AKP mitinginin ardından: İki Köln, iki sonuç

AKP ile Almanya arasında gerilime neden olan Köln mitingi, aslında bir süredir devam eden gerginliğin yeni bir boyuta taşınması anlamına geldi. Erdoğan, Alman kamuoyunu kaybederken, Almanya'daki Türkiyeli göçmenleri zor günler bekliyor.

Tevfik Taş

Almanya'da yaşayan en büyük göçmen kitlesinin Türkiye'den gelenler olması nedeniyle Türkiye, Almanya için herhangi bir dış ülke olarak uzun süreden beri görülmüyordu.

Türkiye'den 50 küsür yıl önce işgücü ithal eden Almanya, 12 Eylül faşizmini izleyen yıllarda iş göçü dışında siyasi sığınmacıların da yoğun olarak yöneldiği ülkeydi. Yakınları ve örgütlü bir toplam vardı, haliyle orası 'tercih' edildi.

Alman emperyalizminin Türkiye ilgisi iş göçü anlaşmasının yapıldığı 60'lı yılların çok öncesine uzanır. Öyle ki, Osmanlı Devleti'nin Genelkurmayı doğrudan Almanlar tarafından hem eğitilmiş hem de kritik eşiklerde komuta edilmişti.

İKİ ÜLKENİN SİYASİ KADER ORTAKLIĞI 

Türkiye merkezli en etkili siyasi saflaşmanın coğrafyası olarak Almanya, yakın tarih açısında hiçbir Batı ülkesi ile kıyaslanamayacak kadar geçişken bir ilişkiyi temsil eder. 

Türkiye, Almanya için yalnızca ucuz işgücü ithal edilen ülke ya da güneşi bol bir tatil ülkesi olmaktan çok öte anlamlara sahiptir. Soğuk Savaş döneminde bu iki NATO üyesi ülkenin reel sosyalizm karşısındaki konumu da onların 'siyasi kaderini' birbirine yaklaştıran çizgilere sahiptir.

Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin düşman komşusu Federal Alman Cumhuriyeti ile sosyalist sistemin merkez ülkesi Sovyetler Birliği ile en uzun sınıra sahip NATO ülkesi, ileri karakol Türkiye arasındaki 'cephe' benzerliği de bu iki devleti biribiri ile daha fazla işbirliğine iten faktörler arasında mutlaka sayılmalıdır. 

12 Eylül faşist darbesini ilk tanıyan ülkelerden biri Almanya idi. Milli Görüş hareketinin amiral gemisi Almanya'da üretilen siyasi tersanelerde suya verilmişti. Papa II. Johannes Paul'ün 1981 Mayıs'ında ülkücü katil Mehmet Ali Ağca tarafından suikast ile vurulmasından önce uzun bir süre Almanya'nın Peine kentinde ikâmet ettiğini biliniyor. 

Kapitalist Türkiye'nin Kürt savaşında daha fazla rol almak isteyen Almanya'nın hevesi, ABD Öcalan'ı bir operasyonla Türkiye'ye teslim etmesi ile kursağında kalmıştı.

Türkiye Alman tankları açısından iyi bir ülkeydi ama emperyalizmin doğasından kaynaklı daha fazlasını isteme, Amerikalı rakip tarafından engellenmişti. Bu arada, Atlantik merkezli AKP modeli Türkiye'de hayata geçirilmiş, Alman nüfuzu bir kez daha yaya kalmıştır. 

ERDOĞAN'IN ALMANYA SEFERİ

Tüccar kafalı Tayyip Erdoğan, bu kez Almanya için sorun teşkil edebilecek işlere yöneldi. Merkezi Köln'de olan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği'ni (DİTİB) Almanya'da yaşayan Türkiyeli kitleyi etkileme aracı olarak kullanma konusunda özel bir çaba içine girdi. On defadan fazla Almanya'nın değişik kentlerini ziyaret ederek, toplantı ve mitinglere katıldı. Bu yetmezmiş gibi bir de Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UTED) adında, moda deyimle, ''lobi teşkilatı'' kurdurdu. 

Alman haber alma örgütü Bundesnachrichtendienst'in (BND) uzun süredir Türkiye'yi dinlemesinin ortaya çıkmasının hemen akabinde, Muhammet Taha Gergerlioğlu adındaki danışmanını MİT faaliyetleri  yürütmesi için Almanya'ya gönderince, Almanya ile ilişkiler gerildi. İki devlet arasında olan 'teamüller' bozulmuş, Türk - Alman istihbarat tarihinde yeni bir modus vivendi döneminin işaretleri görülmeye başlanmıştı.

Alman devleti artık, islamcıların Türkiyeli cemaatlerden çarptığı paraları Türkiye'ye aktarmasına (Deniz Feneri vakasını hatırlayın) olanak vermeyeceğini belli etmiş, Milli Görüş'e bağlı camilerin yanıbaşlarında faaliyet yürüten işletmeler (gıda marketleri, hac ve umre seyahat acenteleri, Kombassan, Yimpaş vb gibi şirketlerin faizsiz kazanç vurgun büroları) üzerinde vergi denetimini sıklaştırma çabasına girmişti.

