Emperyalizmin krizini haritalandırmak: Suriye paylaşılırken halklara düşen

Uzun yıllar ABD’nin Ortadoğu’yu düzlemesinin önündeki en büyük engellerden olarak görülen Suriye, krizle birlikte güçsüz düştü ve paylaşılmaya hazır hale geldi. Suriye’nin paylaşılması, halklar arası düşmanlığın ve sonu gelmez bir cihatçı yıpratma savaşının başlaması demek.

Erman Çete

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tarih sahnesinden çekilirken, yeni dünya düzeninin kokusunu ilk alanların başında, siyaset kurdu Hafız Esad geliyordu. Sosyalist sistemin dağılması, Suriye açısından birbiriyle bağlantılı iki sorunu ortaya çıkartıyordu: Suriye, en büyük güvenlik garantisini kaybediyor ve buna paralel olarak, İsrail işgali altındaki Suriye topraklarını askeri yollarla geri almanın ortadan kalktığı görülüyordu.

Devir, sosyalizmsiz dünyaya ayak uydurma devriydi ve Baba Esad, dümeni ABD’ye doğru kırıyordu. Arap-İsrail sorununun “çözümünde” bir çıban başı olarak duran Suriye, “barış süreci”ne dahil edilmeye çalışılıyor, bu sırada Suriye Baası’nın tarihsel rakibi Saddam Hüseyin’in dişleri, Arap rejimlerinin desteklediği ABD tarafından sökülüyordu.

Ta o zamandan beri, Suriye’nin İsrail ile “barışma” için öne sürdüğü en büyük istek, işgal altındaki Golan Tepeleri’nin iadesiydi. Buna, emperyalist sistemle “bağımsız” bir entegrasyon, ayrıca liberalizasyon da eşlik ediyordu. Emperyalizmin buna karşılık istediğiyse, İran (ve Hizbullah ile Hamas) ile Şam’ın bağlarını kopartmasıydı. Refik Hariri suikastinden sonra Suriye Lübnan’dan çıkmaya zorlanmış, Şam uluslararası planda izole edilmişti. Emperyalizmin Suriye’ye sokmaya çalıştığı Truva atı ise, AKP Türkiyesi’ydi.

SURİYE’NİN BERLİN’İ YA DA DAYTON’U

Suriye’ye emperyalist müdahalenin bu gevşeme ve kasılma döngüsü, 2011 ile birlikte başka bir boyuta geçti. Bu dönem, vekâlet savaşı yoluyla rejim değiştirme operasyonuydu. Libya modeli, Yemen modeli, İhvan’ı Şam yönetimine ortak etme derken, ufukta görünen son, Şam’ın kendi kontrolündeki bölgelerde boyun eğmemesi, ancak Suriye’nin artık etki alanlarına bölünmesi. Kimileri, 2. Dünya Savaşı sonrası bölünmüş Berlin ve Almanya’ya, kimileri ise Yugoslav İç Savaşı’nı -güya- sonlandıran Dayton Anlaşması’nı hatırlatıyor. Ancak bütün bu paylaşımların hukuki bir statüye bağlanıp bağlanmayacağı hâlâ meçhul. Bu da, savaşın kısa vadede dahi bir dekreşendoyla bitmeyeceği anlamına geliyor.

Bununla birlikte, Suriye’ye biçilen donun yalnızca Suriye’den ibaret olmadığını akılda tutmak gerekiyor. Esadlı çözüme razı görünen emperyalizm, bir yandan yıpratma savaşını sürdürürken, bir yandan da ülkeyi bölmeye ve İran-Hizbullah gücünü kırmaya çalışıyor.

