soL'un Yuvarlak Masa'sında bu hafta: ABD tıkanırken, AKP can çekişiyor

ABD’nin Suriye’ye müdahale planı, hesapta olmayan nedenlerle ertelendi. Yaşananlar ABD açısından bir paradigmanın duvara toslaması anlamına mı geliyor? soL editörleri Emre Deveci, Gamze Erbil ve Yiğit Günay bu sorulara yanıt aradı.

Gamze Erbil: ABD’nin uzunca süredir perde arkasından yönetmeyi tercih ettiği Suriye “operasyonu” geçen hafta sıcak savaşın eşiğine geldi. ABD-Fransa ve İngiltere’nin dahil olacağı bir “sınırlı, kısıtlı vs.” askeri operasyon planı masaya sürüldü. Tabii her zaman olduğu gibi uydurma bir kimyasal saldırı senaryosuyla birlikte. Ancak İngiltere parlamentosundaki tezkere oylaması, bence tarihi bile netleştirilmiş olan operasyonu yapılamaz hale getirdi.
Öncelikle operasyonun ABD açısından bir tercih değil, bir zorunluluk olduğunu not etmek gerekiyor. O halde tamamen gündemden kalkmayacağını da söyleyebiliriz ki, bunu Obama da söyledi zaten. Ancak bunca diplomatik kargaşanın ve savaş karşıtı tepkinin özgürleşmesinin ardından karar alma konusundaki zorluklar artacak. Yani aslında şöyle söyleyeyim, bir düğümü çözmek için ABD’nin bulup bulabildiği en iyi müdahale yöntemi bir kazaya kurban gidince, düğüme yeni boğumlar ekledi. Şimdi işler daha da zorlaştı.

ABD emperyalizmi adım atamaz hale geliyor diyebilir miyiz? Bundan sonra ne olacak?

‘Suriye’de 
planlar tutmadı’
Yiğit Günay: Şuradan başlayalım: Bugün itibariyle gelinen noktanın, bir “merkezi aklın” planlamasının sonucu olduğu söylenebilir mi? Yani, müdahalenin erteleneceği, az sayıda ülkeden destek bulacağı öngörülüyordu ve İngiltere’deki oylama da planlamanın bir parçası mıydı? Bana kalırsa bu sorunun yanıtı kocaman bir “hayır”.

Bunu genişletebiliriz de. Yani, geride bıraktığımız iki buçuk senede işler, emperyalist merkezlerin planladığı şekilde gitmedi. Tam tersine. Suriye’de yaşananlar, emperyalizmin şimdiye dek hayata geçirdiği birçok projenin, attığı adımların tıkanması, hesaba katmadıkları gelişmeler nedeniyle sonuç alamamasının hikayesi. Burada da en büyük pay, Suriye halkının mücadelesinde. Eğer Suriye halkı direnmeseydi, dışarıdan ülkeyi karıştırmaya çalışanlara “Hop arkadaş, sen benim ülkeme karışamazsın” deyip ayağa kalkmasaydı, emperyalizm öyle ya da böyle bu sorunu “çözmenin” bir yolunu bulurdu.

Bundan sonra ne olacağını düşünürken de, bizim en büyük güvencemiz bu olmalı: Suriye halkının mücadelesi ve bu haklı mücadeleye tüm dünyadan verilen destek.

‘Tıkanmaya çözüm 
ararken sorunlar 
çığ gibi büyüdü’
Emre Deveci: Irak’ta yaşanan tıkanmanın ardından ABD, bölgede ittifak politikasını yeniden düzenlemiş ve “arkadan liderlik” dedikleri stratejiyle cepheye islamcı güçleri sürmeyi tercih etmişti. Ciddi bir tıkanmaya çözüm olarak seçilen bu yolun sorunları çözmek bir yana şiddetlendirdiğini görüyoruz. Libya’yı hatırlayın cihatçı çetelerin başarılı olmaması üzerine Fransa ve İngiltere’nin başını çektiği bir müdahaleyle Kaddafi devrilmişti. Kaddafi’yi devirdiler ama geleceğe büyük sorunlar devrettiler. Suriye’de cihatçılar başarısız olunca, “Esad’lı çözüm” ABD tarafından da telaffuz edilmeye başlandı. Şam’ın kolunu kanadını kırdıktan sonra masaya oturtma hedefinin de şimdilik ipe dolandığını görüyoruz. 