MUHATAPLAŞTIRMA – MERKEZİLEŞTİRME – TERBİYE  ETME

Dönemin İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble 2006 yılında Alman İslam Konferansı'nı (DIK) toplayarak, İslamcı gruplar arasındaki farkları olabilen en aza indirmek suretiyle, ''merkezileşmiş'' bir muhataplık  kurumu yaratmak için kolları sıvamıştır. 

Nihayetinde bu 'ayar verme' sonuç vermiş, başlangıçta 40'a yakın olan 'temsiliyet' şimdilerde 10'a düşmüştür. Avrupa'daki en eski ''İslam Yasası''na sahip olan Avusturya - Macaristan İmparatorluğu'nun dönemin Müslüman azınlıkları için yürürlüğe koyarken dikkate aldığı 'muhataplaştırma   -  merkezileştirme – terbiye etme'  yaklaşımının esas alındığı strateji, Erdoğan'ın pazarlıkçı tutumu nedeniyle sorunlarla karşılaşmaktadır.

PİYON  VE  SADAKAT

Emperyalist Almanya'nın temsilcileri ile Yeni – Osmanlıcı fantazilerin piyonu olarak görülen göçmenler, şu anki gerilimin nesnesi konumundadırlar. Bir yanda göçmenlerden, ''yaşadığı ülkeye sadakat'' bağlılığı talebinde bulunanlar, diğer yanda ise dünden farklı olarak ''gurbetçiler''i yalnızca döviz olarak değil aynı zamanda gerici ve militan emellerin maşası olarak kullanmaya hevesli yobazlar...

Erdoğan'ın elini güçlendiren en etkili yakın dönem gelişmesi, hiç kuşku yok ki, sığınmacılardır. Milyonlarca sığınmacının geçiş hattı üzerinde bulunan bir ülkeye hükmediyor olmayı geleneksel tüccar kodları gereği ranta dönüştürmede pek mahir davranan AKP iktidarı, AB ile imzalanan 18 Mart anlaşmasını geçersiz kılacağı imalarında bulundu. Burjuva siyasetinde tehdit, şantaj ve satışın merkezi önemde olduğunu bilen Avrupalı elitler, siyasi ve askeri yaptırımı dile getirmeye başladılar.

'SERT SİYASİ VE EKONOMİK YAPTIRIMLAR OLACAKTIR'

Almanya'nın etkili gazetesi Die Zeit'ın şef redaktörü Theo Sommer,  2 Ağustos yazısında, "Erdoğan ile olan iyi günler geçti'' diye yazarak, ''Türk Cumhurbaşkanının yaptıkları tarihteki en diktatörce uygulamaları hatırlatmaktadır'' diye ekledi.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra Erdoğan'ın yaptıklarını ''23 Mart 1933'de Hitler'in hazırladığı kararnameler benziyor'' diye niteleyen Sommer, 31 Temmuz Pazar günü Köln'deki AKP gösterisini ''Erdoğan kışkırtıyor ve kışkırttırıyor'' şeklinde nitelendirdi. 

Sommer, ''Açık olan soru şu: Erdoğan bize yüzbinlerce sığınmacıyı gönderirse ne olacak? Bu durumda bize kalan yalnızca sert siyasi ve ekonomik yaptırımlar olacaktır'' diyerek yazısını sonlandırdı.

'ALMANYA'DA 2750 CAMİ VAR'

Die Zeit'dan Elisabeth Knoblauch ve Hannah Knuth'un 25 Temmuz 2016'da Die Zeit'ta yayımlanan incelemesinin konusu Almanya'da camiler. 

130 Sinagog, 45 bin kilise ve 2750 cami. Pek çoğunun adı cami değil. Kuran kursları, tarikat evleri, İslam kültür merkezleri. Ama hepsi cami işlevi görüyor deniliyor, incelemede. 

Ticaretle iç içe, üzerlerinde doğru düzgün bir denetimin olmadığını, pek çoğunun resmi kayıtlarının dahi tutulmadığını ısrarla belirtiyorlar.

Kimi camileri Kuveyt ve Suudi Arabistan'ın finanse ettiği, yaklaşık 50 farklı İslam ülkesinden 4 - 5 milyon ''Müslüman''ın Almanya'da yaşadığı belirtiliyor.

Gelinen coğrafya ile dinsel aidiyet arasında bire bir koşutluk kurulması mümkün olmamasına rağmen öteden beri Batılı medyanın bu 'fark'ı pek ciddiye almadığı biliniyor. 

Etnik köken ve gelinen ülke ile dinsel aidiyet arasındaki farkı önemsiz kılan bakış açısını besleyen belli başlı bir diğer faktör de, sözü geçen toplam içindeki sayının oransal olarak yüksekliğidir. Şöyle ya da böyle de olsa örgütlü bir cami toplamı bulunuyor ve bunla Alman metropolleri zarar görmesin diye merkezileştirip eğitilmek isteniyor.

Suriye'deki cihatçının orada olması iyidir,  hatta desteklenir. Ama Berlin'de, Köln'de olmamalıdır!