Yeni ABD yönetiminin Suriye’de başa “IŞİD’le mücadele”yi yazması ve bölgede İran karşıtı bir ekseni konsolide etmesi, Şam-Tahran-Beyrut eksenine düşman olarak bilinen öznelerin yan yana gelişine vesile oluyor. Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan ve Ürdün, Suriye’yi dört bir ucundan tırtıklamak için ABD’den himmet diliyorlar. Buna, biraz aşağıda değineceğimiz Rojava’yı da eklersek, “yedi düvel” tarafından ısırılan Suriye’nin geleceğinin pek parlak olmadığı, bununla birlikte emperyalist dünya için de karın ağrısı olmaya devam edeceğini görmek mümkün olur. Ancak Filistin sorununda ABD’nin yol katettiği görülmelidir. “Arap baharı” ve Suriye krizinin yarattığı “fırsat”, Arap dünyasında Filistin sorununun gündemden düşmesini, İsrail düşmanlığının yerine açık İran düşmanlığının geçmesini, emperyalizm ve siyonizm açısından “müjdeliyor.” Yanı sıra, artık Amerikan karşıtlığı geri çekilmiş, Irak’a katil olarak giren ABD IŞİD’le mücadele bahanesiyle bölgeye kurtarıcı olarak geri dönmüş, Arap rejimlerinin liberal ve halk düşmanı politikaları İslamcı “uyanış” ile örtülmüş ve geriye birçok açıdan toplumsal mücadeleler açısından bir enkaz kalmıştır. Dileyen, “başarı hikâyesi” olarak sunulan Tunus’a bakabilir.

SURİYE İÇİN YARIŞ

Güncel duruma bakalım. İran, Rusya ve Türkiye arasında varılan çatışmasızlık bölgeleri mutabakatı, ilk bakışta ve haklı olarak, Suriye’nin paylaşılması anlaşması olarak görülüyor. İdlib ile birlikte Lazkiye, Halep ve Hama’nın bazı bölgeleri; Humus’un kuzeyi; Şam’daki Doğu Guta bölgesi ve Güney Suriye’de Kuneytra ve Dera ordu ile “muhalifler” arasındaki çatışmaların durdurulduğu, insani yardımın yapıldığı ve garantör ülkelerin ateşkesi gözledikleri bölgeler olarak belirlendi.

Bununla birlikte, “yarış” daha yeni başlıyor. Suriye ordusu, ateşkes bölgelerindeki askerlerini, orta ve doğu Suriye’ye kaydırma olanağı buldu. Bu noktada, Palmira ve Deyrezzor cepheleri çok büyük önem taşıyor. Rusya ve Suriye ordusu, Deyrezzor’daki IŞİD kuşatmasını kırmaya hazırlanıyor.

Deyrezzor, 2,5 yıldır IŞİD kuşatması altında olmasının yanı sıra, Irak ile Suriye’nin “birleşmesini” engellemesi ve Suriye’nin bölünmesini gündemde tutması açısından da önemli. ABD, açıkça Suriye ordusunun Irak sınırına yerleşmesini istemiyor. Bunun için, Ürdün ve İsrail’in de desteklediği ÖSO güçleri, Dera’dan Şam’ın doğusuna, oradan da Irak-Suriye sınırındaki El Bukemal sınır kapısına ulaşmaya çalışıyor. Bu cephe, Güney’den Irak sınırına uzanıyor ve ne tesadüftür ki, tam bu sıralarda Ürdün, Suriye’ye asker göndermeyi ve içeride tampon bölge kurma planını açık ediyor (Bu yazı yazıldığı sıralarda, ABD, İngiltere ve Ürdün kuvvetlerinin sınıra yığınak yaptığı haberi geldi). İsrail’in Dürzi bölgesi için aynı planı düşündüğü de hatırlanırsa, tablo tamamlanıyor: Kuzeybatıda Türkiye destekli cihadistan, kuzeydoğuda ABD destekli Rojava, Irak-Suriye sınırında istikrarsız bir Sünnistan, güney sınırında ise Ürdün-İsrail destekli tampon bölge.

Tam bu noktada, KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun’un Rusya karşıtı “sert” açıklamaları ve savaşın İran’a yönelebileceğini ima etmesi bir kenara not edilmelidir. Bununla neredeyse aynı zamanda, PYD yetkilileri Akdeniz’e uzanmalarının “yasal hak” olduğunu iddia ederken, Rakka’dan sonra İdlib ve Deyrezzor’a da yönelebileceklerini belirtiyorlar. Bütün bunlar, Kürt siyasetinin “mecburiyetten” ABD ile ittifak kurduğuna ilişkin “Türk solu”nun ahmakça temennisini tuzla buz ediyor. Suriye’nin paylaşılmasında herkes üzerine düşen rolü yerine getirmek için isteğini ortaya koyuyor.