Henüz “ABD adım atamaz hale geldi” denilecek durumda değiliz ancak ABD’nin bölgeye yön verme konusundaki sorunlarının katlanacağını kesinlikle söyleyebiliriz. 

G. E.: Türkiye’nin Suriye meselesinin geldiği noktadaki konumu hakkında açılması gereken bazı başlıklar olduğunu düşünüyorum. ABD’nin perde arkasındayken zaman zaman “ipini çekme” zaman zaman “sırtını sıvazlama” yöntemleriyle yönettiği Ankara, beklenen performansı sergileyemedi. Hatta kendi “inisiyatifiyle” yol alırken geri adım atamayacağı ittifaklara girdiğinden zaman zaman işleri zorlaştıran bir aktör konumuna geliyor. Özetle ABD ve AKP beklenen rezonansı yakalayamıyor bir türlü ve ilişkinin dengelerini önceden okumak da mümkün olamıyor.

Bunu somut bir konu üzerinden örneğin, savaş koalisyonunda yer alma tutkusu, Erdoğan’ın “öyle kısıtlı müdahaleyle olmaz” çıkışları üzerinden değerlendirebilir miyiz?

Türkiye’nin sıcak savaşa bu kadar meraklı olduğu bir durumda, bu kadar mayınlı bir alanda gösterdiği cüretin altında ne olabilir?

Y. G.: Suriye’ye müdahalenin en istekli ülkesi olan Türkiye’nin niye “sen hele biraz geriye çekil” tavrıyla karşılaştığını net olarak yanıtlamak için bence henüz yeterli veri ortaya çıkmadı. Fakat benim bunun nedenine dair bir tezim var. Bana kalırsa sorunun kaynağında, Suriye’nin rejim değişikliği sonrası paylaşımı var. Türkiye, “Arap Baharı” denilen süreçte bölgeyi yeniden düzenleme iradesi etrafında toplanmış ülkeler arasında kendine bir saf seçti. Bir tarafta Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez Arap monarşileri, diğer yanda elinde Müslüman Kardeşler gibi güçlü bir uluslararası müdahale aracı bulunan Katar ve onunla ittifak kurmuş olan Türkiye vardı. Reyhanlı saldırısının, bu iki eksen arasındaki gerilimden kaynaklandığı ve birilerinin Türkiye’ye mesaj vermek istediğini yazmıştık. Bence orada ilk olarak patlayan bu gerilimde ABD Suudi Arabistan eksenini tercih etti. Mısır’daki darbe sonrasında Türkiye’nin “yalnızlaşması” denilen süreç de bir başka patlamaydı. Sonunda olası bir Suriye müdahalesinde Türkiye’nin rolünün kısıtlandığını gördük.

Tabii, bir de, Türkiye neden halen bu kadar savaş çığırtkanlığı yapıyor, buna da bakmak gerek. Bunun iç siyasetle ilgili de bir yanı var.

E.D.: Neden savaşa bu kadar meraklılar? Çünkü Türkiye’yi Tayyip Erdoğan yönetiyor. Şaka bir yana, burada kişisel hırsların da önemli payı var. ABD ve Türkiye sermaye sınıfı çeşitli nedenlerle Tayyip Erdoğan’ı tekleştirdi. Bunu yaparken düzenin tüm fren mekanizmalarını dağıttılar. Evet, Esad gidince Suriye’ye akbaba gibi çöreklenmek isteyen bir sermaye sınıfımız var. Evet, İkinci Cumhuriyet’in en iddialı olduğu başlık dış politika. Ama, Suriye’deki savaş ısrarında, bu ülkeyi Tayyip Erdoğan gibi hem çapsız hem de hırsından çıldırmış birinin yönetiyor olmasının büyük payı var.

