Reyhanlı'nın arkaplanı: Büyük Birader'in yaramaz oyuncuları

soL Gazetesi Yayın Kurulu'ndan Alper Birdal ve Yiğit Günay, Reyhanlı patlamalarının arka planını yazıyor. soL Gazetesinde dizi halinde yayınlanan çalışmanın ilk bölümünü, okurlarımızla paylaşıyoruz.

Alper Birdal/Yiğit Günay (soL Gazetesi)

Reyhanlı katliamı, AKP hükümetinin beceriksiz üstünü örtme (veya, bizdekilerin de özendiği Batılı istihbarat diliyle cover-up) çabalarının yetmemesi nedeniyle, bir de yayın yasağıyla gizlenmeye çalıştı. soL’da, biraz da bu nedenle, bu vahim olayın arkaplanını oluşturan uluslararası tabloyu okurlarımızla paylaşmayı birkaç gün geciktirerek, Reyhanlı’da gizlenmeye çalışılan her olguyu, her ayrıntıyı gündeme getirmeye odaklandık.

İlk günler çabalarımız, bu kasabanın üzerine örtülen perdeyi aralamaya yoğunlaştı – ve, bugünkü manşetimizde de gördüğünüz üzere, bu çabayı sürdürüyoruz. Bu işin peşini bırakmayacağız.

Bu yazı dizisinde ise, Suriye’nin ve ona müdahale etmekte olan yabancı güçlerin üzerine örtülü olan perdeyi aralayacağız.

Bu gibi terör saldırılarında, bazen belli bir grup eylemi üstlense dahi, işin ardında kimin olduğu kısa sürede bilinemez. Yine de, eylemin siyasi bağlamı incelendiğinde, çok kuvvetli tahminlerde bulunulabilir. Reyhanlı katliamı konusunda, eldeki verilerin, faili bulmak adına kuvvetli bir tahminde bulunmaya müsait olduğu kanısındayız.

***

Dün Milliyet gazetesinde, Türkiye medyasında pek alışık olunmayan, ufacık bir haber vardı. “Rejimin ordusu ilerliyor” başlıklı haberde, “İsyancıların elindeki Kusayr kentine 7 kilometre uzaklıktaki Haydariyah köyünün kontrolünü ele geçiren ordu, stratejik önem taşıyan iki köyde daha çatışmalar sonrasında hakimiyet sağladı” denildi.

Aslına bakılırsa, bizim savaş çığırtkanı medyamıza pek yansımıyor ama, son birkaç haftadır Suriye ordusu, silahlı gruplar karşısında önemli askeri başarılar elde ediyor. Son günlerde ise operasyon, Kuseyr kentinde yoğunlaşmış durumda.

Silahlı gruplar niye yeniliyor Kuseyr’de?

Pazartesi günü Amerikan Miami Herald gazetesinde çıkan bir habere gidelim. David Enders imzalı haberde, “Askeri tedarik eksikliği, son bir sene boyunca isyancıların elinde olan Kuseyr kentini tehdit eden hükümet operasyonu karşısında isyancıların cansız bir performans sergilemesine yol açtı. Kuseyr civarındaki birkaç köy, geçen haftalarda hükümet güçlerinin eline geçti. Burası, isyancıların Lübnan’dan Suriye’ye insan ve silah getirmek için kullandıkları bir kaçakçılık güzergahının tam üzerinde.”

Kuseyr’de savaşanlar, El Faruk Tugayı. Hani PKK’ye yakın Suriyeli örgüt PYD’nin başındaki Salih Müslim’in “Halep’te anlaştık” dediği örgüt... Veya da, yüreğiniz yetip izlediyseniz, bir ceseti deşip, yüreğini çıkarıp yediği görüntüleri ortaya çıkan, sonra da “Ne var bundan, ben Alevileri testereyle doğruyorum” diyen caninin militanı olduğu örgüt...

Faruk Tugayı’nın sözcüsü Yezit el Hasan, mühimmat akışının azalmasını Miami Herald’a “Bu, Türkiye’den gelen sevkiyatların son zamanlarda açıkça azalmasının bir sonucu” diye açıklıyor.

Haberi yazan muhabir, şu bilgiyi veriyor: “Suriye’de isyancıları destekleyen ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar, silah sevkiyatında azalmaya sebep oldu ve isyancıları hükümetin askeri taarruzu karşısında savunmasız bıraktı. Tartışmanın esas nedeni belli değil, ama sonuçlarından biri, Suudi Arabistan’ın Türkiye üzerinden yaptığı silah sevkiyatını durdurması ve tedarik kanallarını Kuzey Ürdün’e kaydırması oldu.”

