Erdoğan, Körfez'le nikah tazelerken: Bahreyn'de neler oldu?

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Körfez seyahatinin ilk durağı olarak Bahreyn'i ziyaret etmişti. Bahreyn yönetimiyse 2011'den bu yana kendi halkına karşı ciddi insanlık suçlarına imza atmış durumda.

Emre Köse

Arap Körfezindeki ABD ve İsrail müttefiki petro-dolar şeyhliklerinin yüzölçümü olarak en küçüğü, şu günlerdeyse tansiyonun en yüksek olduğu yer Bahreyn.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Körfez ülkelerine gerçekleştirdiği seyahatin ilk durağı olarak Bahreyn'i ziyaret etti.

Erdoğan, Bahreyn'den eli boş dönmeyerek Bahreyn yönetimi tarafından Şeyh İsa bin Salman El-Halife madalyasıyla ödüllendirilirken Bahreyn emiri ve Erdoğan arasında karşlıklı işbirliği sözleri verildi.

Erdoğan, Bahreyn Kralı Hamad Bin İsa El-Halife ile gerçekleştirdiği ortak basın toplantısında, “Ortak gayretlerimizle Türkiye-Bahreyn kardeşliğini güçlendirmeye, farklı alanlarda kök salmaya devam edecektir. Türkiye, hem iyi hem de kötü gününde Bahreyn’in yanında olmayı sürdürecektir.'' şeklinde konuştu.

Türkiye'yle dostluğunu pekiştiren Bahreyn'in 2011'de başlayan ayaklanmalardan bu yana özellikle ülkedeki Şii nüfusa yönelik baskıları dinmek bilmiyor.

Bahreyn yönetiminin her Körfez şeyhliği gibi ABD ve İsrail ile dost olduğu, Suudi Arabistan'ın kurduğu koalisyona dahil olarak Yemen işgaline de katıldığını hatırlatmak gerekir.

Suudi Arabistan'ın doğusundaki Katif bölgesinde yaşayan Şii nüfusun bir nevi ''kanaat önderi'' sayılabilecek Şeyh Nimr'in uzun süren tutukluluk sürecinden sonra bir gece ansızın idam edilmesi Katif'te isyanın başlamasına sebep olurken Bahreyn'de de 2011'de başlayan fakat 2013 sonrasında hafifleyen halk ayaklanmalarının da tekrar ivme kazanmasına neden olmuştu.

Bugünün aksine Bahreyn'de, 2011 yılında başlayan ayaklanma açıkça hanedanlığın yıkılması talebini içermiyordu.

Bahreyn'de ilk protesto gösterileri 2011 yılı Şubat ayınının ortalarında başlarken ayaklanmalarda etkin rol oynayan ve Bahreyn'de yaklaşık yüzde 70'i oluşturan Şii nüfusun temsilcisi olan El-Vefak Hareketi'nin de dahil olduğu diğer tüm muhalif unsurlar, başlarda ''siyasal reform'' ve ''anayasal monarşi'' talep ediyordu ve bu talep daha sonra, halk protestolarına vahşice saldıran El-Halife hanedanlığının devrilmesi yönünde açık bir çağrıya dönüşmüştü.

Bu süreç içerisinde neredeyse tüm Arap ve dünya medyası Bahreyn'de yaşananlar konusunda sessizliğini sürdürürken ve Lübnan, İran, Irak gibi ülkelerden belli başlı medya organları dışında (Al-Mayadeen, Al-Manar, Al-Alam vb.) belki sol ve ilerici sayılabilecek çoğu medya kanalı Bahreyn yönetimine karşı ayaklanan ve polis şiddetine direnen bir kitlenin varlığını unuttu.

Bu arada Arap Birliği ise önce durumu göz ardı etti ve daha sonra, Bahreyn yönetimine sahip çıktı.

MONARŞİNİN 'DEMOGRAFİ' KURNAZLIĞI

Bahreyn yönetimin yaptığı ise bekleneceği üzere, ülkedeki muhalefeti ''mezhepçi Şii'' bir hareket olarak tanımlayıp, daha sonra da dışarıdan, ''İranlılar tarafından Körfez ülkelerinin istikrarını bozmak için içeriye getirilmiş bir şey'' olarak göstermek oldu. 

