Menderes'in yolu üniversite düşmanlığıdır!

Gençliğin tepkisi artarken üniversitelere karşı saldırıya geçen AKP'nin tavrı, Erdoğan'ın her fırsatta "çizgisini benimsediklerini" belirttiği Demokrat Parti'yi akla getiriyor. DP iktidarında üniversitelere tam bir baskı hâkimdi. Öğrenciler ise DP'ye karşı mücadele ediyor, bu uğurda canlarını veriyorlardı.

Demokrat Parti (DP) 1950 yılında iktidara geldiğinde aralarında öğretim üyelerinin de olduğu bir aydın kesiminin desteğini arkasına aldı. CHP'nin tek parti iktidarı yıllarında üniversite-iktidar ilişkisi gerilimli olmuş, özellikle solun üniversitelerden tasfiyesi sırasında üniversite camiasına bir bütün olarak gözdağı verilmişti. 1948 yılında Behice Boran, Pertev Naili Boratav ve Niyazi Berkes'in üniversiteden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanan DTCF tasfiyesi, sadece solcu olarak bilinen bu öğretim üyelerini hedef almamıştı. Tasfiye, olabildiğine hunharca bir biçimde yürütülmüş, üniversitenin ve öğretim üyelerinin haysiyetini doğrudan hedef alan bir tarzla yapılmıştı.

Uygulanan baskı, 1950'li yılların başında öğretim üyelerinin "suya sabuna dokunmaktan" çekinerek son derece vasat çalışmalar yapmasına, üniversitelerin silik bir karaktere bürünmesine yol açtı. Bu koşullar altında "özgürlük ve demokrasi" vaadederek iktidara gelen DP'den beklentiler yüksek oldu. DP de parti yöneticilerinin demeçleriyle ya da doğrudan parti programıyla bu beklentiyi toplumsal bir desteğe dönüştürmeye çalıştı. DP, örneğin, parti programında öğretim üyelerine siyaset yapma hakkı tanımayı vaadetti. Birkaç yıl içinde üniversiteyle adeta "kanlı bıçaklı" hale gelen DP yönetiminin vaadleriyle uygulamaları arasındaki açı iktidar yılları boyunca açıldı.

DP ve öğretim üyeleri arasında başlangıçta var olan yakınlık neden kısa sürede yerini bir düşmanlığa bıraktı?

Aslında DP sadece üniversite ile kavga etmedi. Yargıçlara, gazetecilere, öğretim üyelerine, kısacası Türkiye'nin aydın-bürokrat kesimine düşmanlık besledi.

DP'nin beğenmediği fikirleri boğarak üniversiteleri kontrol altına almaya çalıştığı yıllar, yükseköğretimde ABD etkisinin de yoğunlaşmaya başladığı dönemdir. Öğretim üyelerinin yetiştirilmesinden ders içeriklerine kadar yükseköğretimle ilgili her konuda ABD izleri belirginleşmeye başlar. ABD, üniversitelerin kurumsal değişiminde de etkili olur. Kürsü sisteminin yerini bölümler alır. ABD'yi model alan üniversiteler kurulur. Erzurum'da Atatürk Üniversitesi Nebraska Üniversitesi'nden bir grubun öncülüğünde kurulurken, kuruluşundan itibaren ODTÜ'nün yönetiminde ABD'liler yer alır. Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Ege Üniversitesi gibi üniversiteler de ABD'nin "bölge üniversitesi" modeline uygun olarak kurulurlar.

DP, Türkiye'de bürokrasi düşmanlığını ilk kez açık bir biçimde dillendiren iktidar partisi oldu. Parti, sadece yıllarca hizmet ettikleri CHP'ye sadakat besleyen bürokratlara değil, uzmanlık alanında kendi görüşlerini bazen DP'ye rağmen savunanlara karşı da dostça bir yaklaşım sergilemedi.

DP'nin bürokrasi düşmanlığına, bir de memurları iktidardan soğutan geçim sıkıntısı eklendi. Yüksek enflasyon diğer memurları vurduğu gibi öğretim üyelerini de mağdur ediyor, öğretim üyeleri kendilerini ve ailelerini geçindirmekte zorlanıyordu.

