmesinin hiç bir ehemmiyeti yoktu polis ve anaakım medyanın büyük bölmesinin gözünde. Varsa da yoksa da ''kırıp döken aşırı solcular!''

İşler o kadar şirazesinden çıktı ki, ülkenin en çok satan Bild gazetesi, zanlı ile suçlu arasında ayrım gözetmeden hedef gösterdi. Boy boy fotoğraflar yayımlayarak, sürek avına çıktı.

Onbinlerce insanın bir hafta boyunca katılıp, protesto ettiği eylemler zincirine polis tarafından sistemetik bir şekilde müdahale edildi. Sol Parti milletvekillerinden Sabine Leidig, ''polis kışkırttı'' dedi. Leidig Spiegel, NDR, DLF gibi medya kurumlarını da şahit gösterdi. ''Onların tanıklığına başvurun'' dedi. Bir başka Sol Parti milletvekili Sabine Boeddinhausen, ''Hamburg şimdi polis devletidir'' diye tepki gösterdi.

POLİSİN DENETİMLİ KAOS STRATEJİSİ

Polis devletine rağmen kentin en bilindik bölgesinde bunca olay nasıl olabildi?

Her şey ''denetimli kaos'' stratejisi çerçevesinde gelişti. Denetimli kaosun planlayanı polis, figüranı kara maskeli anarşizan/otonumcu gruplar oldu.

Siyaset bilimci Armin Pfahl-Traughber Zirve sonrasını değerlendirdiği DLF röportajında ''Kara Blok'' adı verilen anarşizan/otonomcu gruplarla ilgili olarak, ''Başka bir toplum alternatifleri bulunmuyor'' derken hiç de haksız sayılmaz. Şiddeti hem araç hem de amaç olarak gören bu tip örgütlülüklerin ''klasik anarşizme benzemediğine'' dikkat çekiyor. Bir otonom deyimi olan ''Taş elden fırladığında, sen özgürsün'' sözüne atfen şiddetin amaç/araç birliğinin altı çiziliyor.

Leninistler, kapitalist devletin şiddet tekelini kırmanın bireysel kör şiddetten geçmediğinin, siyasal devrim denilen sürecin tam da kapitalist düzenin çanına ot tıkamak olduğunu kitlelere bıkmadan usanmadan anlatmak durumunda kalıyor. Modern burjuva devlet yalnızca vergi ve şiddet tekelini elinde tutmaz. Asıl tekeli, özel mülkiyet rejimidir. Özel mülkiyet rejimi sosyalist devrim ile alaşağı edilmeden diğer iki tekelin ortadan kaldırılması olanaklı olamaz.

Bu bağlamda polis, onbinlerce insanın haklı öfkesini haykırdığı protesto eylemlerini bir avuç maceracının danışıklı dövüşlü şiddet 'eylem'lerinin gölgesinde bırakmayı başardı.

KALABALIK MI, ÖRGÜTLÜ KİTLE Mİ?

Büyük kalabalık ile örgütlü kitle arasındaki fark G20 Zirve'sinin protesto edilme günlerinde bir kez daha gözler önüne serildi.

Milyonluk kitle gösterilerinde eylemin vuruculuğunu belirleyen kriter, sözü geçen hareketliliğin karşı olunan şeyi engelleme/caydırma gücü kadar, kitlenin örgütlülük oranıdır da. Kitlenin politize olmasından anlaşılan coşkunluk hali ya da anlık refleksleri değildir. Verili eylemin başarısı ya da başarısızlığından bağımsız olarak, kitlenin düzen dışına sarkma istenci ve kararlılığıdır. Bu kararlılığı belirleyen asıl irade ise, örgütlü bir politikleşmedir.

Kitlenin politikleşmesi örgütlülükle olur ve tersi: Politikleşen kitle örgütlü olmak durumundadır.

Bu minvalde, ''protesto'' kavramının politik örgütlülükte yeterli bir kavram olmadığının altı çizilmelidir. Kurucu değerlerden yoksun bir protesto refleksi, ilerletici ve kalıcı olamaktan uzaktır.

Kurucu değerlerden yoksun bir karşıtlık fikrinin meşruiyet sorunu olmasa bile, başarı sorunu vardır. Siyasi iktidar kavramı ile kavgalı bir protestoculuk tarzının sol siyasetle yolu kesişmez. Misal olarak,  G20 protestolarına aktif olarak katılan ''Hazcı Sol'' (Hedonistische Linke) adlı grubun niyetlerinden bağımsız olarak, solda kalma ihtimali sıfırdır. Çünkü siyasi iktidar kavramı ile kavgalıdırlar. Bu da yetmez: İşçi sınıfının devrimci rolüne inaçları olmadığı gibi, sınıf sömürüsü kavramını toplumsal dinamikler ile ''eşitlerden biri'' saydığı için, fiili olarak da sol siyasetin kulvarında yer almazlar.