***

Bu yazı yayımlandığında, Türkiye’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, henüz katledilen vatandaşlarının yakınlarına başsağlığı dilemek üzere Reyhanlı’ya gitmemişken, ABD’ye gitmiş olacak.

Erdoğan’ın ABD’de yapacağı görüşmelerin ayrıntıları da önümüzdeki günlerde medyaya yansıyacak. Fakat Reyhanlı’yı anlamak için önümüzdeki görüşmeye değil, arkamızda kalan görüşmelere bakmamız gerek.

Geçen haftalarda üç Arap ülkesi, Washington’un yolunu tuttu. Ürdün Kralı 2. Abdullah, Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi Muhammed bin Zeyit el Nahyan ve Suudi Arabistan’ın Dışişleri Bakanı Suud el Faysal, Beyaz Saray’da ABD’li yetkililerle görüştüler.

Wall Street Journal (WSJ) gazetesinde geçen Perşembe günü çıkan Jay Solomon imzalı habere göre üç Arap ülkesinin temsilcileri, ayrı ayrı yaptıkları ziyarette aynı mesajı tekrarladı: Şu Suriye meselesinde ağırlığınızı koyun.

ABD’ye “ağırlığınızı koyun” çağrısını yapmalarının sebebi, WSJ’ye konuşan bir yetkilinin ifadesiyle, “Oyuna katılanları yönetecek birine ihtiyaç duyulması”.

Bu üç ülkenin şikayetçi oldukları “oyuncular” ise, Türkiye ve Katar.

Üç ülke, Obama’ya “Türkiye ve Katar’ın kulağını çek” mesajı verdi, çünkü bu iki ülke, İslamcı örgütlere, özellikle de Müslüman Kardeşler’e bağlı yapılanmalara, diğer “oyuncular”la koordine etmeksizin el altından yüklü miktarda para, silah ve cephane gönderiyordu.

WSJ, iddiayı bir Katarlı bir de Türkiyeli yetkiliye sordu. Katarlı yetkili, yorum yapmayı reddetti. Türk yetkili ise Erdoğan hükümetinin Suriye veya dünyanın herhangi bir yerinde İslamcı partilere destek olduğu iddiasını reddederek, “Biz sadece Suriye halkının çıkarlarını savunuyoruz” dedi.

Yerseniz...

Tabii, bu arada, diğer üç Arap krallığı da, kendilerinin radikal İslamcı örgütleri katiyetle istemedikleri, desteklemedikleri, “herkesi kucaklayacak, her kesimin temsil edildiği, demokratik bir hükümet” istedikleri, bu bakımdan özellikle de ABD’nin Aralık ayında terörist örgütler listesine aldığı Nusra Cephesi’ne hiçbir destek vermedikleri mesajı iletti.

Onu da, yerseniz...

Taraflar birbirlerini şu veya bu örgüte el altında destek olmakla eleştirseler de, asıl murat “büyük Birader”i, yani ABD’yi, Suriye’yi kendi bloklarının daha iyi idare edeceğine ikna etmek.

Daha “Arap Baharı” denilen sürecin başlarından itibaren, özellikle Mısır’da, Suudi Arabistan ile Katar arasında büyük bir rekabet ve gerilim ortaya çıkmıştı. Katar’ın himayesindeki Müslüman Kardeşler şebekesinin, “bahar”ın uğradığı tüm ülkelerde büyük nüfuz kazanması, Suudi Arabistan’ı son derece tedirgin etmişti. Mesele “radikal unsurlara destek olunması” filan değildi elbette – Suudi Arabistan, bir bakıma Müslüman Kardeşler’den daha radikal Selefi grupları destekliyordu. Asıl mesele, siyasi nüfuz ve güç dengesinde avantajlı konuma geçmekti. Bunun yolu da ABD’yi ikna etmekten geçiyordu.

Suriye’de dış güçlerin kışkırtmasıyla olayların tam boy bir savaşa dönüşmesinden bu yana geçen sürede Türkiye, bu kamplaşmada açıkça Katar’ın yanında tavır aldı.

Bir tarafında Katar ve Türkiye’nin, diğer tarafında Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin durduğu bu “müttefikler saflaşması”, son haftalarda kimi kanlı operasyonların düğmesine basılmaya varacak kadar keskinleşmiş görünüyor.

Örneğin, herkesin gözünden kaçan, 5 Mayıs Pazar günü Somali’nin başkenti Mogadişu’da, ne idüğü belirsiz (!) bir Katar konvoyuna düzenlenen intihar saldırısında olduğu gibi...

YARIN
Somali’deki saldırıda büyük kuşku
ABD’nin ‘kuru’ taziye mesajı
Beyaz Saray saflardan hangisini seçecek?
Türkiye niye Katar’ın yanında?