Türkiye ekseni palavrasından bıkmadılar

Aksiyon dergisinde çıkan bir yazıda “Ne Doğu, Ne Batı… Türkiye Ekseni” denilerek Türkiye’nin bir merkez ülke olduğu iddia edildi. Asıl merkezin neresi olduğundan ise hiç bahsedilmiyor.

AKP hükümetinin dış politikada birçok ülkeyle teması artırmasıyla birlikte, Türkiye’nin bölgede yeni bir küresel güç olarak yükseldiği ve merkez bir ülke olduğuna dair iddia, sürekli olarak gündemde tutuluyor. Aksiyon dergisinde İbrahim Doğan ve Mesut Çevikalp imzalarıyla yayınlanan bir yazı, bu iddiaya son yapılan katkılardan birini sergiledi.

Kanat, köprü, merkez…
Yazının girişinde, Türkiye’nin rolüne dönük olarak şu değerlendirmede bulunuldu: “Soğuk Savaş döneminde bir ‘kanat ülke’ olarak görülen, 1990’larda Doğu ile Batı arasındaki ‘köprü’ konumu verilen Türkiye, bugün Afrika-Avrasya topraklarına kök salan ve oyun kuran bir ‘merkez’ ülke olma yolunda.”

Bu dönemin yansıması olarak ise 25 Ekim tarihinde Türkiye’nin diplomasi trafiği örnek olarak gösterildi. Buna göre bu tarihte Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Sırbistan’a giderken, Başbakan Erdoğan, Pakistan’da temaslarını sürdürürken “bir de telefonla Irak Başbakanı Maliki ile görüşmüş”, daha sonra Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile birlikte İran’a geçmişti. Devlet Başkanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış da Finlandiya’da Göç ve Avrupa İşleri Bakanı Astrid Thors’la görüştü.

Sırbistan 620 sonra sayemizde huzur buldu
Yazıda Türkiye’nin rolüne dair yapılan değerlendirmeler, oldukça ilginç biçimler alıyor. Yazıda, “Yeni-Osmanlıcılık tartışmalarının beraberinde getirdiği” söylenen Sırbistan’la ilişkilerle ilgili kısımda şunlara yer verildi: “Uzun yıllar Rus ekseninde kalan Sırbistan da Türkiye ile stratejik işbirliği kurmak istiyor. 1389’da Sırp Kralı Lazaroviç’i destekleyen Yıldırım Beyazıt, bu ülkede istikrarın yakalanmasını sağlamıştı. Rusya’da komünizmin hâkim olmasına paralel Sırbistan da bundan etkilendi ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Rusya’da pazarlanacak bir şeyin kalmaması kalıpların yıkılmasını sağladı. İki ülke arasındaki ilişkiler yeniden canlanıyor. Üç yıl önce sıfır olan Türkiye’nin ihracatı geçen yıl 458 milyon dolara ulaştı. Slav ırkının önemli temsilcisi Sırplar, dünyanın farklı noktalarına açılmak için Türkiye’ye ‘stratejik ortaklık’ teklif ediyor. Türkiye, yakın zamanda Sırbistan’da hükûmetin kurulmasını sağlayan ülke olarak öne çıktı parlamentodaki iki Boşnak milletvekilini ikna ederek Sırbistan’ın istikrarını 620 yıl sonra yeniden sağladı.”

Yazıdan, “eksen ülke” olmanın “pazarlanacak bir şeylerin olması” olarak anlaşıldığı sonucu çıkarılıyor, bu durumda yazarların, Türkiye’yi eksen değil “tüccar” ülke olarak kurguluyor olmaları mümkün. Fakat işin siyasi tarafına dönük “istikrar” değerlendirmesi, ilköğretim tarih kitaplarının sıklıkla dalga geçilen iddialarını andırıyor. Çağdaş ekonomiye dair bir kavram olan istikrarın, 14. yüzyılda iki hanedan arasında yaşanan taht kavgasında taraf tutulması için kullanılmasındaki tuhaflık bir yana, yazı açık açık Sırbistan’ın ancak 600 yılda bir Türkiye’nin müdahaleleri sayesinde istikrara kavuştuğunu, bunun dışında istikrarsız bir ülke olduğunu öne sürüyor.