ANARŞİZAN/OTONOMCU YAPILAR İLE SİVİL İTAATSİZLİK ÇİZGİSİNİN ORTAKLIĞI, HER İKİ EĞİLİMİN DE SİYASET DIŞI OLMASIDIR

Şiddeti hem amaç hem de araç olarak ele alan gayrı siyasi anarşizan/otonumcu yapıların tam karşı kulvarında yer alan ''sivil itaatsizlik'' kavramına da bakmakta yarar var. Keza, G20 protestolarında bir diğer eğilimi temsil eden en etkili diğer öge bu çizgiydi.

''Sivil itaatsizlik'' kavramını ''Yeni Sol'' meşrebi üzerinden sosyalist sola lehimlemek isteyen yapılarla en çok protesto hareketlerinde karşılaşıyoruz.

Yeni Sol, Bolşevizme itiraz olarak doğdu. Düzen içi bu akımda toplumsal dinamikler, kimlik ve çevre hareketleri sınıf sömürüsü kavramının yerine ikâme edilmiştir. Siyasi iktidar için mücadele anlamızdır. Özeti bu.

Yeni Sol'un Amerika kaynaklı sivil itaatsizlik kavramını sol siyasete boca etme gayretinde Bolşevizmden kaçma itkisi kadar, düzende iyileştirmelerin olabileceği varsayımı da etkili olmuştur. Her ikisi de Amerikalı olan Henry David Thoreau ve John Rawls'ın iki farklı zaman aralığında (ilki 19. yüzyılda, ikincisi 20. yüzyıl da) benzer bir protesto biçimini kuramlaştırmaya çalışmışlardı.

Köleliğe karşı Thoreau sivil itaatsizlik yaparken, Rawls kapitalizmin liberal yorumunun faşizme gereksinim olmadan nasıl garanti altına alınabileceği üzerine kafa yormuştu. Sivil itaatsizlik (ebette şiddetsiz ve düzen değişikliğini talep etmeden) sistemin bekası için nasıl işlevlendirilebilir, diye hukuki ve ahlakî önermelerde bulunmuştu.

John Ralws, kapitalizmin bekası için devlet dışı alanın düzen lehine nasıl mobilize edilebileceğini önerdiği için, son derece önemli bir düzen kuramcısıdır.

Güncel bir örnek.

''Kim işlevli bir demokrasi istiyorsa protestocularla yaşamayı bilmelidir. Parkta gecelemek isteyen insanlar ve miting yapanlar egemenleri rahatsız etmiş olsa bile (...) Birkaç solcunun kent içindeki park alanlarında çadır kurma özgürlüğü değildir asıl sorun. Sorun, bu toplumun temel haklarının DNA'sıyla ilgilidir. Protestolar demokrasiye ait bir şeydir. Elbette barışçıl olmak koşuluyla.''

Bu sözler Almanya'nın iki büyük günlük sosyalist gazetesinden Neues Deutschland gazetesinin şefi Tom Strohschneider'a ait.

Yeni Sol'cu Tom Stohschneider ''demokrası'' diyor, ''egemenler'' diyor, ''barışçıl olmak'' diyor...

Velhasıl, Kara Blok'un söyleyip yaptıklarının tam tersini yapmakla birlikte, düzen dışını hedeflemeyerek siyasetsizleşiyor...

Sınıf karekteri tanımlanmamış demokrasiye biat bekliyor. Egemenler derken de lafı geveliyor. Egemen tanımsız bir laf. Doğrusu burjuvazi, kapitalizm ya da emperyalizm olmalıydı. Barışçıl olmak, diyor.

Şiddetin kaynağı sömürü düzeni olduğu sürece, bu düzeni ayakta tutup korumaya çalışan devlet aparatını yıkmaya çalışmak niçin manyakça bir şiddet taraftarlığı olarak nitendiriliyor ki! Engels'in deyimiyle, ''İşçi sınıfının en tarihsel ve en meşru hakkı devrim yapma hakkı''dır ve hiçbir demogojik ''şiddet'' kategorisi altında gayrı meşru ilan edilemez.

KİTLELERİN ÖFKESİ TAHLİYE EDİLMEK İSTENMİYORSA: PROTESTO DEĞİL, SOSYALİST DEVRİM

G20 protestolarında bol bol ''alternatif siyaset'', ''sivil itaatsizlik'', ''öteki siyaset'' sözlerini duyduk. Adil dünya ticaretinin sağlanması, doğanın korunması, demokrasinin güçlendirlilmesi ve sosyal adaletsizlikle mücadele başlıklarında derde deva olduğu ilan edilen siyasi yönelim bu markalar altında anons edildi.

''Öteki siyaset!''

Öteki siyasettin dile getirilmeyen temel varsayımında, ''iyi ve doğru temellere dayalı düzen''  tamir edilmeye gereksinim duyuluyor. Sermaye diktatörlüğünden, emperyalist barbarlıktan sakın söz etmeyin. Yoksa sizin ''kaba solcu'' olarak damgalanma riskiniz çok yükselir. Hem devrim de çocuklarını yemiyor mu?  Bulaşmayın!

Protesto sosyalist devrim eksenli bir siyasi örgütlülüğe evrilmediği sürece, kitlelerin öfkesinin tahliye edildiği etkinliğe dönüşür. İyi ki Hamburg'da, ''Bizim protestomuz, sosyalist devrime çağrımızdır!'' diyenler vardı.