Kemal Okuyan yazdı: Sosyalizm mücadelesi kentlileşmeli

Devrimci mücadelede kadın yönetici neden az? Kadınların eşitlik mücadelesinin parçası olduğu kadar, kendine özgü yanları da olan bu konuda yapılacak müdahaleler hareketi genel bazı hastalıklardan kurtarmak açısından da önemlidir.

Haziran’da en fazla onlar dikkati çekti. Fotoğraf kareleri onları aradığı için değil ama. Cesur, kararlı ve kalabalıktılar. O kadar ki, isyanın en sıradan görüntülerinden biriydi, farklı yaş kuşaklarından kadınların polise diklenmesi, etraflarına direnç aşılaması.

Hayat doğruluyordu bir kez daha teoriyi. AKP diktatörlüğünün yarattığı tehdidi en fazla ve en önce kadınlar hissetmişti. Haziran bunun boyutlarını, şiddetini ve sonuçlarını olanca açıklığıyla gösteriyordu.

Direniş, AKP rejiminin geleceğini kararttı, onu iflasa götürdü. Direniş, kadının siyasal yaşamdaki yerini de değiştirdi. Kotalarla, pozitif ayrımcılıkla değil son derece doğal ve kalıcı bir biçimde.

Haziran Direnişi, siyasetin toplumsal düzlemde yakalayabileceği en gelişkin momentlerden biriydi. Örgütlü siyasetin benzer bir gelişkinliğe kavuşamadığı durumda, ortaya çıkan enerjinin boşa büyük ölçüde boşa gideceğini hep söyledik. “Örgütlü siyaset yetersiz” diye tekrarlayıp sonra da örgütlü siyasete kendince “yasak” koymaya kalkan, en azından örgütsüzlük propagandası yapan truva atlarına karşı sürekli uyarıda bulunduk.
Bugün ise bir kez daha, kadının örgütlü siyasetteki yerini tartışmalıyız.

Örgütlü siyasette kadın nerede?
Haziran’ın ne kadarı örgütlü, ne kadarı kendiliğinden tartışması bir noktadan sonra anlamsız. Şunu söylemek en güzeli: Haziran gerçek bir toplumsal kalkışmaydı. Gerçek bir toplumsal kalkışma, kurgulanamaz, kurallara ve alışkanlıklara sığmaz.

Hiç çekinmeden söylemek gerekiyor ki, “planlı” bir hareket olsaydı Haziran Direnişi, kadınlar bu kadar ön plana çıkmazdı, çıkamazdı. Türkiye’de siyaset kültürü, siyasetin dili baskın bir biçimde erkek. Sola doğru kayıldıkça bu tabloda anlamlı bir değişim göze çarpıyor ama bir yere kadar. Son tahlilde, Türkiye solu da aynı siyaset kültürünün parçası, erkek dili konuşuyor.

İnsanlığın tarihsel evrimi, yüzyılların alışkanlıkları vesaire vesaire... Bunlar önemli. Önemli de sonuçta devrimci bir projeden, o projenin örgütsel araçlarından, insanlığın eşitlik mücadelesinde yarattığı en ileri örgüt olan devrimci, öncü partiden söz ediyorsak, sorunun nedenlerini bilmeli ama onlara teslim olmamalıyız.

Teslim olmamak, konunun kararla çözülemeyeceğini unutmak anlamına gelmiyor. Kararla, iradeyle çözmeye kalkarsanız, kotayla, eşbaşkanlıkla kozmetik müdahalelerle yetinirsiniz. Oysa karar ve irade, sorunun çözüm yoluna girmesi için zorunlu.

Sosyalizmden utanç verici rakamlar...
“Gerçek çözüm sosyalizmde” demek de yetmiyor. Sosyalist kuruluşta kadınların elini kolunu bağlayan toplumsal ve siyasal koşullarda radikal bir değişim yaşanacak. Öte yandan “kurumsal siyaset”te bu değişim etkisinin sınırlı kaldığı hemen bütün sosyalizm deneylerinde görüldü. Kuşkusuz ileri doğru muazzam hamleler gerçekleşti, örneğin Sovyetler Birliği’nde, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde ve bugün de sosyalizmde inat eden Küba’da...

