20. Rosa Luxemburg Konferansı ve düşündürdükleri: Sol, emperyalist savaşa onay veremez

Almanya ve dünya işçi sınıfının tarihsel önderleri Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht, her yıl olduğu gibi bu yıl da bir yürüyüş ve konferansla anıldı. Bu yılki anmada, Almanya'nın emperyalist sistem içerisinde daha etkin hala gelmesi ön plana çıktı. Tevfik Taş, izlenimlerini soL için yazdı.

Tevfik Taş

Alman işçi sınıfı hareketinin önderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebkneckt'in Ocak 1919'da  Alman gericiliği tarafından katledilmelerinin anısına 20'li yıllardan beri düzenlenen yürüyüş ve anmaya, 1996 yılından itibaren bir de uluslararası konferans etkinliği eklenmişti. Bu yıl 20.'si örgütlenen Rosa Luxemburg Konferansı'nın başlığı ''NATO Yerine Barış'' oldu. Bu başlık 1996'daki birinci Rosa Luxemburg Konferansı'nın da başlığıydı.

Almanca, İngilizce ve İspanyolca olarak üç dilli yapılan konferans programına, Kanada Manitoba Üniversitesi'nden iktisatçı Radhika Desai, Belçika Emek Partisi Genel Sekreteri Peter Mertens, ABD'li gazeteci Linn Washington, Rus TV kanalı RT'nin Başredaktörü İvan Radionov, Die Linke Milletvekili Oskar Lafontaine, gazeteci Otto Köhler katıldı. ABD'de politik tutuklu olarak bulunan gazeteci Mumia Abu Jamal'de görüntülü mesaj ile katıldı.

Junge Welt gazetesinin örgütlediği konferansa, 30'dan fazla örgüt ve yayın kuruluşu da aktif katkı verdi. Bu örgütler arasında Komünist Parti Almanya Örgütü de standıyla yer aldı.

'NATO YERİNE BARIŞ'
Konferans programında yer alan, ''Solun Antimilitarizmden Ayrılışı'' başlıklı ana temanın üç konuşmacısı da 1996 yılındaki konuşmacılardan oluşuyor: Oskar Lafontaine, Willy Wimmer ve Ralf Becker. Her üç konuşmacı da zamanında Yugoslavya'nın NATO tarafından bombalanmasına karşı çıkmış insanlar. Alman barış hareketinin kazanımlar listesine eklenen bu tutumda, hiç kuşkusuz ki, NATO'nun frenlenemez saldırganlığının tiksinti verici barbarlığının etkili rolü kadar, antimilitarist hareketin bu ülke tarihindeki birikimi de rol oynamıştır.

51. NATO Güvenlik Konferansı'nın 7 Şubat 2015'de Münih'de yapılacak olması Almanya'daki barış hareketine ihmal edilemeyecek bir sorumluluk yüklüyor. Bu sorumluluk bilincinin solun tüm renklerinde eşit şekilde kavrandığı ileri sürülemez. Din kıyafeti giydirilmiş terörün, emperyalist merkezlerden kaynaklanmayıp, bu merkezleri hedef aldığı yönündeki yaygın ama yanlış kabulde, sol adına konuşan kimi kesimlerin payı büyük. Emperyalizmin din teröründeki yönlendirici yerini görmeden 'barış' söyleminde bulunmak, Paris'te katledilen karikatüristler için ''Fransız ulusunu temsilen'' François Hollande'a başsağlığı dileklerini iletme şaşkınlığı ile sonuçlanır!

SOL, EMPERYALİST SAVAŞA ONAY VEREMEZ
Karl Liebknecht'in 100 yıl önceki emperyalist savaş karşısındaki tutumu, geleneksel tutumumuz olarak kalmaya devam edecektir. Sol, hiçbir gerekçe ile emperyalist savaşlara evet diyemez. Sol, Suriye açıklarına gönderilen Alman savaş gemisine onay veren 5 Sol Parti milletvekilinin tutumunu asla affetmeyecektir. Düzen yardakçılığının sol saflarda yeri olamaz.

Başta Ortadoğu olmak üzere, emperyalist güçler ellerini buralardan çekmelidir. ''İnsanî yardım'' maskesi altında örgütlenen tüm oyunlar boşa çıkartılmalıdır.