Sonra da kitleleri cahillikle ve ülkeyi bölmekle suçlamaya başladılar.

Hatta Bhareyn yönetimi, ülkede yüzde 70'i oluşturan ve neredeyse tamamı muhalif kabul edilecek Şii nufusun varlığına karşı, ülkede demografik değişimler üretme yöntemine bile başvurdu.

Nisan 2014'te Lübnan merkezli Al-Akhbar gazetesinden Yusuf Harb'ın haberine göre Bahreyn yönetimi 2012 yılında ülkenin demografisini değiştirmek amacıyla sistematik olarak yabancılara vatandaşlık vermeye başladı.

Bu durum, belli özelliklere sahip ve belirlenmiş ülkelerden gelmiş olan onbinlerce yabancının Bahreyn vatandaşlığı alarak, Şiilerin devlet kurumlarında adil temsil hakkını ortadan kaldıracak şekilde yeni bir mezhep çoğunluğu oluşturmasına neden oldu.

SURİYE'DEN ÜRDÜN'E, ÜRDÜN'DEN BAHREYN'E

2012 yılının yaz aylarında Suriye krizinin tırmanışa geçişi ve Suriyeli mülteci akışıyla, Ürdün'ün El-Mafrik kentinin doğusunda Ez-Za'atari kampı kuruldu. 

Bunun sonucunda kamp, Bahreyn'e taşınacak yeni yerleşimciler için geniş bir rezervuar haline geldi.

Ez-Zaatari kampındaki Suriyeli mültecilere odaklanan Bahreyn yetkilileri, ülkelerinin Ürdün'deki büyükelçiliğinde bir ofis kurdular ve daha sonra Suudi istihbarat yetkilileri ve Ürdün güvenlik güçleriyle koordinasyon içinde, kamp yakınlarında bir büro açtılar.

Burada, mültecilere Bahreyn aksanıyla konuşma dersleri verilmesi, kadınlara geleneksel Bahreyn yemeklerini pişirmenin öğretilmesi, onlara Bahreyn kasabalarının ve sokaklarının tanıtılması, ilave olarak ülkenin tarihsel ve coğrafi arka planıyla ilgili meselelerin öğretilmesi ve elbette onların zorlu durumlarının, onlara rejime sadakat aşılanması için sömürülmesi de dahil olmak üzere, adayları Bahreyn vatandaşlığına hazırlayacak bir merkez kurdular.

Yusuf Harb'a göre Bahreyn yetkilileri, Bahreyn vatandaşlığı arayan bireyler ve aileler için net tanımlanmış şartlar belirledi. Buna göre şehirlerden gelen mültecileri dışladılar ve Halep, Hama, Humus, Deyrezzor ve Şam kırsalından gelenlerin lehine düzenleme yaptılar ancak Dera kırsalını hiçbir açık neden olmaksızın dışarıda bıraktılar. Doğal olarak adaylar Sünni olmalıydı, zira süreç, Sünni mezhebine ağırlık vermeyi amaçlıyordu. Ayrıca Ürdün'deki mültecilere öncelikli statü verildi, çünkü onlarla temas kurmak ve Ez-Zaatari kampı yakınlarında bulunan merkezde onları eğitmek daha kolaydı.

KUVEYT ÖRNEĞİ

Bahreyn yönetimi, kendi ülkelerindeki istihbarat servislerinin desteğiyle Suudi vatandaşlarını da vatandaşlığına aldı. Nitekim Suudi Arabistan, demografik ve mezhepsel değişimler için Körfez'in en büyük deposu olarak görülüyor. Geçmişte yüzdelerin eşit olmasına rağmen son otuz yılda Şii yurttaşların oranının yüzde 20'ye kadar indiği Kuveyt, bu olgunun bir örneğidir.