Fiili baskı da işin tuzu biberi oldu. Öğretim üyeleri özellikle basın üzerindeki baskıdan rahatsızlık duydular. Gazetecilerin hapis ya da para cezasıyla cezalandırılmaları aydın kesimin DP'ye verdiği desteği ciddi biçimde sorgulamasına yol açtı. Hapse tıkılan ya da hapis tehdidi ile yargılanan gazeteciler arasında Hüseyin Cahit Yalçın, Metin Toker, Bedii Faik gibi isimler vardı. Türkiye'de siyasetin ve basının en eski simalarından biri olan Hüseyin Cahit Yalçın'ın 79 yaşında hapse gönderilmesi, bardağı taşıran ilk olay oldu. Hükümete karşı protesto sesleri yükselmeye başladı.

Öğretim üyelerinin hedef alınması
1950'lerin ortalarına doğru DP ile üniversiteler arasındaki gerilim de tırmandı. Aslında II. Dünya Savaşı'nın ardından hemen başında üniversitede ilerici öğrenciler büyük bir baskıyla kuşatılırken Türk Talebe Fedarasyonu, bugünkü AKP'lilerin yetiştiği ocaklardan biri olan Milli Türk Talebe Birliği iktidarla kol kolaydı. İktidarlar bu tür örgütleri öğrenci muhalefetini kontrol etmek için ve gerektiğinde vurucu güç olarak kullanıyorlardı.

Öğretim üyelerine gelince, onlara uygulanan baskının başlıca aracı emekliye sevk etme ya da açığa alma gibi yöntemlerdi. Öğretim üyelerinin "günlük siyasetle" uğraşmamaları gerektiği söyleniyor, günlük siyaset ifadesi oldukça muğlak bir ifade olduğu için öğretim üyelerinin hoşa gitmeyen herhangi bir açıklaması ya da yazısı bu ifadenin kapsamına sokuluyor ve cezalandırılmaları isteniyordu.

DP yasal düzenlemeler yoluyla da öğretim üyelerinin seslerini kesmeye çalıştı. 1950'den önce memurlar, 30 hizmet yılını doldurduktan sonra emekliye sevk edilebiliyor ve emeklilik işlemine itiraz etme hakkına sahip bulunuyorlardı. DP itiraz hakkını kaldırdı. Hizmet süresini 25 yıla indirdi. Memurlar üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sallanan bu değişiklik, kısa süre sonra daha önce bu hükmün dışında olan yüksek yargı organlarının mensuplarını ve öğretim üyelerini de kapsadı (21 Haziran 1954). Karara karşı idari ve hukuksal itiraz yolları da kapatılınca, memurun iş güvencesi ortadan kaldırılmış oldu. Bu durum pek çok öğretim üyesi tarafından 1946 yılında gelen üniversite özerkliğinin ortadan kaldırılması olarak yorumlandı. Ayrıca aynı yasanın ikinci maddesi, milli eğitim bakanına öğretim üyelerini görevden alma yetkisi tanıdı.

Yasal düzenlemeler rafta bir gözdağı aracı olarak kalmadı. Onlarca üst düzey yargıç ve Yargıtay üyesi emekli edildi. Yargıçların başına gelenler, öğretim üyelerinin başına gelebilecekler konusunda ibretlik örneklerdi. Nitekim iktidarın kendisine karşı muhalefet ettiğini düşündüğü öğretim üyelerini bakanlık emrine alarak üniversiteden uzaklaştırması olağan bir uygulamaya dönüştü.

Üniversitelere yapılan baskıların ilk örneklerinden biri İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Hüseyin Nail Kubalı'nın bir tüzüğü eleştirdi diye bakanlık emrine alınması oldu. Bu olay üniversitede çalkantı yarattı ve üniversiteyi biraz daha siyasallaştırdı. Öğrencilerin tepki göstermesi olayın büyüyeceğine işaret ettiyse de üniversite yönetiminin DP'ye teslim olmasıyla iktidar açısından bir krize dönüşmeden geçiştirilebildi.

Herkesi şok eden gelişme ise Siyasal Bilgiler Fakültesi Turhan Feyzioğlu'un ders yılı açılış konuşmasında sarf ettiği sözler nedeniyle, bugünden bakınca akıl almaz bulunacak bir gerekçeyle, bakanlık emrine alınması oldu. Feyzioğlu, konuşmasında SBF öğrencilerine seslenerek şöyle dedi:

"Hepimiz aynı vazife yolculuğuna çıkmış insanlarız. Bu yol, durmadan çalışma, öğrenme ve memleket hayrına olduğuna inandığı şeyleri açıkça söyleme yoludur. Kötü ve zararlı olarak bildiği hareketlere fetva veren, nabza göre şerbet sunan sözde münevver olmayınız." Feyzioğlu'nun konuşmasının başka bir yerinde, SBF Profesörler Kurulu ve Ankara Üniversitesi Senatosu tarafından profesörlüğe yükseltilmesi uygun görülmüş bir doçentin, bir buçuk seneden beri terfiinin imzalanmamış olmasını üniversite muhtariyeti bakımından üzücü bulduğunu söylemesi, Menderes iktidarını çileden çıkardı.