Herkes herkesle sratejik müttefik

Türkiye’nin üstlendiği yeni rolden ötürü bir cazibe merkezi olma yolunda ilerlediğinin belirtildiği yazıda, “Birçok devlet, Türkiye ile birlikte hareket etmenin kendi menfaatine olduğunu düşünüyor. Suriye, Irak, İran gibi ülkelerle imzalanan stratejik iş birliği anlaşmaları da bunu ispatlıyor. Hatta birçok ülke Türkiye ile stratejik ortak olmak için Dışişleri Bakanlığı’na başvurdu. Romanya, Mısır, Ürdün gibi ülkeler Türkiye’ye stratejik işbirliği teklif etti. Masanın üzerinde bu dosyaların dışında benzer birçok dosya daha bulunuyor. Bir diplomat, ‘Masanın üzerinde bekleyen çok dosya var, sayı vermeyelim. Alaka çok. İşbirliği yapalım diyen çok. Diğer ülkeler şunu görüyor: Türkiye ile iş birliği yapan, belli bir dostluk zeminine giren ülkeler zarar görmüyor. Bundan kârlı çıkıyor’ diyor” denildi.

soL’da daha önce “stratejik ittifak” kavramının bugün uluslararası ilişkilerde ne kadar sulandırılmış bir kavram olduğuna dair bir haber yer almıştı (“Hadi gel stratejik ortak olalım”, soL, 11 Aralık 2008). Bugün hemen tüm devletler birbiriyle stratejik ortaklık anlaşması imzalar hale geldiler.

Fakat dikkat çeken bir başka ayrıntı, yazıda anılan Romanya, Mısır, Ürdün, Irak gibi ülkelerin, ABD’ci ülkeler olmaları. Türkiye’nin İran ve Suriye ile de ABD adına pazarlık yaptığı biliniyor. Aslında Türkiye’nin diplomasi trafiğine yakından bakıldığında, Ankara’nın merkez ülke değil, gerçek merkez ABD’nin temsilcisi rolünü üstlendiği anlaşılıyor.

Osmanlı vurgusu eksik edilmiyor

Sık sık yapılan bu yöndeki benzer değerlendirmeler, Türkiye’nin bir küresel güç olarak pazarlanması ihtiyacının, ABD adına üstlenilen bu rolün yerine getirilebilmesi için gerekli olduğunu düşündürüyor. Bu doğrultuda ise “Yeni-Osmanlı” söylemi kullanılıyor. Aksiyon’daki yazıda Davutoğlu’nun “Türkiye’nin Osmanlı’nın vârisi olarak bir çekim alanı var” sözleri ve Gaziantep Zirve Üniversitesi’nden siyaset bilimi uzmanı Doç. Gökhan Bacık’ın “Zihinlerdeki Türkiye algılaması, coğrafi sınırlarımızı aşıyor. Bu tercihi aşan bir şey. Türkiye’de yerleşik beyaz Türklerin kurallarının dışına çıktığınız zaman, yüzyıllardır zihinlerde var olan yapı sizi bekliyor ve harekete geçiyor. Osmanlı medeniyetinin izleri, İslam’ın altyapısı her yerde var” ifadelerine yer veriliyor.

Yiğit Bulut ve Mehmet Altan’dan karşıt değerlendirmeler
Son dönem AKP’yle yükselen değer olarak ünlenen Yiğit Bulut, Habertürk gazetesinde dünkü köşesinde Cumhurbaşkanı Gül’ün, Sudan Devlet Başkanı El Beşir’le ilgili Türkiye’yi eleştiren Avrupa Birliği için “Onlar kim oluyor” dediğini yazdı. Bulut, buradan hareketle “Sevgili dostlar, Türkiye'nin değişen "dış politikası", kaldırılan İsrail ipoteği ve diğer bütün bileşenleri ortaya koyunca gelinen nokta kolaylıkla görülebilir yeni dünya düzenini doğru analiz eden Türkiye Cumhuriyeti, bu düzende "kaybeden olacak" olan AB'nin parçası olma yolundan "döndü"! Çok doğru ve desteklenmesi gereken bir karar! Bu bir eksen kayması değil! Tam tersi büyük ekseni görmek ve ona göre davranmak, pozisyon tutmak!” dedi.

Bulut’un yazısının sonu, büyük harfler kullanarak “Türkiye ‘yeni dünya düzeninin’ YENİ DEVİ olurken ‘parçalarına’ sahip çıkmalı!” ifadesiyle son bulurken, tüm yazıda ABD’den tek kelime edilmemesi dikkat çekti.

Aynı gün Mehmet Altan’ın köşe yazısında “Bugün Türkiye, Ecevit’in yanlış politikası yüzünden kaybettiği Avrupa Birliği tam üyeliği yolunda hızla ilerliyor” değerlendirmesinde bulunması ise bir diğer ilgi çekici nokta oldu.

(soL - Haber Merkezi)