Ancak kadınların bilim, kültür, sanat gibi alanlarda “erkek dünyası”nı kırmakta gösterdikleri başarı, örgütlü siyasette tekrarlanamadı. 1917’de devrim gerçekleştiği sırada, bolşevik partinin en üst karar organında yalnızca tek bir kadın, o da kısa süreliğine yer aldı. Sonrası boşluk. 1957’de Yekaterina Furtseva, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin Politbürosu’na seçildiğinde, arada 40 yıllık bir boşluk vardı. İzah edilmesi çok zor bir boşluk!

Furtseva, erkek siyasetin egemen olduğu bir partide büyük zorluklar çekti, “sert” bir görünüm vermek zorunda kaldı, özel yaşamıyla gündeme geldi, bunalıma girdiği oldu. Kitap ve makalelere “özel yaşamı” konu olan başka “isimsiz” üst düzey yöneticiye ben hiç rastlamadım. Furtseva kadındı, istisnaydı ve belli ki hem erkeklere, hem kadınlara dert olmuştu.

Sosyalist Küba, maçoluğun sıcak iklim versiyonunun egemen olduğu bu güzelim ülkede kadınlar yine her yerde ama üst düzey politikada sayıyla!
Şimdilerde bir tane... Küba Komünist Partisi Politbürosu’nda benim bildiği tek bir kadın görev yapıyor. Kuşkusuz onlar da tartışıyordur, “bu nasıl oluyor” diye... Eğer “kadın da olsun” türü bir kararın ürünüyse Lázara Mercedes López Acea’nın yöneticiliği, ki sanmıyorum, Kübalı komünistler de daha uzun süre pek yol alamayacaklar demektir.

Sosyalizmde ya da kapitalizmde fark etmiyor, “örgütlü devrimci politikada” sorun aynı. Bana göre çözüm için yapılacak hamleler de aşağı yukarı benzeşiyor. Tamam, sosyalizm sağladığı bir dizi olanakla kadının işini kolaylaştırıyor, eşitliğin gerçek temellerini oluşturuyor ama son tahlilde devrimci örgütler havadan paraşütle inmiyor, bir tarihleri var, alışkanlıklarından kurtulamıyorlar.

Sorun her yerde aynı
Burada ayrıntılı çözüm yolları önermeye kalkmayacağım. Konunun asli olarak kadın Marksistleri ilgilendirdiğini düşündüğümden değil elbette. Herkesi ilgilendiriyor. Kaygım, her somut örnekte özgün çözüm araçlarına da ihtiyaç duyulacağını bilmemle ilgili. Yine de genel bazı sonuçlar çıkarmak mümkün.
Örneğin, sosyalist ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de devrimci örgütlerde kadın üye oranı tepeden tabana doğru inildikçe artış gösteriyorsa, kadınların siyasete ilgisizliği gibi saçmalıkları tamamen bir kenara koymak gerekiyor. Evet bu oranların yüzde 50’ye çekilmesi gerekir ama Türkiye gibi bir ülkede yüzde 35’lik kadın oranı yakalanıyorsa (Türkiye Komünist Partisi’nden kadın üye oranı bu seviyelerdedir), bu asla küçümsenmemelidir. Bu oranın yönetici organlara yansımaması, tek başına toplumsal rollerle açıklanamaz, devrimci partilerin iç yaşamı da masaya yatırılmak zorundadır.
Kota ve diğer mekanizmalar, örneğin eğer bir kadın-bir erkek ilkesine dayanıyorsa eşbaşkanlık, sorunun yanından dolaşmak anlamına geliyor. “Hiç yoktan iyidir” denebileceğini de sanmıyorum çünkü şu ana kadar dünyadaki pratik, bu tür denemelerin sorunu hafife almak bir yana daha da kangrenleştirdiğini ortaya koymaktadır.

Önce bu tersliğin kaynağını bulmak gerekiyor. Bana göre devrimci partilerde ortam erkek, dil erkek, başarı kriteri erkek. Bu kadar erkek olunca, “kadın yöneticiler nerede” sorusunu sormak bile anlamsızlaşıyor.

Ortam erkek demek, devrimci mücadelenin “sert doğası” nedeniyle, sorgulamadığımız bazı alışkanlıkların açıkça cinsiyetçi bir karakter taşıdığının farkına varılması demek. Halbuki devrimci mücadelede kararlılık, cesaret, inatçılık kadınlara “erkeksi” bir kanaldan sirayet etmek durumunda hiç değil. Unutulmaması gereken, bu “arıza”nın kadınları ittirdiği kadar belli bir “erkek” modelini de öne çıkarttığıdır. Basit bir konu değil bu. Çünkü bütün coğrafyalarda devrimci hareketler, kendilerinden önceki mücadelelerin kültürlerini devraldılar ve onlara öykündüler. Bu kültürlerde öne çıkan semboller, folklorik ögeler büyük ölçüde “erkek”ti ve kadınlar ancak buna benzedikleri ölçüde değer kazanıyorlardı. Yiğitlik, delikanlılık, kabadayılık... Devrimci hareket bu rollerle barışık olmak durumundaydı.