Koşullara göre konsept değiştirse de, NATO'da değişmeyen temel öz, emperyalist saldırı örgütü olmasıdır. Bütün makyajına rağmen gizleyemediği çirkin yüz budur. Reel sosyalizmin çözülüşü ile benimsenen yeni konsept, ''Demokrasi ve piyasa ekonomisi dağıtım ana bayii'' olarak kendini yeniden konumlandırmasıdır.

Kendilerini NATO tarafından tehdit altında hisseden Rusya, Çin, İran, Kuzey Kore Halk Cumhuriyeti gibi ülkeler, daha fazla savunma ihtiyacı içinde askeri harcamalara yöneliyorlar. Bu durumun sorumlusu da yine ve en başta, NATO ve onun yayılmacı, saldırgan politikalarıdır

'ALTTA' TUTULMAK İSTENEN ALMAN EMPERYALİZMİ DAHA FAZLA ROL İSTİYOR
NATO'nun ilk Genel Sekreteri General Lord Hasting Isway 1952'de göreve başlarken savaş örgütünün işlevini şu basit cümleyle ifade etmişti: ''Ruslar dışarıda tutulacak, Amerikalılar içeride; Almanlar da altta...''

Ruslar dediği, komünizmdi. 

Amerikalılar dediği, kapitalist/emperyalist bloğun koçbaşıydı.

Almanlar ise, bu bloğun 'yaramaz çocuğu'...

NATO'nun asıl görevi, sermaye sınıfı lehine komünizme karşı savaş verip, bu sömürü düzenini zor yoluyla ayakta tutmaktır. Ama bazı bileşenlerin de ''altta'' tutulması gerekiyordu. Pek istekli olunmasa da, komünizm korkusuyla olsa gerek,  Almanlar altı yıllık bir rötarla uluslararası savaş aparatı NATO'ya dahil edildi.  

ALMAN EMPERYALİZMİ 'SORUMLULUK' ALIYOR
Ancak...

Malûm, kurtlar arasında dostluk olmuyor. 

Dünya silah harcamasının yüzde 70'inden fazlasını tekelinde tutan tarihin gördüğü bu en korkunç savaş aparatı içinde hiçbir bileşen ''altta'' bırakılma payına razı değildi. Nihayet Alman emperyalizmi de kendisine verilen role daha fazla katlanmak istemedi ve mevcut Cumhurbaşkanı Johannes Gauch aracılığıyla ''dünyada daha fazla sorumluluk'' almak istediğini deklare etti.

Dünya değişmişti, sınıfın yaramaz çocuğu artık hak ettiğini düşündüğü ön sıralarda yerini almak isteğini her defasında dışa vuruyordu. Bunu için gerekli önhazırlıklar başlatılmıştı: Toplumun militarizm yönünde mobilize edilebilmesi için öncelikle barış hareketinin sesi kısılacak, sol muhalefet bin bir türlü istihbarat yöntemiyle baskılanacaktır. Sendikaların kolu kanadı kırılacak, en temel demokratik kazanımlar budanacaktır.

ALMAN DEVLETİNİN BAŞARDIKLARI
Bu 'önlemler'in hepsi şu ya da bu oranda hayata geçirildi.

Silah üretimi ve ihracatında dünya üçüncüsü olundu.

Verili Anayasaya rağmen, Yugoslavya'nın tarumar edilmesinde askeri destek verildi.

Afganistan'ın işgaline ortak olundu ve halen de bu durum devam ettiriliyor.

Irak'ın işgalinde hem onaylayıcı hem de destekleyici tutum benimsendi.

Libya'nın yerlebir edilmesinde fazla rol kapılamadı, ama destekten de feragat edilmedi.

Suriye'nin ABD emperyalizmi tarfından hedefe konulmasında emperyalist projeye aktif destek verildi. Emperyalist girdiye açık Barzani peşmergelerini Almanya'da eğitime alındı.

Kiev'deki emperyalizmin tetikçisi, faşist yönetime desteğini esirgemedi. Öyle ki, boksör Kliçko'yu Kiev'e 'politikacı' olarak ihraç etti.

Avrupa Birliği içerisinde parasını kırbaç gibi kullanarak, iktisadi açıdan zayıf ülkeleri biat ettirme yoluna gitti. En çarpıcı örneği Yunanistan'la kurduğu buyurgan ilişki.

Rusya'ya karşı yapılan yaptırımlarda Alman emperyalizmi başat role yerleşti bile. 

İsrail devletinin Filistin halkına karşı yürüttüğü devlet terörü konusunda Almanya'nın sessiz kalması, hatta kritik eşiklerde ona destek vermesi, yakın geçmişteki 'tarihi' ile pek manidar bir uyum göstermektedir.

