Osman Çutsay/soL
Türkiye solunun en kısa sürede bir iktidar seçeneği yaratması gerekiyor. Bu konuda görüş birliği var gibi solumuzda. Çünkü, böyle bir adım atılamazsa Haziran Direnişi’nin sonuçsuz kalacağı kesin gibi. Sizce nasıl bir seçenek oluşturulabilir? Acil olarak neler yapılması gerekiyor?
Acil olarak yapılması gerekenlerin başında, herhalde, bir iktidar seçeneği yaratması beklenen “Türkiye solu”nun kimlerden, hangi çizgilerden, renklerden, eğilimlerden oluştuğunu açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Epey eskiden beri yapageldiğimiz üçlü sınıflandırma, “liberal/ulusal/sosyalist” sol ayrımı, bu açıdan, pek elverişli görünmüyor. Yine de, ilk elde kullanılacak olursa buradaki “liberal sol”u neredeyse kategorik olarak bir yana bırakmak gerekir. Kemalistlerin bu sınıflandırmadaki “ulusal sol” içinde yer aldıkları kabul edilse bile, “Kürt solu” nasıl tanımlanacak ve bugünkü Kürt hareketi ile hangi çerçevede ilişkilendirilecektir? Ben Türkiye İşçi Partisi’nin “Doğu mitingleri” zamanından gelme bir adamım yakın zamanlara kadar da Türk ve Kürt kökenli sosyalistlerin karşısında, Türk ve Kürt emekçileri aynı örgüt çatısı altında sosyalist mücadele vermedikçe biz bu memlekette devrim mevrim yapamayız diye anlatıp durmuşumdur. Bugün konjonktür değişti denilemez ayrıca bunlar öyle konjonktürel “şeyler” de sayılamaz. Bir zamanlar, Ekim Devrimi’nden öğrendiğimiz “smıçka” bizim koşullarımızda budur işte, Kürt ve Türk emekçilerinin birliği sağlanamazsa işçi-köylü ittifakı nerede kaldı diye tartışmışlığımız vardır. Bütün bunlar bugün de geçerlidir ancak sosyalizm mücadelecilerinin yapabilecekleri tükenmiş olmamakla birlikte, Kürt emekçilerinin kendi kıdemli siyasetçilerini etkileyebilme derecesi asıl belirleyici olacak gibi görünmektedir. Şu son cümlenin, olabildiğince nesnel bir saptamayı dillendirmeye çabalamakla birlikte, belli bir kötümserliği yansıttığını itiraf etmek zorundayım.
Yerel seçimler kritik
Ayrıca, yapılması ivedilik taşıyan işlerin arasına şu tür seçim başlıklarını yazmadan olur mu? Kemal Okuyan son haftalardaki birkaç yazısında AKP’nin pek dokunulmaz ve her şeyin üstünde gördüğü kutsal sandığa neler karıştırmış olabileceğini ve buna karşı şimdiden hazırlıklı olmak gerektiğini vurguladı. Bence çok yerindedir. Bundan üç-beş yıl önce, siyasetin içinde olup da AKP oylarının gerçekliğini yeterince sorgulamayanların siyasal mücadeleyi ciddiye aldıklarından kuşku duymak gerektiğini, birkaç kez de tekrarlayarak yazmıştım. Seçmen kütüklerinin sahiciliğinden oy kullanımının ve sayımının güvenilirliğine kadar seçimlerle, seçim oyunlarıyla ilgili bütün başlıklarda, solda olduğunu kabul ve ilan eden her odağın işbirliği içinde önlem alması çok önemlidir. Haziran Direnişi şokunun yanı sıra Suriye ve Mısır fiyaskolarından sonra büsbütün şaşkınlaşan karmakarışık bir koalisyonun, çok uzun sürmüş iktidarını her ne pahasına olursa olsun sürdürmek istemesi ve bunun için hiçbir önlemi gündem dışında tutmaması doğaldır.
Yine ivedi işler arasındadır diye ekliyorum, AKP gelecek yılın başlarındaki yerel seçimlerde, en azından 1980’lerin sonundaki yerel seçimlerde ANAP’ınkine benzer bir yenilgiye uğramazsa, genel oy oranındaki ciddi bir düşüşün yanı sıra büyük belediyelerde iktidardan düşmek gibi bir akıbetten uzak kalabilirse, bu yılın kazanımları önemli ölçüde törpülenebilir. Daha sonraki cumhurbaşkanlığı seçimleri ise ayrı bir konudur ve AKP adayının kazanması, Kemal’in o yazılarında değindiği “memleketin yarısı benim” böbürlenmesinin bugünküne oranla daha etkili hale gelmesine yol açabilecektir.
