Avrupa İslam’la savaşa mı hazırlanıyor?

“Aşırılıklardan” kurtulup restore edilmiş bir Avrupa… Yalnızca radikal İslam değil, “aşırı sağ” ve “aşırı sol” da paketin içinde yer alıyor. Avrupa toplumu, Fransa’daki katliam gösterilerek, düzenin arkasında sıralanmaya zorlanıyor.

Erman Çete

Paris’teki bir banliyöde oturan Yahudi bir gazeteci, Tamar Shiloh Vidon, her hafta tenis oynadığı 3 kadını ve tenis hocasını görmek ve Charlie Hebdo katliamına tepkilerini ölçmek için, geçen hafta korta gitmeyi iple çekti. Merak ediyordu: Katliam onları da kendisini etkilediği gibi etkilemiş miydi? Charlie Hebdo katliamı ve Yahudi koşer markete yapılan saldırısı “sismik” bir şok muydu? Yaşananlar, Fransa’da Müslümanlara, Yahudilere, dinsel özgürlüğe, güvenliğe bakışı değiştirecek miydi?

Vidon, Haaretz gazetesindeki yazısında, büyük bir sürprizle karşılaştığını söylüyor. Katliamın üzerinden daha bir hafta bile geçmemiş olmasına rağmen, tepkilerini merak ettiği 4 kişi, yollarına devam ediyor gibi görünüyorlardı. Hatta bir oyun partneri daha da ileri giderek, “Belki de bu yaşananlar, Charlie’cilere daha dikkatli olmaları ve provokasyon yaratmamaları konusunda ders olmuştur” diyordu. Ev komşusu Katolik bir kadın ise, “Başkalarının diniyle alay etmek iyi bir şey değil” yorumunu yapıyordu.

Dünyaca ünlü yazar Salman Rüşdi’nin katliamdan hemen sonra yaptığı, “Akılsızlığın Ortaçağ’a özgü formu olan din, modern silahlarla birleşince özgürlüklerimize yönelik gerçek bir tehdit haline geliyor” açıklamasına ise Foreign Policy’de yazan Christian Caryl’den cevap gecikmiyordu. Caryl, Rüşdi’nin kastettiği “din”in İslam olması halinde bile, 1,7 milyar Müslüman’a “deli” muamelesi yapılamayacağını, zaten birçok Müslüman devletin ve Arap Birliği’nin saldırıyı kınadığını, Mısır El Ezher Üniversitesi’nin ise saldırıyı “suç” olarak nitelendirdiğini hatırlatıyordu.

SAĞ YÜKSELİYOR MU?

Emperyalizmin sesi “filozof” ve Arap baharının şampiyonlarından Bernard-Henri Lévy ise, Charlie Hebdo saldırılarının ardından Batı dünyasının bir “Churchillci an”da olduğunu öne sürüyor, Leninist anlayıştan kurtulmayı salık veriyor ve asla 11 Eylül sonrası ABD’nin içine düştüğü cinnetin yaşanmaması gerektiğini söylüyordu. Lévy, sorunu “Ilımlılık ruhu Avrupa’ya egemen olabilecek mi?” şeklinde tarif ediyor ve “Fransa Fransızlarındır” diyen Le Pen’in karşısında durmak gerektiğini belirtiyordu.

Sağcı Marine Le Pen, bir taraftan “ulusal birlik” görüntüsü altında François Hollande tarafından görüşmeye davet edilirken, öte taraftan Le Pen’in partisi Ulusal Cephe (NF), Paris’teki büyük yürüyüşten dışlanıyordu. NF’nin elinde bulunan belediyelerde sönük anmalar yapılırken, tam o sıralarda, Fransa Komünist Partisi’nin sol kanadında, “kutsal ittifak” görüntüsüne karşı çıkanlar seslerini yükseltiyordu.

Bütün bu gelişmelerin bir doğrultusu var. Evet, Charlie Hebdo saldırısının ardından Fransa çapında camilere zarar verildi; evet, İslam düşmanı maskesi altındaki göçmen düşmanı ırkçılar, bir süre için kendilerine gün doğduğunu düşündüler. Bunların hepsine tamam.

Ancak buraya kadar...

Örneğin, Marine Le Pen’in babası Jean Marie Le Pen’in, Rus gazetesi Komsomolskaya Pravda’ya yaptığı, “Charlie Hebdo saldırılarının arkasında bir Batı istihbarat örgütü olabilir” açıklamasını ne yapacağız? Le Pen, daha sonra sözlerinin yanlış çevrildiğini iddia etse de, Fransa’da faşistler için pek “rahat” bir ortamın oluşmadığını söylemek için veriler birikmiş durumda.

Birkaç gün önce, NF’nin uluslararası ilişkiler danışmanı ve Avrupa Parlamentosu üyesi Aymeric Chauprade’nin Strasbourg’da çekip internete “Fransa savaşta” başlığı ile koyduğu bir video yayıldı. Bu videoda Chauprade, Nazizm ile İslam arasında bağ kuruyordu. Le Pen ise, hemen parti sekreterlerine bir genelge göndererek bu videoyu yayından kaldırmalarını istiyordu.

