"Ya din hanesi gidecek ya da Aleviliği yazacaksın"

Devleti nüfus cüzdanındaki 'din hanesi'ni kaldırılması için zorlayan Alevi bir vatandaş, Sinan Işık. Işık, durduğu noktayı şöyle açıklıyor: "Devlete diyorum ki sen laiksen sen bu din hanesinin burada yeri yok. Eğer sen inat ediyorsan illa yazacağım dersen o zaman benim gerçek inancım Aleviliği yazacaksın."

Sinan Işık 2004 yılının Mayıs ayında İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açtığı davada davada Nüfus Cüzdanındaki 'Dini: İslam' tanımlaması yerine 'Dini: Alevi' yazdırmak istedi. Ancak mahkeme, Diyanet İşleri Başkanlığından aldığı görüşü dayanak kabul ederek talebi reddetti. Bu karar Işık'ı yıldırmadı. Tüm hukuk yollarını zorladı. Sonuçta iç hukuk yolları tüketilince, konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AHİM) gitti. AİHM 02 Şubat 2010 tarihinde vermiş olduğu karar ile nüfus cüzdanlarında bulunan 'din' hanesinin varlığını Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 9. maddesine aykırı buldu.

AİHM kararının 2 Mayıs 2010 tarihinde kesinleştiği. Hükümetin üç ay içinde gereğini yerine getirmesi ve Nüfus Kanun’un 43. maddesini bu doğrultuda yeniden düzenlemesi gerekiyordu. Ancak bekleneceği üzere hiçbir adım atılmadı.

Alevilerin zorunlu din dersine karşı yeni eylemlere hazırlandıkları günlerde, bir başka önemli mücadele başlığı olan nüfus cüzdanından din hanesinin kaldırılması konusunu, hukuk mücadelesi başlatarak bu tartışmanın açılmasını sağlayan Sinan Işık'la konuştuk. Işık, bize dava sürecini ve bu süreçte yaşadıklarını anlattı.

Dilekçemi okuduğunda mahkeme kalem müdürünün suratının alacağı ifadeden, başbakanın vereceği tepkiye kadar neler yaşayacağımı düşündüm.

Neden dava açmaya karar verdiniz? İzleyeceğiniz yola nasıl karar verdiniz?
Davanın temeli yaşamdaki çelişkilere dayanıyor. Bu süreç öyle başladı. Bu ülkede Alevi olmak başlıca bir sorun. Yaşamın her alanında seni buluyor o çelişkiler. Sebep olarak bilerek bilmeyerek yapılan hakaretler ve yok sayılma var. Benim ilgi duymaya başladığım alanların başında din geliyordu. Alevilik başta olmak üzere din konusunda biraz bilgi sahibi olduktan sonra Alevilik ve İslam arasında ki temel çelişkileri kendimce gördüm. Siyasi gündemi de yakından takip ettiğim için, Aleviler üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılan projeler olduğunun farkına vardım. Alevilerin ılımlı İslam projelerinde, Büyük Ortadoğu Projelerinde asimilasyona uğradıklarının farkına vardım. Davayı açana kadar da kimseden Alevilik İslam dışıdır gibi bir söylem duymamıştım. Oysa Aleviler okumuş insanlar, aydın insanlar olarak bilinirler. İlericilikten, solculuktan yanadırlar hep. Ama kimse bu konuda konuşmuyordu. Ben de kendi kendime bu konuda bir şey yapmam lazım diye düşündüm. Kendimce yapacağım şeyden sonraki bütün ihtimalleri a’dan z’ye düşündüm. Dilekçemi okuduğunda mahkeme kalem müdürünün suratının alacağı ifadeden, başbakanın vereceği tepkiye kadar neler yaşayacağımı düşündüm. Bana hem Alevilerden hem de Alevileri asimile etmeye çalışan gericilerden ve milliyetçilerden karşı çıkanlar olacağını biliyordum.

Mahkemeye hangi istek ile başvurdunuz?
7 Mayıs 2004’te İzmir 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurdum. Dilekçemde hatırladığım kadarıyla yazanlar şunlardı. Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı Konak Nüfus Müdürlüğü tarafından tarafıma verilmiş kimliğin arka yüzündeki din hanesi bölümünde bulunan ibare beni temsil etmemektedir. Bu ülkede yaşayan Alevi bir yurttaş olarak edindiğim bilgi ve yaşadığım inanç gereği bir insanın hem Alevi hem de Müslüman olamayacağı kanaatine vardım bu nedenle mahkemenizden talebim beni temsil etmeyen İslam ibaresinin oradan çıkarılarak gerçek inancım olan Aleviliğin yazılması şeklinde bir dilekçe yazdım. Anayasanın 24. maddesinden de alıntılar yaparak sundum dilekçemi.

