Donald Trump’ın ekonomi politikası: Krize karşı yeni bir model mi?

ABD Başkanlık Seçimleri’nde izleyeceğini söylediği ekonomi politikalarıyla tartışma yaratan Donald Trump, ne istiyor, neler yapabilir? soL, Trump dosyasının birinci bölümünde Amerikan ekonomisine göz atıyor.

Tulga Buğra Işık

ABD Başkanlık Seçimleri’ni kazanan Cumhuriyetçi Partinin adayı Donald Trump, serbest ticaret karşıtlığı ve izlemeyi planladığı ekonomi politikalarıyla tartışma yarattı. Peki, bu ekonomi politikaları neleri kapsıyor?

TRUMP’IN DIŞ TİCARET PLANI                                               

İstihdamı artırmak için korumacı ticaret politikaları izleyeceğini bildiren Trump, Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması (TPP) gibi ABD için önemli ticaret anlaşmalarından çekilmeyi savunuyor. Bu politikalarla “ABD’li işçilerin adına savaşacağını” iddia ederek, ticaret bakanına “işçilere zarar veren” ticaret anlaşmalarını tespit ettireceğini öne sürüyor.

Serbest ticaretten yana olmayan Trump, Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı ticari yaptırımlar planladığını söylemişti. ABD Başkanı seçilen Donald Trump, Çin’in ABD’nin ticari sırlarını çaldığını öne sürmüş, Pekin’in sübvansiyon politikalarını Dünya Ticaret Örgütüne şikâyet edeceğini de bildirmişti.

TRUMP İŞÇİLERİ DÜŞÜNMEYE Mİ BAŞLADI?

Donald Trump, dış ülkelerle yapılan ticaret anlaşmalarını iptal etmek istemesinin sebebi olarak, bu anlaşmaların yarattığı istihdam kaybını gösteriyor.

Örneğin, Trump’a göre ABD Başkanı Barack Obama döneminde Güney Kore’yle yapılan ticaret anlaşmasının, ABD’nin Güney Kore’ye ihracatını 10 milyar dolar artıracağı ve ABD’de 70 bin yeni iş sağlayacağı öne sürülmüştü, ancak bu anlaşma ABD’de 100 bin işin kaybına sebep oldu, ABD’nin Güney Kore’ye ihracatı ise “hiç artmadı”, hatta aynı dönemde Güney Kore’nin ABD’ye ihracatı 15 milyar dolar arttı.

Benzer şekilde Trump’a göre Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması imzalandığından beri ABD imalat sektöründeki işlerin üçte biri kaybedilirken, Çin, Dünya Ticaret Örgütüne girdiğinden beri de ABD’deki 50 bin fabrika kapanmış durumda.

ABD’nin Meksika ile ticaret açığının, 1993’de sıfırken, 60 milyar dolara çıktığına dikkat çeken Trump, ticaret anlaşmalarının gümrük vergilerini düşürdüğünü, “Çin’in ABD’ye otomobil parçaları satması için arka kapı sağladığını”, ABD’nin “bağımsızlığına zarar verdiğini” savunuyor. 

2008’İN KAZANANLARI, KAYBEDENLERİ

Trump’ın serbest ticarete dair söylemleri, “işçi sevgisi” ya da “bağımsızlık” isteğinden doğmadığı gibi, sadece popülizmden kaynaklanmıyor. Her ne kadar seçimi kaybeden Demokrat Parti adayı Hillary Clinton, ABD’nin 2008 krizinden de devlet desteğini arkasına alarak kârlı çıkmayı başaran “geleneksel” büyük sermayesinin desteğini kazanmış olsa da, Trump’ın arkasında söz konusu ticaret anlaşmalarından çıkarı olmayan, bu anlaşmaların “kaybedeni” olan sermaye gruplarının bulunduğu görülüyor, mesela Obama'nın İran'la yaptığı anlaşmaya tepkili olan tarafların, Trump'ın arkasında durduğu görülüyor.

2008 krizinin ardından, ABD’de zenginlik giderek daha da dar bir kesimin eline geçerken, Trump’ın “kurulu düzen”den dışlanan grupların bu duruma bir cevabı olduğu da söylenebilir.

Çin’in Dünya Ticaret Örgütüne girmesiyle kapanan 50 bin fabrikaya ve “kaybedilen işlere” üzülen Trump’ın gerçekte korumak istediği tarafın kim olduğuysa, patronlardan alınan vergiyi azaltmak istemesi ve savunduğu düşük asgari ücret politikasından anlaşılabiliyor.