RUSYA’NIN ORTADOĞU KAPISI OLARAK SURİYE

Peki bu tabloda Rusya nerede duruyor? Suriye ile birlikte Ortadoğu siyasetine dönüş yaptığını kanıtlayan Rusya, Suriye’deki kapıdan yalnızca Suriye’ye değil, Libya’ya, Lübnan’a ve Körfez’e de giriş yaptı. Pek dikkat çekmese de, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Suudi destekli kukla Yemen hükümetinin başı Abdrabbu Mansur Hadi’ye yönelik sert tutumları ve Yemen işgalinden çekilmek istemesi, açık ki Rusya’nın rolüyle ilgili. BAE ile Rusya arasındaki ekonomik ilişkilerin gücü, Libya’da da ortaya çıkıyor: BAE ve Mısır destekli Halife Haftar, Rusya tarafından da besleniyor.

Bununla birlikte, Rusya, Suriye için ABD ile savaşa girecek değil. Dahası, Trump dönemi ile birlikte başlamayan, Obama’nın da sürekli gündemde tuttuğu “Suriye’de detant” dönemi, Putin Rusyası’nın da işine geliyor: Etki alanlarına bölünmüş bir Suriye, Rusya’nın nüfuzunu garantileyeceği gibi, Moskova’yı tüm aktörler açısından önemli bir özne haline getiriyor. Suudiler Putin’e bakıyor, BAE Putin’e bakıyor, Trump Putin’e bakıyor, Erdoğan Putin’e bakıyor, Esad ve Ruhani Putin’e bakıyor… Dolayısıyla Rusya’nın etki alanlarına bölünmüş ve cihatçıların belinin kırıldığı bir Suriye’de ABD ile modus vivendi arayışında olduğu bir sır değil.

BÖLGE HALKLARINI BEKLEYEN TEHLİKE

Peki bu durum bölge halkları açısından ne anlama geliyor?

Açık ki, cihatçıların tamamen kontrol ettiği bir Suriye mümkün değil. Ancak bu, zaten Obama’nın 2013’teki “kırmızı çizgilerinin” silinmesiyle birlikte gündemden düşmüştü. Ondan beri, “ılımlı” güçlerin böldüğü, “B Planı”nın uygulandığı bir Suriye’den bahsediyoruz.

Burada ana özneler, Suriye Demokratik Güçleri, TSK destekli çeteler ve güneydeki Ürdün-İsrail destekli ÖSO’cular.

ABD’nin gözüne girmek için birbirine diş bileyen Türkler ve Kürtler, Akdeniz’e ulaşmak isteyerek “yayılmacılık” eğilimlerini belli eden Kürtler, Suriye’nin kuzeyini ilhak etmek isteyen Türkler, bölgedeki halklara kuşkuyla bakan Araplar, cihatçı yıpratma savaşı nedeniyle her zaman diken üstünde kalacak Aleviler ve Şiiler, cihatçı yamyamlık, emperyalizm ve Körfez gericiliği arasında sıkışan Sünniler…

Etki alanlarına bölünmüş Suriye’nin ve bölge halklarının beklediği “son” budur.

Sonu bu olan halklarınsa, güçlünün etekleri altında buluşması mümkün olduğu gibi, devrimci bir çıkış ile ezilenleri bir araya getirmesi de mümkündür. Buysa, ancak emperyalizm ve gericilikle bağları kopartıp bütün kötülüklerin anası sermaye sınıfını alaşağı etme iradesiyle mümkün hale gelebilir.

Gerçekçi değil mi?

Gerçekçi olmadığını iddia edenlerin bir gün ABD’yle, bir gün Rusya’yla raks etmesi daha mı gerçekçi?

Tüm “Arap milliyetçisi” rejimlerin, liberal ideolojinin girişine izin verdikten sonra gericiliğin saldırısına uğraması, bölgede tarih şuuru olan herkesin kulağına küpe olmalıdır. Sosyalizm, gericilikle mücadelenin tek sigortasıydı.


Diziniz önceki bölümleri:

YARIN - Emperyalizmin krizini haritalandırmak: Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti