Tezkereyi ABD kaptı, karizmayı Rusya çizdi: AKP’nin diplomasi manevraları kurtarır mı?

Esad yönetiminin bir an önce düşürülmesini bir namus meselesi haline getiren AKP’nin, süreci hızlandırmak amacıyla gerçekleştirdiği provokasyonlar şimdilik başarılı olmadı. Fakat bu durum, sürecin kendisinin de geçersizleştiği anlamına gelmiyor.

BM Suriye Özel Temsilcisi Lahdar Brahimi tarafından sunulan bayramda ateşkes yapılması önerisi, ilginç bir biçimde, Türkiye tarafından kabul edilir bulundu. Zira Türkiye buna benzer girişimleri daha önce reddetmiş, hatta BM toplantılarında Beşar Esad’ın yönetimden ayrılması dışında hiçbir koşula razı olmadığını defalarca tekrarlamıştı. Türkiye, Esad’ın devrilmesi konusundaki inadıyla Suriyeli muhaliflerle dahi yarışabilirdi.

Üstelik Türkiye’nin inadı, sadece BM toplantılarındaki deklarasyonlarla sınırlı değildi. Türkiye bir yandan sürecin devamı için talebini masaya koyuyor, bir yandan da kendi talebini kendisi karşılamak için kimi adımlar atıyordu. Silahlı çetelere mühimmat sağlanmasından komuta kademesinde personel tedarikine kadar muhaliflerin savaş kapasitesini yükseltecek girişimlerde bulunan Türkiye, Esad’ın düşüşünü hızlandırmayı, hatta bir oldu bitti haline getirmeyi denedi.

Sürecin doruk noktası, kuşkusuz, Akçakale’ye düşen top ya da havan mermisi oldu. Hâlâ kimin tarafından ateşlendiği bilinmeyen mermi, Meclis’ten geçirilen savaş tezkeresine mazeret kılındı. Türkiye bir anda Suriye ile savaş pozisyonuna girdi. Suriye’nin merminin nereden ve nasıl ateşlendiği ile ilgili ortak araştırma teklifi, hiç düşünülmeden reddedildi. Sınıra ordu birlikleri ve ağır silahlar, topçu bataryaları yığıldı. Tüm bu sürecin sonunda ise, AKP, şaşırtıcı bir kıvraklıkla bayram süresince ateşkes önerisini makul bulduğunu açıkladı.

Eldeki tezkereyi ABD'ye kaptıran AKP
Esasında AKP’nin Suriye’ye karşı tek başına savaş başlatamayacağı, hükümet yetkilileri tarafından da dile getiriliyordu. Tezkerenin geçmesi sırasında bunun savaş anlamına gelmeyeceğini, asıl amacın caydırıcılık olduğunu tekrarlayarak, kendi çıkardıkları tezkereyi anlamsızlaştıracak boyuta geldiler. Fakat asıl bağlayıcı husus, ABD’nin bölgede henüz bir askeri operasyon düşünmediğini belirtmesiydi. Böylece ABD, Meclis’ten elinde tezkereyle çıkan Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin elindeki tezkereyi bir anda alıvermiş oldu.

Gerekli mesajı alan AKP'nin yöneleceği yer artık diplomasi masasıydı. O masadan gürültücü bir kabadayılıkla kalkan ve silahlarını kuşanan AKP, şimdi tekrar oturacak bir masa aramaya başladı. Geçtiğimiz hafta gündeme getirilen üçlü görüşmeler önerisi de bu bağlamda şekillendi. Erdoğan, Rusya-İran-Türkiye, İran-Mısır-Türkiye ya da Suudi Arabistan-Katar-Türkiye arasında üçlü görüşmelere başlanmasını ve Suriye krizinin çözümü için yollar aranmasını önerdi.

Bu öneride dikkat çeken nokta, AKP’nin kendisine atfettiği “bölge liderliği” vehmiydi. AKP söz konusu öneriyi dile getirirken, üstü kapalı biçimde kendisinin bölgenin dengeleri açısından karar verici konumda olduğunu, kurulacak tüm denklemlerin değişmez aktörü haline geldiğini de iddia etmiş oluyor. Bir başka nokta ise, böyle bir iddianın mevcut koşullarda fazla gerçekçi olmadığının AKP tarafından da fark edilmesi oldu. Çelişkili gibi görünse de, her iki nokta AKP’nin siyaset tarzı içerisinde bütünlük oluşturuyor. Yani AKP zayıf olduğunu hissettikçe güçlü rolü yapmayı, kapılar yüzüne kapandıkça ev sahibi gibi davranmayı deniyor.

Şimdilik bu öneriyi ciddiye alan olmadı, çünkü masaya geri dönmeye çalışan AKP, aradan geçen zamanda diplomatik pozisyonunu zayıflatmıştı. İkincisi, sözü edilen aktörler AKP’nin ne kadar hesapçı olduğunun farkındalar. Bu nedenle, askeri girişimlerle kurulamayan, kurulmak bir yana iyice batağa saplanan “bölgesel liderlik” rolünü, bu kez de diplomasi masasında oynaması için AKP’ye izin vermek niyetinde değiller.

Rusya'yı sınamanın ağır bedeli
Bütün bu süreçte, Suriye ile yaşanan gerginlik kadar öne çıkmayan, ama esasında Suriye gerginliğini geride bırakacak ölçüde şiddetli bir başka gerginlik Rusya ile yaşanan uçak krizi oldu. Türkiye, ABD’den gelen istihbarat doğrultusunda Moskova-Şam seferini yapan bir sivil Rus uçağını, askeri uçaklarla inişe zorladı. AKP hükümetinin iddiası uçakta silah taşındığı yönündeydi, ancak Rusya bu iddiayı hemen reddetti ve Türkiye’yi iddiasını kanıtlamaya davet etti. Aradan geçen sürede Türkiye herhangi bir kanıt sunamadı, ancak hatasını anlayan AKP hızla ilişkileri düzeltmeye çalıştı. Öyle ki, istihbaratın ABD’den geldiğini açıklayarak müttefikini dahi “ispiyonladı”.

Yazarımız Aydemir Güler bugün "Rus faktörü"nü ele aldı.

Oysa Türkiye, emperyalist hiyerarşi açısından Rusya’ya diklenemeyeceğini, üstelik enerji muslukları Rusya’nın elinde oldukça uslu davranması gerektiğini bilecek kadar tecrübeye sahip bir ülke. Ancak ABD, diplomatik yollarla ikna edemediği Rusya’ya bir mesaj iletmek zorundaydı. Suriye gündemi açıldığından bu yana Rusya’yı Suriye’yi "satması" konusunda ikna etmeye çalışan ABD, henüz cazip bir rüşvet önerebilmiş değil. Dile getirilen en kapsamlı teklif, Suriye’deki Rus üslerinin korunması oldu. Ancak birine zaten sahip olduğu bir şeyi teklif etmenin hiç de ikna edici olmadığı görüldü.

Dolayısıyla ABD daha ileri zorlamalar için Rusya’nın reflekslerini ölçmeyi gerekli gördü. Kuşkusuz, böylesi durumlar için kendisini öne atması beklenemeyecek olan ABD, elinin altındaki en pervasız güç olan AKP’yi Rusya ile burun buruna getirdi. Türkiye’nin Rusya ile gerilimi yükseltmesi, hiçbir rasyonel hesapla örtüşecek şey değildi elbette ama AKP, bu kirli işte ABD’nin elinin kirlenmemesi için bir adım öne çıkmak zorundaydı. Emperyalizmin çıkarlarının, ulakların çıkarlarından üstün olduğu kanıtlanıyordu.

Sonuç, bir hafta önce “uçanı kaçanı indiririz” diyerek Deli Dumrul’luk yapan AKP’nin, bir hafta sonra Rusya ile diplomatik zemin yoklamaları yapması şeklinde ortaya çıktı. Bu arada Rusya’dan gelen mesajların şiddeti de, basının üst düzey çabalarıyla saklandı. Oysa Rusya, önce Putin’in ağzından “istediğimize silah satarız, kimse karışamaz” diyerek Türkiye’ye “haddini bildirdi”. Ardından Rus Dışişleri, AKP tarafından köşe bucak saklanan bir bilgiyi sızdırarak, Türkiye’nin Rusya’dan özür dilediğini duyurdu. Bu arada, geçtiğimiz gün silah taşıdığı Rusya tarafından da saklanmayan bir Rus askeri gemisi, rota dahi bildirmeden, elini kolunu sallayarak Boğaz’dan Akdeniz’e doğru geçti.

Son olarak ise, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Türkiye’nin indirilen Rus uçağında silah bulunmadığını kamuoyuna açıklamasını beklediklerini söyledi. Bu, AKP’ye iletilmiş en keskin mesaj olmalı çünkü Rusya’nın bu talebi, AKP’nin gizli gizli dilediği özrü şimdi yüksek sesle ve herkesin içinde tekrarlamasını istemek anlamına geliyor.

Dolayısıyla AKP, önümüzdeki süreci hem daha fazla yara almadan atlatabilmek, hem de Rusya’yı sakinleştirebilmek için diplomat tavırlar takınarak geçiştirmeyi tercih etmiş görünüyor. Ancak, AKP’nin Suriye’deki hedeflerinden vazgeçtiğini söylemek mümkün değil. Çünkü açılan defterde, öylece kapatılamayacak bir hesap var.

İşlerin AKP için ters gittiği bir anda, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin uluslararası mahkemelerde savaş suçlusu olarak yargılanmalarına yetecek ölçüde kanıtın ortaya dökülmesi ihtimali, AKP’nin Suriye’den neden vazgeçemeyeceğinin de cevabıdır aslında. Bu nedenle, öyle ya da böyle, Suriye düşmeli, yani görgü tanığı yok edilmelidir. Aksi takdirde, AKP, ayakta kalabilmek için çok büyük bir şansa ihtiyaç duyacaktır.

(soL – Haber Merkezi)