'ALMANYALI TÜRKLER BAŞKA BİR GEZEGENDE YAŞIYORLAR'

Gazeteci Henry Broder, 31 Temmuz Pazar günü 30 bin Türkiyelinin ''demokrasi adına idam cezası istemesi''ni şaşkınlıkla karşılayarak, ''Almanyalı Türkler belli ki başka bir gezegende yaşıyorlar'' dedi.

Bu ilkellikte Alman devletinin dışlayıcı politikalarının ve daha da önemlisi kapitalizmin eşitlik ve duygudaşlık üretmeye kapalı doğasının payının görmezden gelindiğini söyleyip geçelim.

AKP, KENDİ DENETİMİNDE İKİ OLUŞUM DAHA ÖRGÜTLEDİ

AKP  kurmayları  Almanya'da Milli Görüş, DİTİB, UTED derken iki yeni oluşumun daha göbeğini kesti: Almanya Yeni Türk Komitesi (AYTK) ve boks klübü mafya grubu Osmanen Germania. 

Aşağıdaki resimde görülenler Köln mitinginde ''darbeye karşı demokrasi''yi savundular. İnanırsanız tabii!  

 

Bu teşkilatlar Köln mitingine ücretsiz otobüs seferleri düzenlediler. Pek çok gerici, faşist grubu (Ülkü Ocakları, Alperen Ocakları, sarsak Vatan Parti'liler) mobilize edecek örgütlülük ve malî kaynak yaratıldı.  ''Allahu Ekber'', ''En büyük Türkiye'', ''İdam İsteriz'' sloganları atıldı.

ALMAN SİYASETİ ATEŞ PÜSKÜRÜYOR

Köln mitingi sonrasında Alman siyaseti, deyim yerindeyse, ateş püskürdü. İktidardaki Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) üyesi Volker Kauder, Almanya'daki Türkiye kökenlilere ''yaşadıkları ülkeyi benimsemelerini" tavsiye etti. 

Koalisyon hükümetinin küçük ortağı Hristiyan Sosyal Birlik Partisi CSU'nun Genel Sekreteri Andreas Scheuer, ''Almanya'da yaşayan Türkler bilmeliler ki, Almanya'nın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan değil, Joachim Gauck'dur'' diye konuştu. 

Koalisyon hükümetinin sosyal demokrat bileşeni SPD Genel Balkanı ve Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel, Erdoğan'ı hedef alarak, onu ''mutlak iktidar sahibi olmak istemek''le ve ''şantajcılıkla" suçladı. 

Köln  sonrası  ateş  püsküren yalnızca  Alman siyaseti olmadı. Alman kamuoyu da Erdoğan'a çok tepkili. İddialı konuşmanın mahsuru olmadığını düşünüyorum: Almanya'da siyasete duyarlı tek bir insan dahi yoktur ki, darbe girişiminin Erdoğan'ı yerinden etmemiş olmasına üzülmemiş olsun.

Yani Kemal Okuyan'ın 1 Auğustos'da soL'da yayımlanan yazısında ifade ettiği, ''Erdoğan, ABD ve Avrupa'da kamuoyunu büyük ölçüde kaybetti'' gözlemi gerçeği yansıtmaktadır. 

İKİ KÖLN, İKİ SONUÇ

Köln, gotik çift kuleli katedrali, Romalı geçmişi, Orta Çağ'ı anımsatan tarihi kalıntıları, müzeleri, Ren nehri ve canlı yeşili ile güzel bir Alman kenti. Ama bu kent bu özellikleriyle değil de, bir yıl içinde Almanya'nın siyasi koordinatlarını etkileyen iki olaya tanıklık etmesiyle adından çokça söz ettirdi, ettirmeye de devam ediyor. 

Birincisi, 2015 ''yılbaşı gecesi'' Köln'de yaşanan ''taciz'' ve taciz algısı üzerinden toplumun terbiye edilmesi ile kendisinden söz ettirdi. Yılbaşından şimdiye kadar geçen süre içerisinde iddiaların ''toplumsal bir boyut'' kazandığını kanıtlayacak en küçük bir gelişme yaşanmadı. Birkaç gözaltı, bir tutuklama, komisyonlar, sonuçsuz soruşturmalar, suçlamalar... Tamamı bu. 

Ancak tacizci olduğu iddia edilen ''sığınmacılar''a dönük ciddi önleyici gelişmeler yaşandı. Tacizciler daha çok Kuzey Afrika ülkelerinden gelenelerdi ve bu üç ülke de (Fas, Cezayir, Tunus) ''güvenli ülke'' statüsüne kavuşturuldu ve sorun halloldu!

31 Temmuz'da Köln'de AKP'li iki bakanın katıldığı ''Darbeye Karşı Demokrasi Mitingi'', Alman siyaseti ile Alman kamuoyunun büyük oranda hemfikir olduğu iki sonuca yol açtı: Erdoğan bir dikatatördür ve  Almanya'nın iç güvenliği için tehdit haline gelmiştir.

Ve burada yaşayan göçmenleri/göçmen kökenlileri zor günler beklemektedir.