G. E.: ABD’nin uluslararası alanda 11 Eylül’le birlikte çerçevesi daha netleştirilmiş olan “ılımlı İslam/terörizm” paradigması ilk olarak Irak savaşının belli bir aşamasında revizyon gerektirdi. İkinci dönem Türkiye’nin de kendine rol bulduğu İsrail-Lübnan savaşı sonrası “düşük profilli” dönem.
Obama döneminden önce gerçekleşmiş olsa da bu revizyon asıl anlamını Obama’ya atfedilen “yumuşak iktidar” döneminde buldu. Bir süredir “ulus inşası” gibi ağır mühendislik faaliyetlerine girişilmiyor, bölgesel müttefiklere yapılan ayarlarla “iyi olan kazansın, biz de işimize bakalım” diyor ABD emperyalizmi.

‘Köklü bir 
dönüşüme ihtiyaç var’
Suriye söz konusu olduğunda bu dönemin de sonuna gelindiğini düşünüyorum. Oluşturulan karmaşık ittifaklar, pragmatist tercihlerin biriktirdiği çelişkiler, din-mezhep-etnisite-kimlik temelli kışkırtmalar… tüm bunlar gerçekten köklü bir dönüşüme ihtiyaç duyar hale geldi. “İyi olan” kazanamıyor, kimse işine bakamıyor.

Tabii hep görünür olması bir türlü istenmeyen net bir şey var. Bunun önemli nedeni, direnen halklar, örgütler. Suriye’de Esad yönetiminin halkını arkasına alarak, ABD kışkırtmalarına bağışık Hizbullah’ın desteğiyle direnmesi, yani emperyalizmin paralı askerlerinin sahada yenilmesi asıl önemli olan.
Bu çelişkilerin zorlamasıyla ABD bundan sonra ılımlı İslam/terörizm paradigmasından vazgeçmeyi düşünebilir mi? Yerine ne konabilir?

E.D.: Dikkat çektiğin durum oldukça önemli. Bir stratejinin duvara toslamaya başladığına dair epey veri var. Bu paradigmada köklü bir değişikliğe gitmek isteseler de gidebilirler mi? Zor görünüyor. Kısmi revizyonlarla durumu idare etmek zorundalar.

‘AKP’nin kısa vadede alternatifi yok’
G. E.: Bir önceki soru çerçevesinde Türkiye’ye biçilen rol ve buradaki revizyon ihtiyacı nasıl sonuçlar ortaya çıkarabilir? AKP iktidarının ılımlı İslamcı yönetim olarak Türkiye kapitalizmini yönetebilmesinin sınırına geldiğine dair başka işaretler de olduğunu biliyoruz. Ama öte yandan kısa vadede alternatifinin de bulunmadığını. Suriye konusundaki tıkanıklık burada hayli belirleyici olarak ortaya çıkıyor yalnız.

Yani Esad’ı götürmeye kilitlenmiş Erdoğan’ın gitme ihtimalinin daha fazla olduğu bir aşamaya geldik bugün. Mesele basitçe Erdoğan’dan ibaret gibi görünse de AKP siyasetinin de tıkanacağı yer burası olabilir mi? Dış dinamiklerin belirleyiciliğini nasıl görmeli?

E.D.: Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, kısa iktidar döneminde katıldığı uluslararası toplantılarda “Esad’ın gidişi yakındır” diyordu. Kendisi bir yılı ancak doldurdu cumhurbaşkanlığı koltuğunda. Libya’nın ardından Suriye ihalesinde de büyük rol üstlenen Katar Emiri El Tani de, “Esad gidecek” diyordu, ama giden kendisi oldu. Tahtını oğluna devretti. Tayyip de sayısız kez “Kısa zamanda Şam’da namaz kılacağız” dedi ama ABD bile artık “Esad’lı çözüm” diyor.

Yukarıda bahsettiğimiz, ABD’nin paradigmasındaki tıkanma ve revizyon ihtiyacının Türkiye’de çok ciddi sonuçları olacağı açık. Erdoğan liderliğindeki AKP, içeride ve dışarıda politika değişikliğine gider mi? Gitmek istese bile gidebilir mi? Bence imkansız görünüyor.

ABD müdahale etse de etmese de, Suriye başlığı AKP’nin ipini çekecek sorunların ilk sırasında yer alıyor.