Le Pen’in, katliamdan sonra New York Times’a yazdığı yazı ise büyük tepki çekiyor; Quartz’dan Emma-Kate Symons, sağcı liderin Fransız hükümetinin pozisyonunu yanlış tanıttığını söyleyerek onu, “Fransa’yı sırtından hançerlemekle” suçluyordu.

Paris’teki dünya liderleri müsameresinden bir gün sonra ise Almanya Başbakanı Angela Merkel, Dresden’de başlayıp tüm Almanya’ya yayılan PEGİDA eylemlerini kınayarak, “İslam, Almanya’ya aittir” diyordu. Merkel, bununla da yetinmeyerek, Berlin’de İslamî örgütler tarafından organize edilen yürüyüşe katılarak, hem radikal İslam’a hem de “aşırı sağa” karşı mesaj veriyordu.

Tam da bu adımın ardından, önce Dresden’deki PEGİDA yürüyüşü, kurucusuna yönelik ölüm tehditleri gerekçe gösterilerek yasaklanıyor; daha sonra da PEGİDA kurucusu Lotz Bachmann’ın Hitler pozu verdiği fotoğrafları servis ediliyordu. Bachmann, ifşa üzerine PEGİDA’dan ayrılmak zorunda bırakılıyordu.

NE OLUYOR?

Dünyadaki solcuların önemli bir bölümü, ilk başta sağlıklı görülebilecek bir refleksle Charlie Hebdo saldırılarının yeni bir emperyalist savaşın ön hazırlığı olarak görüp tavrını öne göre almaya başladı. 11 Eylül 2001 benzetmeleri, yalnızca neo-con siyasetinin takipçileri arasında değil, tersinden de olsa, solcular tarafından da yapıldı.

Buna göre, Kouachi Kardeşler ve Amedy Coulibaly’nin saldırıları, Avrupa içinde İslamofobi’yi körüklerken; Ortadoğu’da da özellikle Suriye ve Irak’a yönelik yeni işgalleri çağırıyordu.

Bütün bunlar yalnızca yüzeydeki  krizi doğrular. Emperyalizmin krizini Avrupa Birliği’nin çatırdamasıyla birlikte düşündüğümüzdeyse, Avrupa’nın savaşa halihazırda girmekten çok, savaşa hazırlandığını söylemek durumundayız.

“Avrupa değerleri etrafındaki birlik”, tam da burada iş görüyor. “Aşırılıklar”dan kurtulup restore edilmiş bir Avrupa… Yalnızca radikal İslam değil, “aşırı sağ” ve “aşırı sol” da paketin içinde yer alıyor. Avrupa toplumu, Fransa’daki katliam gösterilerek, düzenin arkasında sıralanmaya zorlanıyor. Yazının başında anlattığımız, Paris’te yaşayan Yahudi gazetecinin sıradan Fransız dostlarından aldığı tepki, buna da işaret ediyor. “Sokaktaki vatandaş”ın istikrar arzusu, restorasyon için kullanılmak isteniyor.

SYRİZA VE ABD

Tam da bu noktada, projektörleri tekrar Yunanistan’ın üzerine tutmak gerekiyor. Seçimden birinci parti çıkacağı hemen hemen kesin olan Radikal Sol Koalisyon SYRİZA’nın tüm yöneticileri, hummalı bir faaliyet içerisinde girdiler. Charlie Hebdo’nun mesajını alan SYRİZA, “Avrupa normları”ndan daha fazla bahsederken, lider Aleksis Çipras Financial Times’a yazdığı bir yazıda, emperyalist merkezleri, “Biz olmazsak aşırı sağ yükselir” diyerek korkutuyordu. SYRİZA’nın Atina Belediye Başkanı Rena Dourou ise, Guardian’a verdiği röportajda daha açık konuşarak, sistemi restore etmek istediklerinin altını çiziyordu.

Avrupa’daki neredeyse tüm gelişmeler, “ılımlılık” restorasyonuna doğru ilerlerken, ABD’nin sessizliği ise dikkat çekiyor. Obama, Paris’teki tuhaf koroya katılmadığı için çok sert eleştirilirken, Bloomberg’den Eli Lake, Başkan’ın Charlie Hebdo katillerinden “radikal İslamcı” olarak bile bahsedemediğine dikkat çekiyordu.

Aslında ABD’nin ne yapmaya çalıştığını Barack Obama, “Birliğin Durumu” konuşmasında dile getirdi. ABD Başkanı, “Müslümanların tektipleştirilmesi”ne karşı çıktıklarını söylerken, IŞİD’e karşı bir koalisyon kurduklarını ve müttefikleri bir araya getirdiklerini söylüyordu.

ABD’nin etkili think-tank’lerinden Carnegie’nin yazarı David Rothkopf ise Obama’yı eleştirirken, ortaya çıkan fırsatı da tarif ediyordu. Becerikli liderler, tam da bu anda bir araya gelerek bir koalisyon oluşturabilir ve aşırıcılık tehdidini azaltabilirdi. IŞİD karşıtı koalisyonu önemli ama yetersiz bir adım olarak nitelendiren Rothkopf, Charlie Hebdo’dan sonra, Çin’i, Rusya’yı ve Hindistan’ı da bu koalisyona dahil edebileceklerini düşünüyordu.

Yani, “İslam’a karşı savaş”tan çok başka ve daha kapsamlı bir operasyon, Avrupa’dan başlatıldı.