Kuveyt'in demografisi 1991'deki Irak işgali sonrasında değişmiştir. Ülkenin 560 bin olarak tahmin edilen nüfusu, yaklaşık 500 bin Suudi'ye vatandaşlık verilmesinin ardından 1 milyon 250 bine yükselmiştir.  

İstatistiklere göre Bahreyn nüfusu 2 miyon 230 bin olarak tahmin ediliyor ve bunların sadece 570 bini Bahreyn vatandaşlığına sahip. Bunların yüzde 70'i Şii.

ŞİİLERE YÖNELİK AYRIMCILIK

Bahreyn'de yabancıların vatandaşlığa geçirilmesi eskiden yavaş bir tempoyla ilerler ve ağırlıklı olarak Bangladeş ve Hindistanlı (Sünni) göçmen işçileri kapsardı. Ancak demografik dağılım temelinde Şiilerin daha iyi temsili çağrısı yapan 2011 protestolarından bu yana yetkililer, art niyetli bir vatandaşlığa alma kampanyası başlattılar.

Bahreyn nüfusunun büyük çoğunluğunu Şiiler oluştursa da Bahreyn’deki kanunlar, Bahreyn Şiilerini ülke topraklarının yüzde 40’ında yaşama hakkından yoksun bırakıyor; örneğin Riffa şehri onlar için yasak bölgelerden birisi. 

Şiiler genellikle Bahreyn’deki sosyal sınıfların alt kısımlarında kalırken, en önemli mevkiiler Sünnilere veriliyor. Şiiler polis teşkilatında veya orduda istihdam edilme hakkına sahip değil; çocukları farklı ve düşük seviyeli okullarda eğitim görüyor ve banka hesapları konusunda Sünnilerin aksine sınırlı haklara sahipler.

1999 yılında Hamad bin İsa El-Halife'nin Bahreyn emiri olmasına Şiiler olumlu yaklaştı. Hamad, 1999 yılından 2002 yılına kadar Bahreyn’e pek çok siyasi reform getirdi. Ancak 2002’den itibaren tutumları değişti ve iskan ve işlerdeki ayrımcılık, askere yabancıların alınması ve Bahreyn’in demografik yapısını değiştirmek üzere başka ülkelerden Sünni aşiretlerin getirilmesi yeniden başladı.

Global Research'ten Amir A. Amirshekari'nin haberine göre, 2010 yılında muhalefet oyların yüzde 60’ını almasına rağmen parlamentodaki 40 sandalyeden yalnızca 18’ini elde etti.

Aynı yıl 23 siyasi aktivist, terörizm suçlamasıyla tutuklandı. 

Bahreyn hükümeti, vatandaşlık verilen yabancıları polis teşkilatında veya tamamen kraliyet ailesine sadık özel teşkilatlarda istihdam ediyor.

Yeni gelenler, Bahreyn vatandaşlığı almaya ilave olarak, yerli Şiilere ve hatta Sünnilere kıyasla pek çok ayrıcalık da elde ediyor. Örneğin yeni vatandaşlar kamu lojmanlarını kullanma ayrıcalığını hızla elde ediyor; yerli halk ise bu lojmanları kullanabilmek için yirmi yıl, hatta daha uzun süre beklemek zorunda kalabiliyor. Yerli Bahreynlilerin çoğu işsizken, yeni vatandaşlar Bahreyn’e yerleşir yerleşmez işe alınıyor.

ABD-BAHREYN İLİŞKİLERİ

Şüphesiz, ABD’nin Bahreyn hanedanlığıyla da ilişkileri gayet iyi.

ABD 5. Filosu, Bahreyn’deki ABD Deniz Kuvvetleri Merkez Komutanlığı’yla aynı karargâhları kullanıyor. Diğer yandan, 2012 yılında El-Vefak partisiyle bakan yardımcısı düzeyinde görüşmüş olan Rusya, o tarihten bu yana, bütün siyasi partilerin birbiriyle yapıcı bir diyaloğa girmesini umudunu ifade etti. Ancak bu talep Bahreyn hükümetinden her zaman olumsuz yanıt aldı.