Bu haberin duyulmasıyla birlikte üniversite öğrencileri dersleri boykot etmeye karar verdiler. Feyzioğlu'nun alınmasını protesto eden öğrenciler karakollara götürülerek gözaltında tutuldular.

Olaylar bununla da sınırlı kalmadı. Genç doçentlerden Muammer Aksoy geceyarısı evinden alınarak emniyete götürüldü ve burada sabaha kadar sorgulandı.

Gelişmeler üzerine Muammer Aksoy, Aydın Yalçın, Münci Kapani, Coşkun Kırca ve Şerif Mardin üniversitedeki görevlerinden istifa etti.

Bir yandan tepkiler sürerken bir yandan da baskı ortamı etkisini gösteriyordu. Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden bazıları gazetecilerin konuya ilişkin sorularını sessiz kalmak istediklerini ya da kararı eleştiremeyeceklerini söyleyerek atlattılar.

1960 yılının Nisan ayında başlayan öğrenci eylemlerine karşı aşırı şiddet kullanılması DP'nin beklediği gibi bir geri çekilmeye değil, eylemlerin artmasına neden oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Bülent Nuri Esen'in anayasa konusunda konuşmak yasaklandığı için dersini iptal etmesi üzerine öğrenciler protesto gösterisi düzenlediler. Zincirlerinden boşalan polis öğrencilere ateş açtı. Yaşanan arbedede öğrencilerini korumak isteyen üniversite camiasının duayenlerinden Rektör Sıddık Sami Onar yaralandı. Öğrenciler üniversite bahçesinde direnişlerini sürdürdüler. Sıkıyönetim ilan edilince askeri birlikler de öğrencilere ateş açmaya başladı. Ateş etmeyi reddeden askerler de öğrenciler gibi tutuklandı. Bu eylem günlerinde Ankara'da 555 K parolasıyla (5. ayın 5. günü saat 5'te Kızılay'da) bir gösteri düzenlendi. O gün Kızılay'da toplanan kalabalıktan "Menderes istifa!" sloganları yükseliyordu. Menderes makam arabasıyla Kızılay'a geldiğinde arabasından inerek kalabalığa haykırmaya başladı. Kendisine karşı sloganlar atanlara "Öldürün beni!" diye bağırdı.

DP'ye karşı öğrenci eylemleri
1950'lerin ortasından itibaren gerilimli seyreden üniversite-DP ilişkisi daha ileriki yıllarda sokağa çıkmaya başlayan üniversite gençliğinin etkisiyle patlamaya hazır bir bombaya dönüştü. DP'nin olağanüstü yetkilerle donatılan bir tahkikat komisyonu kurabilmek üzere gündeme getirdiği yasa tasarısı görüşmeleri sırasında gerilim had safhaya ulaştı.

28 Nisan sabahından itibaren Beyazıt'ta öğrenci gösterileri başladı. Polisin kalabalığa coplarla ve silahla saldırması sonucu Turan Emeksiz ve Nedim Özpulat adlı ögrenciler hayatlarını kaybetti. Bazı öğrenciler gözaltına alındı, hatta rektörün bile alnından yaralanması, düşmesi, sonra da emniyet müdürlüğüne götürülmesi infiali daha da artırdı.

Hükümet öğleden sonra sıkıyönetim ilan etti. 29 Nisan'da olaylar Ankara'ya sıçradı. Ankara'da Sıkıyönetim komutanı SBF'ye ateş açme emri verdi. Fakülte duvarları kurşunlarla delik deşik oldu. Üniversitenin tatil edilmesine rağmen gösteriler devam etti.

Türkiye'de bunlar olurken Menderes hükümetinin 'komünizme karşı' savaşmak üzere asker gönderdiği Kore'nin güneyinde öğrenciler ABD'nin desteğiyle otoriter bir yönetim kurmuş olan Başkan Syng Man Rhee'yi deviriyorlardı.

Üniversite gençliğinin eylemlerine öğretim üyeleri de destek veriyordu. DP'nin sonunu getiren bu gelişmelerle birlikte üniversitelerin sol düşünceye açıldığı yeni bir dönem başladı.

Cangül Örnek (soL)