Bunlar yakın seçimlerle ilgili soru işaretleri. Bir de, solun bir iktidar seçeneği yaratmasından söz ediyordunuz ki, bugünden başlaması gerekmekle birlikte, muhtemelen gelecek yılın epey ötesine geçecek, çok yönlü ve kararlı çabaların ürünü olabilir ancak.
Sol, iktidara adaysa eğer, topluma da bir yol haritası, iktidarının önce ilk yılında sonra da ilk beş yılında ne gibi adımlar atacağına, hangi sorunlara hangi yollarla çözümler üreteceğine dair bir yol haritası sunmak zorunda değil mi? Bu, bir tür “sol iktidar planı” olarak görülemez mi? Böyle bir “ortak plan komitesi”, sol iktidardan önce ve ona bir hazırlık olarak acaba nasıl oluşturabilir?
Bana kalırsa ilk yıl, ilk 5 yıl gibi somutlaştırmalar yerine, iktidarın ilk gününden başlanarak yapılacak işleri, bir de, daha uzunca bir zaman diliminde onların uzantısı olarak sürdürülecek ve onlardan farklı olarak gerçekleştirilecek işleri formüle edip halka açıklamak doğru olur. Halk 10 yıldan daha uzun sürmüş bir istibdat devrinden çıkmış olacağına göre, hemen ilk günden hangi özgürlükleri kullanabilir duruma geleceği kendisine açıklanmalıdır. Bunlarla birlikte, istibdadın sonuna doğru ağırlaşarak yaşamış olduğu adaletsizliklerin nasıl ortadan kaldırılacağı ve yakın geçmişteki adalet katliamının hesabının nasıl sorulacağı da o açıklamaların içinde yer almalıdır. Bu, kesinlikle herhangi bir intikam kaygısıyla değil, çoktandır verilmekte olan sözlerin tutulması ve bir daha halka karşı suç işlenmesinin önlenmesi açısından gereklidir. Öte yandan, yoksullaşmış ve nefsini köreltecek bir lokma için zorbaların eline bakar duruma getirilmiş emekçi halkın, her günkü hayatında hangi ekonomik, toplumsal ve kültürel hakları kullanmaya başlayacağı, bunları gerçekleştirmenin ülke kaynaklarının halk için harekete geçirilmesiyle kolayca mümkün olacağı da açıkça ortaya konularak ilan edilmelidir. Bu ayrıntıları daha fazla uzatmaya gerek yok. Yapılacak olan, sol bir iktidarı önleyemeyenlerin, hangi noktalara saldırarak bu iktidarı yıkmaya çalışacaklarını öngörmek ve oralardaki zaafların nasıl giderileceğini planlamaktır.
Bunları başarabilmek için teknik çalışmaların yanı sıra, ama ondan çok politik-ideolojik yanı ağır basan çalışmalara ihtiyaç olacaktır. Bunları kimlerin yapacağı ise söz konusu edilen “sol iktidar”ın sınıfsal, dolayısıyla siyasal içeriği ile ilgilidir. Bazı temel düşüncelerle ilgili olarak önceki soruda biraz spekülasyon yapmaya çalıştım. Bu satırları okuyanlar onları daha da ilerletebilirler.
