Alman işçi sınıfına ahlaksız teklif

Almanya'da sosyal demokrasi, bir kez daha "sermaye düzeninin gizli destekçisi" rolüne hazırlanarak emekçileri kandırmak için kollarını sıvamış görünüyor.

Tevfik Taş

Yıllardan beri Başbakan Angela Merkel'in de kuaförü olan star kuaför Udo Walz sosyal demokrat SPD'nin çiçeği burnunda yeni Genel Sekreter ve Başbakan adayı Martin Schulz'e sakalını kesmesi önerisinde bulundu. 

Martin Schulz Merkel karşısında başarı elde etmek istiyorsa, ''diğer Alman başbakanları Konrad Adenauer, Ludwig Erhard, Kurt Georg Kiesinger, Willy Brandt, Helmut Schmidt, Helmut Kohl ve Gerhard Schröder gibi sakalsız olmak durumunda'' diyen Walz, Alman Haber Ajansı dpa'ya açıklamalarda bulundu.

Star kuaför Udo Walz, bütün burada sayılan başbakanların ortak yanının sakalsız olmalarını özellikle vurgulamış.  

Bir tek istisnaya dikkat çekiyor star kuaför Udo Walz: Rudolf Scharping! SPD'li Başbakan adayı Rudolf Scharping'in sakalları vardı ve  ''1994'de Helmut Kohl karşısında seçimi kaybetmişti'' diye de eklemeyi ihmal etmemiş.

HAKİKİ SOSYALİZM ETKİSİYLE SAHTELİKLERİNİ GİZLİYORLARDI, YENİLGİYLE AÇILMIŞLARDI

Reel sosyalizmin varlığında ''sol''da görünmeyi tercih eden sosyal demokrasi, 1992'den sonra freni patlamış aracın önüne gelen her şeyi yıkması gibi, kazanılmış emekçi hakkını gaspa yöneldi.

Hakiki sosyalizm, karşı-devrim ile geçici olarak yenildiğinde üzerindeki sosyalizm ''yük''nden kurtulmuş olmanın verdiği sevinçle hızla Giddensçi ''üçüncü yol'' teorilerine yönelmiş ve nihayetinde de ''yeni orta'' (''Neue Mitte'') adı altında leoliberal Schröder – Blair- Sözleşmesi üzerinden aslında ait olduğu sermaye trübünlerindeki yerini almıştı.

Artık hakiki sosyalizm yoktu ve kendilerini bir başka post altında gizlemeleri de gerekmiyordu.

Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin varlığı Avrupa'da iki şeyin kesin güvencesiydi: Emperyalist saldırganlık savaşa evrilmiyordu ve emekçi düşmanlığı bir türlü istediği başarıyı elde edemiyordu.

Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin karşı devrime kurban edilmesinden sonra SPD'nin eli rahatlamış, büyük sermayeye hizmette bütün engeller ortadan kalkmıştı. Önce Yugoslavya'nın NATO tarafından bombalanmasına onay verildi, ardından da Alman toprağında İkinci Dünya Savaşı sonrasının en kapsamlı emek düşmanlığı projesi olan ''Agenda 2010'' için düğmeye basıldı.

Her iki saldırının da merkezinde sosyal demokrasi vardı. SPD, hem savaş partisiydi (tıpkı birinci paylaşım savaşındaki ''kokan ceset'' gibi) hem de en büyük emek düşmanı parti...

1959'da Godesberg Programı'nda işçi partisi ifadesini çıkartıp ''kitle partisi'' yaptıkları gibi, 1989 Berlin Programı ile de hiç gizleme gereği duymadan kesin olarak sermaye tarafında politika yapan bir düzen partisine dönüştüler.

YENİDEN GİZLENME ZAMANI

Ama şimdi hesap değişmeye başladı...

