Çin'de tanıdık bir şebeke: Türkiye, Uygurları cihada nasıl yolluyor?

Türkiye'nin dünyadaki "cihatçı" şebekesine yaptığı katkılar, genellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile sınırlı sanılıyor. Oysa gözlerden kaçan ve çok önemli olan bir bölge daha var: Uzak Asya'daki Uygurlar.

Çeviri: Selçuk Işık

Dünyanın dikkati Charlie Hebdo katliamına ve politik yansımalarına, Yunanistan seçimlerine ve SYRIZA güzellemelerine odaklandığı sırada Nijerya’da Boko Haram bölgenin yakın tarihindeki en vahşi katliamlarından birini gerçekleştirerek tekrar sahneye çıkmıştı. Ortadoğu’da çatışmalar hız kesmeden devam etmekteydi ve emperyalizm dünyanın her bölgesinde kan akıtmaya halen devam ediyor.

stopimperialism.com‘da jeopolitik analist olan Eric Draitser, sebebi kendinden menkul bir şekilde dünya gündeminde kendine fazla yer bulamamış bir gündemi, Uygur aşırılıkçılarının cihatçı ‘’kardeşlerine’’ kavuşturulma hikayesindeki tanıdık şebekeyi New Eastern Outlook’ta yayınlanan 02 Şubat tarihli makalesinde ele aldı.


Uygur aşırılıkçıların sınırı illegal geçişlerine yardım ve yataklık eden en az on Türk şüphelinin Çinli otoriteler tarafından tutuklandığının iddia edildiği Çin kaynaklı haberler uluslararası medya tarafından pek de ilgi görmemiş, sonradan Uygur 'radikallerin' cihatçı kardeşleriyle birlikte savaşmak ve eğitim görmek amacıyla Suriye, Afganistan ve Pakistan’a geçmeyi planladıkları ortaya çıkmıştı.

Soruşturma detayları henüz meydana çıkmazken olay birkaç Türk’ün evrakta sahtecilik ve illegal bir şekilde sınırı geçme olayına müdahil olmasından daha genişçe bir meseleyi işaret ediyor. Aksine, hikaye Türk hükümeti ve istihbaratı tarafından destek sağlanan ve/veya yönetilen sıkı fonlanmış ve organize olmuş uluslararası bir terör şebekesinin bir başka kanıtı. Türkiye, Suriye sınırında İslamcıların barındırılmasından Çin’deki teröristlere kaynak desteği sağlanmasına varan geniş bir düzlemde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun Neo-Osmanlı vizyonunun önüne dikilen NATO karşıtı ülkelerde hedeflenen uluslararası terörün merkezine kendini yerleştirmiş durumdadır.

BİR TERÖRİST AKTARMA ŞEBEKESİ OLARAK TÜRKİYE
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, 17 Kasım 2014’te Şangay'da tutuklanan 10 Türk vatandaşının tutuklanma sebebini ‘’yasadışı bir şekilde sınırı geçme hususunda organize etmek’’ olarak açıkladı. Haklarındaki iddianame evrakta sahtecilikten yasadışı göçe yardım arasında gidip gelse de asıl kapsamlı mesele yüzeyin altında pusuya yatan uluslararası terörizmdi.

Kanıtların gösterdiği gibi bu Uygur göçmenleri elbette başka bir ülkedeki sevdiklerini görmeye gitmiyorlardı. Aksine, Uygur İslamcılarının Ortadoğu’daki cihatçı savaşın bir parçası olma eğilimi ve arzusuydu konu daha önce de belgelendiği üzere.

Aslında, bu eğilim tam olarak olaydan 2 ay önce Eylül 2014’te Reuters tarafından yayınlanan haberde Pekin’in Şincan’daki Uygur militanları eğitim almak için IŞİD kontrolündeki bölgeye gitmekle resmi olarak suçladığında ortaya çıkmıştı. Dahası, bu suçlamaları destekler şekilde Endonezyalı Jakarta Post gazetesi 4 tane Çin’li Uygur cihatçının Şincan’dan yola çıkıp Malezya üzerinden seyahat ettiklerini haber yaptı. Bu haberi takiben, Uygur kökenli İslamcıların Asya genelinde seyahat etmeleri ve IŞİD gibi cihatçı terör gruplarıyla irtibata geçmeleri ve işbirliği yapmaları için bir seferberlik yürütüldüğü tablosu çizen benzeri haberler geçtiğimiz aylarda gün yüzüne çıktı.

NEDEN?
Türk vatandaşlarının terörist kaçakçılığına müdahil olduklarının ortaya çıktığı mevcut durumda terörist aktarma şebekesinin paha biçilemez bir parçası ifşa edildi fakat ağır ağır kaybolmaya yüz tutan bir soru hala geçerliliğini koruyor: Neden?

Neden Doğu-Batı bölünmesinin (hızlı bir şekilde NATO-BRICS/SCO bölünmesine dönüşüyor) her iki ayağını da oynaması için uzun süredir aranan kan olan Türkiye, Çin’i bu yolla istikrarsızlaştırmanın yollarını arıyor? Neden Pekin’le kazançlı bir potansiyel ortaklığı Şincan’daki radikal islamcı bir harekete yardım ederek riske ediyor?

TÜRKİYE'NİN OSMANLI RÖVANŞİZMİ
Ankara’nın bölgesel anlaşmazlıkları kullanarak terörizmi kışkırtma politikası Türkiye’nin bugünkü ekonomik ve siyasi çıkarları ve Batılı olmayan ülkelerle olumlu ilişkilerin önemliliği göz önünde bulundurulduğunda genel kanının aksi gibi görünse de bu politika Neo-Osmanlı perspektifinden bakıldığında tam karşılığını buluyor.