Devrimci durum
Bense bu çerçevede, “devrimci durum” öğretisini kısaca hatırlatmak istiyorum. Bu öğretiye göre, bir devrimci durumun üç nesnel koşulu vardır: Birincisi, aşağı sınıfların eskisi gibi yaşamak istememeleri yetmez, yukarı sınıfların da eskisi gibi yaşayamıyor ve yönetemiyor olmaları gerekir. İkincisi, ezilen sınıfların acıları ve istekleri her zaman olduğundan daha fazla ağırlaşmış olmalıdır. Üçüncüsü, olağan zamanlarda soyulmaya ve ezilmeye şikayetsizce razı olan kitlelerin eyleminde hatırı sayılır bir yükseliş gerçekleşmelidir. Ancak, tek tek her sınıfın iradesinden bağımsız olarak ortaya çıktıkları için “nesnel” diye nitelenen bu değişikliklerin yanı sıra, bir de öznel koşulun varlığı gerekir o da devrimci sınıfın kitlesel eylemini iktidarı yerinden edecek biçimde kavrayıp yönlendirme yeteneğidir, bu yeteneğe sahip bir örgüttür. Aşağı yukarı 1905 ile 1920 yılları arasındaki devrimci çalkantılar sırasında Lenin tarafından geliştirilmiş bu öğreti, aynı zamanda bir devrimci durum olmadan devrimin imkânsız olduğunu, her devrimci durumun devrime yol açmayacağını ve hangi devrimci durumun, şimdikinin mi, daha sonrakinin mi devrime dönüşeceğini kimsenin bilemeyeceğini ileri sürer. Başka bir anlatımla, basbayağı gerekirci (determinist) bir bakışla bazı önkoşulların varlığı aranırken, bir yandan da farklı olasılıkların bulunduğundan söz edilmektedir.
Benim Kasım 1979’da “Sosyalist İktidar” dergisinde yayımlanmış yazım, galiba, dilimizde bu konuda yazılmış ilk yazı ya da ilklerden biriydi. Şimdi, 34 yıl sonra o yazıya bir daha baktığımda, devrimci durumun varlığı irdelenirken bir kuyumcunun terazisinde yaptığı türden ölçüp biçmenin imkânsızlık ve saçmalığına yönelik bir uyarıya yer verilmiş olmasına rağmen, şu izlenimin giderilemediğini fark edebiliyorum: Okurken, hiç değilse bu konuyla ilgili bölümü okuyup bitirince, devrimin deveye hendek atlatmaktan daha zor olduğu duygusuna kapılabiliyor insan. O koşul da yetmez, bu da yetmez, şu da gerekir diye okuyup giderken, biraz dikkatsiz olunursa bu öğretinin devrim yapmanın ne kadar güç olduğunu göstermek için geliştirildiği akla gelebiliyor. Neyse, bu da gecikmiş bir özeleştiri olsun!
Ülkemizde henüz bir devrimci durumdan söz edebilmek için çok erken olduğunu sanıyorum. Ama devrimci durumların öngörülmesi imkânsıza yakın sıklık ve hızda ortaya çıkabildiği de yine bu öğretinin iddiaları arasındadır. Buradaki sorularınız dolayısıyla irdelemeye çalıştığım ise yakın, hatta çok yakın gelecekte bir “sol iktidar” olasılığı, bunun kolaylaştırıcıları ve ilk işleri ile ilgili. Bir devrimci durum ve onu izleyecek devrim, bu olasılığın gerçekleşmesinden epey sonra da, onunla eşzamanlı denebilecek yakınlıkta da ortaya çıkabilir. En iyisi, fal bakarcasına olasılıklarla uğraşmaktansa vazgeçilmez gördüğüm iki koşulu vurgulamak: Birincisi, demokrasi denilen akıl bozucudan arınıp sosyalizmi, nihayet, gündemin başına yerleştirmek şarttır. Örnek olsun, “tek kurtuluş sosyalizm” en doğru slogandır “tek yol devrim” de eskiden unutulmaz bir sloganımızdı, o da söylenebilir ama ikisi art arda söylenirse daha açıklayıcı, daha güzel olur. İkincisi, halkın kurtuluşunun tek yolu sosyalizm ise eğer, her örgüt, örgütlü örgütsüz topluluk ya da kişi, geçmişte ve şimdi yapıp ettikleriyle ne kadar hak etmiş olursa olsun, hiçbir üstünlük beklentisi içine girmeden, bütün güç ve yeteneklerini bu tek kurtuluş yoluna dökmelidir.
‘Demokratikleşme için plan’
Bundan 35 yıl önce denenen ve daha o zaman başlangıçtaki sosyalizm iddiası tıraşlanarak (tabii Yalçın Küçük, Metin Çulhaoğlu, Mesut Odman gibi isimlerin TİP’ten tasfiyesine paralel biçimde) adı “Demokratikleşme için Plan” haline sokulan bir çalışmanın, bugün sizce büyük bir önemi var mı? Bugünkü ortam neredeyse kökünden farklı. Günümüz Türkiye’sinde, sol bir iktidar planının geçmişteki denemelerden de köklü farklar içermesi gerekmeyecek mi? Bu farklar neler olabilir?