SERBEST TİCARET DÖNEMİNİN SONU MU?

Çin’in Dünya Ticaret Örgütüne girmesiyle birlikte küresel rekabet hızla yükselirken, ticaret anlaşmaları da rekabetin sürdüğü sert savaş alanlarına dönüşmüş durumda. Ticaretin “kazan-kazan” olduğu masalı hızla son bulurken, Kanada ile Avrupa Birliği arasında yapılması planlanan ticaret anlaşmasının başarısız olması gibi örnekler, siyaseten birbirine yakın ülkelerin de bu alanda taviz veremez hale geldiğini gösteriyor. 

Benzer şekilde İngiltere, AB’den çıkma kararı almasının ardından, AB ile eski koşullarda ticaret yapmayı isterken, The Guardian’da yer alan 29 Ekim 2016 tarihli Jennifer Rankin imzalı yazıda, İngiltere’nin Kanada anlaşmasına bakarak ders çıkartması gerektiği söyleniyor. Yazıda AB ile yapılacak ticaret anlaşmasının zorluklarına dikkat çekiliyor.

ABD SERBEST TİCARET UYGULUYOR MUYDU?

ABD serbest ticaretin en büyük destekçisi gibi görünse de, tüm dünyada ticaret serbestisinden yana olan ABD, kendisine istisnai bir konum atfederek kimi kilit sektörlerde korumacı politikalardan hiçbir zaman vazgeçmemişti.

30 Eylül 2015 tarihli, Lucinda Shen imzalı bir Business Insider yazısında ABD’nin ticarete en çok sınırlama getiren ülke olduğu belirtilirken, dünyanın en korumacı ülkesinin de Hindistan, Çin veya Rusya değil, ABD olduğuna dikkat çekiliyor. Fakat bu ABD'nin yayılmacılıktan vazgeçtiği anlamına gelmiyor, tersine söz konusu korumacı politikalar ABD'nin dış bağımlılığını azaltarak elini güçlendiriyor. Örneğin tarım sektörünü koruyarak, gıda güvenliğini sağlıyor, öte yandan Monsanto gibi ABD'nin büyük tarım şirketleriyse, dünyanın pek çok yerinde tarıma müdahale ediyor.

Bunlara ek olarak, Global Trade Alert'e göre de, 2008 krizinin ardından ABD’de 800 korumacı önlem alındı. Yani Trump’ın “korumacı politika” izleme fikri ABD için yeni değil. Ancak mevcut ticaret anlaşmalarının sorgulanıyor olması, bu yönde daha radikal adımların atılabileceğini gösteriyor.

ABD, RUSYA, ÇİN

Her ne kadar Trump’ın Rusya ile iyi ilişkiler izleyebileceği öne sürülse de, İran’a yaptırımlardan yana olan Trump kanadının, ekonomik rekabetin yükseldiği bu dönemde, Rusya’ya karşı ekonomik kuşatma uygulamaktan vazgeçmek istemeyeceği aşikâr. Bu sebeple Suriye ve kimi başka konularda Rusya’yla ABD’nin ortak hareket etmesi durumunda bile, bir ABD-Rusya iktisadi yakınlaşmasından söz etmek mümkün olmayabilir.

Çin için de, Çin’in Dünya Ticaret Örgütüne katılması ve sonrasında yüksek büyüme rakamları sağladığı, Batı pazarına rahat erişimi olduğu dönemin, en azından mevcut haliyle sürdürülemeyecek olması olası. Rusya’yla birlikte Çin’e karşı da askeri kuşatma sürerken, Güney Çin Denizi'nde yükselen gerginlikle birlikte ABD’nin Çin’e yüksek gümrük vergisi uygulaması da bir “Trump çılgınlığı” değil, ABD’nin mevcut politikalarının uzantısı olarak görülebilir.

Çin ekonomisindeki büyümeyle birlikte Çin, Latin Amerika, Afrika ve Asya başta olmak üzere pek çok yerde ana aktör olmaya başlarken, bunun ABD’yi rahatsız etmekte olduğu da görülüyor. Örnek olarak Ekvador’daki Çin varlığı veya Cibuti’ye kurulan Çin askeri üssü ABD’yi tedirgin ederken, bunlara Çin’in Hollywood stüdyolarını satın alma girişimleri, silah sanayine yönelmesi gibi etkenler de eklendiğinde, ABD’nin Rusya düşmanlığının yanına Çin düşmanlığını da eklemesi kaçınılmaz görünüyor. 