"Mahkemede hakim İzzettin Doğan'ı örnek verdi"

Peki, mahkeme sürecinde neler yaşadınız?
Birinci duruşmam normal saatinden erken başladı. Anladım ki mahkeme heyeti de merak ediyordu ne olacağını. Konak Nüfus Müdürlüğü’nde çalışan bir memuru da mahkeme çağırmış. Hâkim böyle şey mi olur Alevilik İslam’dan ayrı değil dedi. İzzettin Doğan ne diyor, benim Alevi arkadaşlarım var böyle düşünmüyorlar falan dedi. Hakim bana sevecen yaklaştı. Savcı da ilk başlarda konuşmadı. O da İzzettin Doğan’ı örnek veriyor. Hacı Bektaş şöyle demiş diye örnek vermeye çalışıyor beni ikna etmeye çalışıyordu. Ben de savcı Cumhuriyet Savcısı, Asli görevi Cumhuriyeti korumak, laiklik ilkesine sahip çıkmak benim yanımda olacaktır diye düşünüyordum davadan önce. Ama neredeyse tersi çıktı. Ben de, “Sayın savcım madem Aleviler ile Müslümanlar kardeş, aynı dine mensup. O zaman, Sivas’ta 93 yılında yananlar kimdi yakanlar kimdi? Müslümanlar değil miydi Allahuekber sloganlarıyla Allahın ateşi adamı böyle yakar diye bağıranlar” dedim, Savcı, “Dün PKK bugün siz dedi yedirmezler boşuna uğraşmayın bu ülkeyi size böldürtmeyiz” dedi. Ben de yurttaş olarak hakkımı aradığımı söyledim. Hakim de söze girince, savcınız bana bölücü diyor dedim. Hakim de ben duymadım dedi yazdırmadılar zapta. Karar olarak, tarafların belgelerini sunması Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan da görüş alınması için ikinci duruşmaya erteleme verdi.

İkinci duruşma da 30-40 gün sonra oldu. İkinci duruşmada savcı değişmişti. Solcu gibi görünüyordu. Yanımda durur sandım. Hakim, benim verdiğim belgelerin kabul edildiğini söyledi. Diyanet’ten yazı gelmediğini söyledi. Hakim ile savcı bir şeyler konuştular ama ben duymadım. Savcı uygundur dedi. Başka konuşmadı hiç. Sonra hakim Diyanet’ten yazı gelmedi diyerek duruşmayı tekrar ertelendi.

Üçüncü duruşmada karar verildi. Diyanet’in gönderdiği cevap okundu. Şaşırmadım ben Diyanet’in cevabına. Alevi büyüklerinden alıntılar yapmışlar, Aleviliğin İslam olduğunu kanıtlamak için. Atatürk devrimleri ile tekke ve zaviyelerin kaldırılması ile ilgili kanun yürürlüğe geçtiğinde baba, dede, çelebi isimleri kaldırıldı diyerek Atatürk’e bağlıyor. Tekke ve zaviyelerde kaldırılmıştır ve yalnızca camiler ve mescitler ibadet yeri olarak bırakılmıştır diyor. Sanki Atatürk devrimi sultanlığa halifeliğe şeriata karşı yapmamışta Aleviliğe karşı yapmış gibi yazmışlar. Sonuçta Alevilik iddia edildiği gibi İslam’ın dışında müstakil bir din olmadığı gibi İslam’ın mezheplerinden biri de değildir diyor. Alevilik, İslami tasavvuf grupları içerisinde alt kültür gruplarından biridir gibi bir garip tanımlama ile reddetmiş benim dediklerimi. Tabi bu Diyanet yazısı mahkeme için yeterli. Ben kanıtlarımın dikkate alınmadığını söyledim. Ama hakim karar olarak Diyanet'in yazısının içeriğine dayanarak biraz da yorum katarak Yargıtay yolu açık kalmak şartıyla isteğimi reddettiğini söyledi.

"Cumhuriyet gazetesi benimle yaptığı röportajı yayınlamadı"

Sonraki süreçte ne yaptınız?
Normalde 15 gün olan itiraz süresini Diyanet gecikince 30 güne çıkardılar. Ben de Yargıtay’a savunmamı hazırlarken basına gitmeye karar verdim. Alevilere karşı sıcak yaklaşımı olduğundan Cumhuriyet gazetesine gitmeye karar verdim. Röportaj verdim ve röportajı yapan arkadaşa ne zaman yayınlanır diye sordum. Kendisi de hemen yayınlanmasını beklediğini söyledi. Ama ben İlhan Selçuk’un tavrını tahmin ediyordum. Resmi söylemin dışına çıkan bir şeyi yayınlamak istemeyebilirdi. Dördüncü gün yayınlanmayınca bir tanıdık vasıtasıyla Hürriyet gazetesine röportaj verdim. O röportajdan sonra gazeteciler de o tarihlerde Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı olan Kazım Genç’e sormuşlar ne düşünüyorsunuz diye. O da Sinan Işık’ı kurum olarak destekliyoruz demiş. Sonra da zaten kendisi avukatım oldu. Bir de o dönem Cihan Haber Ajansından röportaj istediler. Israrla aradılar. Ben de aslında kim olduklarını bildiğim için ilk önce ne yapacağımı bilemedim. Sonra kabul ettim. Uzun bir röportaj oldu. Röportajı yapan arkadaş sürekli destekledi beni falan. Kameraman sürekli görüntü aldı. Evde yaptık röportajı evin içini de çektiler. Ancak tek satır yayınlamadılar. Hiç yer vermediler. Benim yerime manşetlere İzzettin Doğan, Rıza Zelyut, Cemal Şener gibi insanları çıkardılar.