Bu noktada basitçe, Neo-Osmanlı teriminin tarifini ‘’Türkiye’nin mevcut hükümetinin İstanbul’dan Merkez Asya’ya ve Batı Çin’e varan bir coğrafyada Türki cumhuriyetleri yeniden birleştirme arzusu’’ olarak yapmak kritik bir yer tutuyor. Hal böyle olunca, Erdoğan ve Davutoğlu Sincanlı Doğu Türkistan İslam Hareketi’nin cihatçılarını (ETIM, namı diğer ‘’Çin Talibanı’’) ve benzeri grupları Çinli teröristler olarak değil kendi topraklarında geçmişteki gibi yeniden birleştirilmeye ihtiyacı olan, Türkiye’nin kayıp çocukları olarak görüyorlar. Özellikle Erdoğan’ın görece daha muhafazakar tabanı tarafından destekleniyor bu durum.

Türk rövanşizminin siyasi anlamda pazarlanabilirliği neden arkasından gidildiğini anlamak açısından kritik. Erdoğan AKP’si Batı’nın liberalizmi ve Türk toplumu üzerinde hissedilen zararlı etkileri konusunda her zaman olduğundan daha şüpheci hale gelen nüfusun önemli bir kısmını harekete geçirdi. Ardından militarist ve agresif bir dış politikanın fitili ateşlendi. The Atlantic’te 2013’te yapılan bir haberde şu ifadelere yer veriliyordu:

Dış politikanın ötesinde tarihin harekete geçirdiği fazlasıyla belirgin bir içsel dönüşüm gözümüzün önünde duruyor. Aynı konuşmada (çev. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Diyarbakır Dicle Üniversitesinde Verdiği “Büyük Restorasyon: Kadim’den Küreselleşmeye Yeni Siyaset Anlayışımız” Konulu Konferans, 15 Mart 2013, Diyarbakır) dışişleri bakanı ‘’ Hedefimiz bölgemizde kadim birliktelikleri inşa etmek, o kadim birliktelikten yeni bir siyaset anlayışı ortaya çıkartmak ve insanoğlunun büyük restorasyonunda öncü bir rol üstlenmek‘’ diyerek ”büyük bir restorasyon’’ ihtiyacından söz etti. Türkiye’deki insanları birbirine bağlayan tarihsel ilişkileri yücelten Davutoğlu ‘’modernite döneminde yeni gelişen kimliklerle kadim kimlikleri bize unutturmaya çalıştılar’’ dedi. Davutoğlu, Türkiye’nin ilerleyişinin geçmişte yattığını belirterek devam etti (çev. ‘’Bizim bugünkü siyaset anlayışımız, bu şekilde açılan parantezi kapatmak ve kadimden bütün insanlığa hitap edecek olan bir küreselleşme sürecine geçerken, kadimin değerlerinden hareketle yeni bir siyaset anlayışını önce ülkemizde, sonra bölgemizde, sonra bütün dünyada egemen kılmak; hedefimiz bu’’)

Fakat Türkiye’nin bu rövanşist düşüncesinin tam olarak hangi ülkeleri etkilediğine bakıldığında Batı ve özellikle ABD dış politikasının parmak izleri aniden belirginleşiyor.

RÖVANŞİZM VE VEKALET SAVAŞI
‘’Türki halklar’’ haritasına bakıldıkça Türk Rövanşizminin (ya da Neo-Osmanlıcılığın) ABD’nin ana hedefleri olan Rusya ve Çin’e karşı yürüttüğü dış politikayla yanyana geldiği açık bir şekilde görülebilir. Doğrusu, Türki halkların hem Rusya hem de Çin’in etki alanına verdiği zarar göz önünde bulundurulduğunda böyle bir sonuç kaçınılmaz hale geliyor. Merkez Asya’daki eski Sovyet Cumhuriyetlerden tutun da Çin’in batısındaki Sincan bölgesine kadar Türki nüfus potansiyel terörizm, ayrılıkçılık ve istikrarsızlık yuvası olmuştur. Dahası, ABD resmen Afganistan’dan çıktığında (tabii ki informal olarak çeşitli oranlarda varlığını sürdürüyor) Merkez Asya’daki olayları sahada kontrol etme ve doğrudan etkileme yeteneği görece hafifletilmişti.

ABD uzun zamandır Kafkas bölgesindeki terörist grupları destekleyerek Rusları istikrarsızlaştırmak, kontrol etmek ve ülkedeki siyasi ve ekonomik gelişmeyi boğmayı amaçlıyor. Aynı durum ABD’nin ‘’Ulusal Demokrasi Vakıfları’’ ve bir dizi diğer ‘’demokrasi promosyonlu STK’lar’’ eliyle finansal ve politik anlamda Uygur ayrılıkçılarını yıllardır desteklediği Sincan’da da geçerli. Bununla birlikte, hazır  Türkiye kendi hegemonyasını ortaya koymanın yollarını arayan bölgesel bir oyuncuyken, Washington, Rusya ve Çin’in zarar görmesi adına bu stratejiyi tam anlamıyla salık vermekten memnun görünüyor.

Şincan’da ve genel olarak Batı Çin’de yaşanan geniş kapsamlı ve kendini tekrar eden terörist saldırılardan Batı medyasında hemen hemen hiç söz edilmemiş olması ABD’nin bu memnuniyetini doğrulayan önemli bir gösterge. Mayıs 2014’te Sincan’daki bir markette 31 Çinli sivil terörist bir saldırıda katledildi. Charlie Hebdo katliamının neredeyse üç katı olmasına rağmen Batı basını cılız bir şekilde haberi geçiştirmişti.