Bahreyn yönetimi bu tavırda hala ısrarcı, El-Vefak Hareketi'nin lideri Şeyh Ali Salman ise Mart 2011'de başlayan protestolar sonrasında ''halkı kin ve öfkeye teşvik etmek'' suçlamasıyla 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

El-Vefak Hareketi üyelerine yönelik baskılar tüm şiddetiyle devam ederken hareket, kendisini feshettiğini açıkladı.

Değinilmesi gereken en önemli noktalardan biriyse şu; Nisan 2011'de, göstericiler ve polis arasındaki çatışmalar tüm şiddetiyle sürerken El-Halife hanedanlığının ABD’deki en büyük İsrail lobisi AIPAC’la gizli ilişkileri ortaya çıktı.

HANEDAN, SİYONİSTLERLE SIKI FIKI

İri cüssesiyle meşhur Bahreyn Dışişleri Bakanı Şeyh Halid bin Ahmed El-Halife’nin Washington’da dünyadaki en etkin İsrail lobisi olarak tanınan AIPAC’a yaptığı gizli ziyaretin fotoğrafları yayımlanarak “Hepimiz şu gerçeği idrak etmeliyiz. İsrail Ortadoğu’da tarihi bir kimliğe sahiptir, başkaları istemese de sonsuza kadar da bölgede kalacak ve bölge ülkeleriyle İsrail arasında barış anlaşmaları yapılacaktır.” ifadelerini içeren konuşmasının metni sızdırıldı.

Bununla beraber yine Nisan 2011'de, Sınır Tanımayan Doktorlar Birliği yaptığı açıklamada, Bahreyn’deki sağlık personellerinin hükümet güçlerinin saldırı ve tehditleri altında çalıştığını belirterek hastane ve kliniklerin göstericilerin belirlenmesi, tutuklanması ve işkenceye uğratılması için kullanıldığını duyurdu.

Bunun yanı sıra Uluslararası Savaş Suçlularını İzleme Birliği Yürütme Kurulu Başkanı Luai Dib, yine Nisan 2011'de Bahreyn yönetiminin halka yönelik cinayetleri örtbas etmeye çalıştığını belirterek “Bahreyn’de aralarında İngilizlerin de bulunduğu çeşitli Avrupa ülkelerine mensup kişiler var ve bunlar Bahreynlileri işkenceden geçiriyor.” şeklinde bir açıklamada bulundu.

Bahreyn'de son günlerde iç gerilimi trmandıran bir başka olaysa, 3 siyasi tutuklunun hükümet tarafından infaz edilmesi oldu.

Abbas el-Semia, Ali el-Senkis, Sami Meşima isimli bu üç kişi, Bahreyn'de Mart 2014'teki bombalı saldırıda üç güvenlik görevlisini öldürdükleri iddiasıyla tutuklanmıştı.

Bahreyn'deki temyiz mahkemesiyse 9 Ocak 2017 günü görülen duruşmada, bu üç kişi hakkında idam kararını onaylamıştı.

Bombalı saldırıyla ilgili davada yargılanan sanıklardan yedisi müebbet hapis cezasına çarptırılırken, idam cezası verilenlerin de aralarında olduğu sekiz kişinin Bahreyn vatandaşlığından çıkarılması yönünde karar alınmıştı.

Bahreyn Demokrasi ve Haklar Enstitüsü'nün başkanı Sayed Ahmed El-Vedai ise idamların uygulanmasını "Bahreyn tarihinde kara bir gün" olrak nitelendirirken, "Bahreyn hükümetinin işlediği en iğrenç suç. İktidardakilere lanet olsun." şeklinde bir açıklamada bulundu.

Bu olayın hemen ardından Bahreyn'de yüzlerce kişi sokaklara dökülerek, ''İdama hayır'' sloganıyla henüz devam eden protesto gösterileri düzenlemeye başladı.

Zulm ile abad olunmayacağı açık, gerçekçi olmak gerekirse de Bahreyn yönetimi, bunca sıkı dosta sahipken Bahreyn halkının kısa vadede rahata kavuşamayacağı açık.