Yargıtay’da itirazınız hakkında ne karar verdi?
Yargıtay, AİHM 5 yılda karar bağladığı davayı 40-45 günde karara bağladı. Daha önce bir kısmını kendim hazırladığım savunmamı Kazım Genç’e verdim. Onlar da hukuki olarak düzenlediler düzelttiler o şekilde gittik Yargıtay’a. Yargıtay’da zaten ilk mahkeme ile aynı gerekçeler ile mahkemenin kararını onadı.

Sonra AİHM sürecine başladınız. Ne zaman karar verdi AİHM?
AİHM kararını 2 Şubat 2010’da çalıştığım yerde gazetecilerden öğrendim. Canlı yayına bağlayacaklarmış telefonla, onlar söylediler AİHM davanızı haklı buldu diye. Oysa AİHM farklı bir karar vermiş. Devletin din hanesini doldurmadan önce vatandaşın isteğini beklemesi gerektiğini söylemişler. Ama asıl olarak din hanesi kısmı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9. Maddesine aykırıdır kaldırılmalıdır diyor ve tazminat talebinde bulunmadığım için tazminat verilmesine gerek yok diyor

"Hükümetin AİHM kararını uygulaması gerekiyordu. Ancak uygulamadı"

Siz karardan memnun musunuz? Sonuçta siz Alevi yazdırmak istediniz ancak AİHM din hanesi kaldırılsın dedi.
Benim için ikisi de aynı değerde bir karardır. Nihayetinde ben Aleviyim ama aynı zamanda laisizm yanlısı bir insanım. Ben mahkemeye başvururken iki başlıca amacım vardı. Devlete diyorum ki sen laiksen sen bu din hanesinin burada yeri yok. Eğer sen inat ediyorsan illa yazacağım dersen o zaman benim gerçek inancım Aleviliği yazacaksın. Sanki Alevilik yazdırayım derken dincilik yapıyormuşum gibi yanlış fikirler var. Çünkü Alevilik yazılmasını isteyişimin ana nedeni Aleviliğin resmen tanınması. Hükümetin 6 ay içerisinde AİHM kararını uygulaması gerekiyordu. Ancak uygulamadı.

Hükümet AİHM’e itiraz etti mi?
Etmediler. Hatta Başbakan çıkıp “Normal bir karar. Uygularız” gibi şeyler söyledi. Ama yasal olarak 2 Ağustos 2010’a kadar nüfuslardan din hanelerinin kaldırılması lazımdı. Ben de baktım hükümet bir şey yapmıyor Alevi kurumlara gittim bir şeyler yapmalı diyerek. 9 Ekim’de Ankara’da düzenlenen Zorunlu Din Eğitimine karşı eylem de PSADK Başkanı Ali Balkız ile görüştüm. 26 Ekim 2010’da basın açıklaması yapmaya ve Başbakanlığa ihtar dilekçesi vermeye karar verdik. Başbakan referandum sonrasında sanırım “Artık kimse AİHM’e gitmeyecek Anayasa Mahkemesi AİHM” olacak demişti. Ben de 26 Ekim’de yapılan eylem sonrasında gazetecilere ve televizyonculara “Başbakan artık AİHM’e de duble yol yapacak herhalde” dedim.

Bundan sonraki süreçte ne yapmayı planlıyorsunuz?
Başbakanlığa 30 gün içinde değişikliği yapması için ihtar verdik. Aslında Başbakanlık 3 Ağustos itibariyle suç işlemeye başladı. Eğer hükümet 30 gün içerisinde değişiklik yapmazsa bir üst kurul olan Büyük Kurul’a gideceğiz. Tahmini söylüyorum oradan da ceza çıkar Türkiye’ye karşı. Birkaç sene önce çıkan yasaya göre, devleti para cezası ödemeye mahkum edenler kendileri ödüyorlar cezayı. Avukatlığımı yapan Kazım Genç ile de bu tazminat konusunu görüştüm. Eğer varsa böyle bir seçenek kullanmak isterim. Aslında bu cezanın devletin kasasından değil de, Başbakanın, ilgili Bakanların kendi ceplerinden ödemesini istiyorum ben de. Eğer böyle bir şey olursa alınacak parayı ihtiyacı olan Alevi gençlerin eğitimleri için harcamayı planlıyorum.

Çok teşekkür ederiz.

(soL)