TRUMP’IN ÇERÇEVESİ TUTARLI MI?

Donald Trump’ın, bir “refleks” ya da “reaksiyon” olarak nitelenebilecek ekonomi politikalarının en büyük sorunuysa, tutarlı olmamaları. Gerçek anlamda duvarlar örerek ABD’yi izole etmeyi amaçlayan Trump’ın politikalarının tarihi geriye akıtarak kapanan 50 bin fabrikayı geri açması da, ABD’yi ticarette avantajlı konuma getirmesi de düşünülemez.

ABD’nin Trump’ın bahsettiği yüksek gümrük vergilerini uygulamaya koyması durumunda dış ticarete bağımlı olan ABD’de tüketimin zorlaşması, dolayısıyla refah seviyesinin daha da düşmesi kaçınılmaz. Bu sebeple ABD’nin son derece seçici uygulamakta olduğu korumacı politikaları, Trump’ın umduğu gibi etkin bir silaha dönüştürmesi de olası değil. 

Çizilen tutarsız çerçevede görünense, ABD’nin hala 2008 krizini atlatmanın yolunu bulamamış olduğu ve küresel dengeler değişirken ABD’de krizin daha da derinleşeceği. 

TRUMP İÇERİDE NELER VADEDİYOR?         

ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın ekonomi vaatleri arasında, önümüzdeki 10 yıl içerisinde 25 milyon yeni iş yaratmak yer alıyor. İstihdamı artırmayı planladığını söyleyen Trump, büyümeyi %1.5 artırarak, öngörülen 7 milyon yeni işe ek olarak 18 milyon iş daha yaratacağını öne sürüyor. 

Bunun yapılması içinse, yeni bir “büyüme yanlısı vergi planı”, korumacı ekonomik tedbirler, “yeni” bir enerji planı gibi planları olduğunu söylüyor.

ABD EKONOMİSİNİN İÇERİDEKİ SORUNLARI

Trump’ın ekonomi programında, son 7 yılda 14 milyon kişinin işgücünden ayrıldığı ve işgücüne katılım oranının 1970’lerden beri en düşük seviyelerde olduğu bildirilirken, 5 haneden 1’inde işgücüne katılan tek bir kişinin bile olmadığı söyleniyor. Programda, 23-54 yaş arasındaki 23,7 milyon ABD’linin işgücünün dışında kaldığına dikkat çekilirken, son 7 yıldaki artışın 1,8 milyon olduğu belirtiliyor.

Donald Trump’ın ekonomi programında, ABD’nin 2008 krizinden “sözde kurtuluşunun”, Büyük Buhran’ın ardından görülen en kötü performans olduğu savunuluyor. Programa göre saatlik ve haftalık kazanç, 1973’de olduğunun bile daha altında.

ABD Başkanı Barack Obama döneminde milli borcun iki katına çıktığının altını çizen Trump, ticaret açığının da yalnızca geçtiğimiz yıl 800 milyar dolara ulaştığını vurguluyor. Trump’ın sunduğu ekonomi verilerine göre, ABD’de ev sahibi olma oranı da 51 yılın en düşük seviyesi olan %62,9’a düşmüş durumda.

YOKSULLUK ARTARKEN; SOSYAL HARCAMALAR AZALTILACAK

ABD ekonomisinin pek çok sorununa dikkat çeken Trump, 8 yıl öncesine göre 2 milyon Latin’in daha yoksulluk içinde olduğu, “6 yaşın altındaki Afrikalı-Amerikalı çocukların %45’inin yoksulluk içinde yaşadığı”, 18-34 yaş arasındaki ABD’li erkeklerin 6’da 1’inin hapiste veya işsiz olduğu gibi çok ciddi veriler sunarken, bunlara çözüm olarak patron yanlısı politikaları, vergilerin azaltılmasını önermekle yetiniyor.

Sosyal harcamaları daha da kısacağını belirten Trump, bu harcamaların ve piyasa regülasyonlarının “büyümeyi engellediğini” savunuyor. 


YARIN: ABD dış politikası - Obama'nın mirasından Trump'ın payına düşen ne?