Benimkiyle birlikte adlarını saydığınız iki insan, 35 yılı da çok aşan bir süreden beri benim dostlarım ve yoldaşlarımdır bir insan ömrü için çok uzun bu sürede elde olan ve olmayan nedenlerle bir ölçüde uzak kaldığımız bazı dönemler olsa da, öyledir. Sözünü ettiğiniz plan çalışmasının birinci derecede sorumlusu ve yürütücüsü Yalçın Küçük idi. Hoca’nın üniversiteden öğrencisi ve o sırada da aynı partideki yoldaşları olan iki kişi, Candan Baysan ve ben, onun en yakın yardımcıları konumundaydık. Metin ise zamanının çoğunu, yine hep birlikte çalıştığımız Yürüyüş dergisine ayırmak durumundaydı ve plan ekibinde görevli değildi. Bizim de görüşümüz alınarak belirlenmiş işbölümü böyleydi.
O çalışma dolayısıyla girdiğimiz, zaman zaman çok sertleşen tartışmalara dönmek bize ne kazandırır, bilemem. Ama şu kadarını söyleyebilirim: Ekim 2003’te “soL Meclis” tarafından Ankara’da düzenlenen bir sempozyuma sunduğum bildiride de belirtmiştim, o çalışma, ülkemizdeki gelişme, kalkınma, devrim tartışmalarına yapılmış önemli “sol müdahale”lerden biridir. Sorunuzda değindiğiniz demokrasi saptırması yüzünden devrim tartışmasına yapılmış katkılar gün ışığına çıkmamış ve bugün unutulmuş olsa da, böyle anlamak ve anlatmak yerindedir. Biz ona “karşı plan” demeyi tercih ediyorduk. O sırada, yine o zamanki söylemimizle, “burjuvazi”nin dördüncü plan hazırlık çalışmaları başlamıştı ve bizimki de ona karşı, sosyalist alternatif olacaktı. Birlikte çalıştıklarımızın bir bölümü devletin planlama kuruluşunun kadrolu elemanlarıydılar onlara, “Sizin yaptığınız kime nasip olmuş arkadaşlar, gündüz burjuvazinin, gece işçi sınıfının planını yapıyorsunuz!” diye takılırdık.
Ayrıntılara girmeyelim, yoksa söyleşimiz çok uzayabilir, sizin sorduğunuzla sınırlı kalarak devam edelim.
Öyle bir çalışma, bugün için ne gerekli ne de mümkün görünüyor. Gerekli değildir çünkü gerekli olan başka bir şeydir, teknik açıdan tutarlı olmasına özen gösterilerek ortaya çıkarılmış bir iktisadi-toplumsal plan belgesi yerine, bundan önceki iki soru çerçevesinde tartışmaya çalıştığım bir iktidar yolu ve ilk anda yapılacak işler tanımlamasıdır. “İlk an” ise iktidarın ayakta kalıp kendini sağlama alması için mutlaka üretilmesi, dağıtılması ve yeniden üretilmesi gerekenleri güvence altına alacak en az süredir. Ayrıca, 35 yıl öncekine benzer bir çalışma mümkün de değil, çünkü ne üniversitede ne de bürokraside o işleri yapabilme ehliyetine sahip aydın ve uzman kaldı hemen hepsi tasfiye edildi. Oysa tümü sol ve sosyalizm sempatizanı, bir bölümü de sosyalist olan o insanlar akademiyada ve başta devletin planlama örgütü olmak üzere bürokraside var olmamış ve birlikte iş yapma çağrımızı kabul etmemiş olsalardı, 1976-78 yıllarındaki o çalışma kesinlikle gerçekleştirilemezdi.
Ülkemizin ve devrimci hareketimizin tarihinde benzeri bulunmayan o çalışmadan bugüne kalan, her şeyden önce sosyalizm mücadelesinin nelere kadir olduğuna ilişkin çarpıcı bir örnek sunmasıdır. Ayrıca, o çalışmanın nihai ürünü olan plan belgesini bulunabilecek ek metinlerle birlikte incelemek, bu konularla ilgilenen herkes için ilginç ve öğretici bir okuma olabilir. Nihayet, ileride iktidar günleri geldiğinde, bu çalışma ve öyküsü, bütün devrimcilerin bilgisi dahilinde, ama asıl, sosyalist plancıların çalışma ve tartışma yerlerinde ellerinin altında olacaktır.