Alman sosyal demokrasisinin amiral gemisi SPD, kendisine 'rakip' olarak peydahlanan yeni sosyal demokrasinin de etkisiyle artık açıktan sağcılık yapmamaya karar verdi. Yeni sosyal demokrasiyi temsilen ortaya çıkan Sol Parti (Die Linke), SPD'nin geleneksel tabanından tırtıklamaya başlayınca koalisyon hükümetlerinin nal toplayan küçük bileşeni durumunu bir türlü aşamayan SPD, çareyi sık sık genel başkan değiştirerek ve sözde emekten yana parti rolüne geri dönerek buldu.

Sosyalist günlük gazete Junge Welt'den Arnold Schölzel'in ''Alman sosyal demokrasisinin süper starı'' olark nitelediği Martin Schulz adındaki AB komiseri, sermayenin bu has partisini saplandığı yerden çıkartmak için kolları sıvadı. Sıvar sıvamaz da malûm medyanın da yardımıyla zaten miadını doldurmuş olan Hristiyan Birlik partili Merkel döneminin sonrası için hazırlıklara başlandı. 

Büyük sermayenin etkili ve tanınmış yayın organı Der Spiegel bu gerçeği şu başlıkla verdi: ''Merkel dönemi kapanıyor mu?'' (7/2017)

Toplum mühendisliği fevkalde işeyerek, ''kamuoyu yoklamaları''nda SPD birden bire birinci parti konumuna yükseltilerek ''kırmızı-yeşil'' koalisyonun olanaklı olduğu dolaşıma sokuldu. Buna göre, gelenksel sosyal demokrasiyi temsilen SPD yüzde 32 oya ulaşırken, düzenin şımarık 'alternatif çocukların''ndan müteşekkil Yeşiller yüzde 8 ve yeni sosyal demokrasiyi temsilen Sol Parti de yüzde 7 oy oranı ile pek ala bir koalisyon hükümeti kurabilirlerdi. 

Yüzde 47 ile bal gibi hükümet olan kırmızı-yeşiller, düzenin yedek atı olarak emekçilerin umudunu biraz daha çalmaya hazır oldukları mesajını veriyorlar.

'OBAMA İLE TRUMP'IN MÜKKEMMEL BİR KARIŞIMI'

AB Parlementosu Başkanı sıfatıyla en acımasız emek düşmanı yasaları savunan yeni süper starımız Martin Schulz, birden bire emekçilerin varlığını aklına getirdi ve istihdam piyasasını düzenleyen emek düşmanı Agenda 2010 yasında kimi revizyonlara gideceklerini açıkladı.

Merkel'in en etkili bakanı Wolfgang Schäble Der Spiegel'e verdiği röportajda (7/2007) Martin Schulz'u ''düşünmeden konuşmak''la suçlayarak, şunları söyledi: ''okul duvarlarının sıvaları dökülürken bankaları kurtarma projesine imza atan kişi bir sosyal demokrat olan Peer Steinbrück'dür!''

Tencere dibin kara, seninki benden kara... Sermeyaenin bu iki kalifiye elemanının kimi zaman birbirleri hakkında doğru değerlendirmeler yaptıklarından kuşku duyulmamalıdır.

CDU'lu Ekonomi Bakan Wolfgang Schäble sözü geçen röportajda Martin Schulz için ilginç bir nitelemede bulunmaktan da kendini alamıyor: ''Schulz'un retoriği Obama ile Trup'ın mükkemmel bir karışımıdır (...) Schulz başbakan adayı oldu çünkü partide başbakan olacak aday kalmadı.''

Angele Merkel'in imajını çizen top kuaför Udo Walz, özetle 'sakalını at başbakan ol' diyor. İmaj avcısı top kuaför Udo Walz bir şeyi belli ki gözden kaçırıyor. Martin Schulz'a görevini üç hafta önce devreden Sigmar Gabriel'in de sakalları yoktu. Zaten Konrad Adenauer'i Adenauer yapan da sakalsızlığı değil, sermaye düzenine verdiği hizmetti.

Sermayeye sakal payı atmadan sakal atılsa ne olur ki?