PEGİDA VAKASI ALMANYA'NIN 'NORMAL'İ
Ülke içerisinde demokratik ve sosyal kazanımları koruyup, geliştirmek yerine onları tasfiye etmenin açık bir  çıktısı da, ırkçılığın yükselmesi oldu. Nazi artığı parti ve örgütlülükleri yasaklamak yerine, ''ülkemize çok fazla mülteci geliyor'' diye açıklama yaparak onlar cesaretlendirilip, toplumun militaristleşmesinin önü açılıyor.

'SAVAŞ LOBİSİ' SÖYLEMİ SINIF SAVAŞINI GİZLEMEK İÇİNDİR
Sol antimilitarizmden vazgeçebilir mi? Emperyalist savaşlara ilkesel karşı duruşunda 'yumuşamaya' gidebilir mi?

Elbette, hayır!

Savaş, sömürü ve kriz bir bütündür. Kapitalizm doğası gereği kriz üretir ve bunu da savaş ile aşmaya çalışır. Bunun içindir ki, savaş eğilimi taşımayan bir kapitalizm düşünülemez. Hele ki emperyalizmin egemen olduğu bir dünyada sömürü-kriz-savaş fasit dairesinden sosyalizm dışında çıkış asla söz konusu dahi olamaz.

''Savaş lobisi'' söylemi neye ve kime hizmet eder?

Kapitalist toplumdaki sınıf çelişkilerinin önemini küçültmeden başka işlevi olmayan ''silah lobileri'' söylemi, kapitalist toplumun kusurlarını mazur göstermeye yaramaktan öte bir anlam taşımaz. Lobi söylemi ile anlatılmak istenen şey, barış hareketinin düzen içi arızalarla uğraşıp, ömür tüketmesidir. Silah lobicilerini kapitalist sömürü ve savaş düzeneğinin dışında, ona dışsal bir unsur gibi göstermeye çalışmak, koskoca bir yalandan ibarettir. Savaş da, silah endüstrisi de kapitalist/emperyalist sisteme içkindir.

KÜRT SORUNUNDA 'ÜÇÜNCÜ GÖZ' YAKLAŞIMI REDDEDİLMELİDİR
17 Aralık 2014'de Die Zeit gazetesine röportaj veren KCK Yürütme Konseyi Başkanı Cemil Bayık, ''Üçüncü bir taraf olmadan dünyada hiçbir sorun çözümlenemez ve çözümlenmemiştir. Türkiye en çok ABD'ye güvenir. ABD olabilir" diyerek, sorun kaynağını sorunun çözümü yerine koymak gibi son derece yanlış bir yöntem önermiştir. Sol, Kürt sorununda ''üçüncü göz'' önerileri üzerinden pişirilmeye çalışılan uzlaşmacı tutumlara da onay veremez. 'Ezilen ulus' gerekçesiyle dahi emperyalizm yardıma çağrılamaz; bu türden çağrılar ilkesel olarak reddedilir. Antiemperyalist olunmadan antifaşizm iddiasında bulunulamaz.

Emperyalizmin tarihinde arabuluculuk yoktur, yalnızca arabozuculuk vardır. 

Uluslararası haydutluğun en baş aktörü ile barış süreçleri geliştirilemez. Dünyada barışın güvenceye alınması, emperyalizme karşı etkili mücadeleden ve NATO'nun dağıtılmasından geçer.

SONUÇ
10 Ocak'ta yapılan yürüyüşe Rosa Luxemburg'un soyadının ilk harfi olan ''L'' ile Karl Liebkneckt'in soyadının ilk harfinin birleşiminden türetilen bir kısaltma kullanılır: ''LL Yürüyüşü''. Bu kısaltmada anlamın ve bağlamın tam olarak anlaşılıp, yerli yerine oturması için bir üçüncü L'ye daha gerek vardır: Lenin'in L'si. Lenin'siz ne Luxemburg ne de Liebkneckt anlaşılabilir. Bundan dolayıdır ki, Marksist-Leninist gelenekten gelenler hep, ''LLL Yürüyüşü'' olarak kullanırlar.

20. Uluslararası Rosa Luxemburg Konferansı'nın sol açısından 'kendi' içindeki emperyalizm muhipliğini tespit edip, temizleme olanağını sunmasını dilemekten bizi ne mahrum bırakabilir ki?