Ortam ve dilin erkek olması, başarı kriterlerini de kaçınılmaz bir biçimde erkekleştiriyor. Daha fazla sorumluluk almak, daha fazla öne çıkmak için kadınlara uygulanan filtre çok acımasız. Sosyalist ülkelerde politbüro düzeyinde çok az sayıda kadına rastlandığını söylemiştim. Daha geniş merkez kurullara seçilen kadınların ise “erkek dil”in az da olsa geriye itildiği “yan dal”lardan, bilim, sanat gibi alanlardan süzülüp geldiklerini görüyoruz.
“Örgütsel mekanizmalar”da ise erkeklerin de değil, belirli bir erkek modelinin şansı çok açık ki daha fazla. Bu şu anlama gelir: Devrimci mücadelede hâlâ dışavurumcu bir kültür varlığını sürdürmekte. Tamam bunun anlaşılır nedenleri var. Var ama bilelim. Çünkü sorunun bir kaynağı bu.

Başarı... Neye göre?
Bana göre devrimci mücadelede başarı kriterlerini yeniden tasnif etmek ve kolektif akla yerleştirmek, siyasette kadının önünün açılması için yapılacak en önemli düzenlemelerden biri. Diğer türlü, kota koyarsınız, kriterler aynı kalacağından “başaramadı” algısı yerleşir.

Yaratıcılık, üretkenlik, bilgi birikimi, tutarlılık, çalışkanlık, kararlılık, cesaret, kapsayıcılık, kıvraklık... Bunlar bir devrimci siyasetçide aranacak özellikler. Başarıya bu özellikleri kullanarak ulaşabilirsiniz. Ancak sonuçta “sonuç”a bakılır. Yaşananlar gösteriyor ki, o “sonuç” algısı belli bir tarza uygun biçimde şekilleniyor. O halde çözüm, devrimci mücadelenin gerçek ihtiyaçları ile tek tek insanların o ihtiyaçları gidermede üstlenecekleri roller arasındaki ilişkinin çarpıtılmasına izin vermeyecek bir örgüt-parti içi kültür yaratmakta.

Bunun da bana göre tek yolu, daha fazla geç kalmadan kentlileşmekten geçiyor. Kadının, erkeğin, farklı cinsel yönelimleri olanların önsel olarak hiçbir ayrıcalığa sahip olamayacakları bir örgüt kültürü “kırsal” ve “folklorik” mirasa yaslanarak yaratılamaz.

Kentli bir mücadele ve kadın
Neler yapılabilir?

1. Muhafazakarlığın beli kırılmalıdır. Dünyada hemen bütün örneklerde devrimci, komünist partilerde değişik varyantlarıyla muhafazakarlık içselleştirilmiştir. Muhafazakarlık kimseye ama kadına hiç yaramaz. Toplumdaki muhafazakar kalıplara sığınarak, onları gerekçe göstererek devrimcilik oynamak ikiyüzlülüktür. Muhafazakarlıktan arınmanın otomatikman yalama-ilkesiz-savruk kişilikler ortaya çıkaracağı kaygısı, düpedüz ilerici düşünceye hakarettir.

2. Görev ve sorumluluklardan ne beklendiği ortak bilince çıkarılması için etkili önlemler alınmalıdır. Alışkanlıklar, onyıllar boyunca kabullenilmiş kriterler sorgulanmalıdır.

3. Kadınların örgütlü siyasetteki asıl ayrıcalığı yetiştirilme, eğitim ayrıcalığı olmalıdır.

4. Kadınları başarıya sadece bazı rollerin taşıyacağına ilişkin genel yargıyı kırmak için gerektiğinde sert müdahaleler yapılmalıdır.

5. Haziran Direnişi ve onun öncesindeki toplumsal hareketlerde öne çıkan kadının yalnızca “militan” yönü değil, aklı, yaratıcılığı, mizahı, hoşgörüsü üzerinde de durulmalı, “ne biçim dövüştüler” tuhaflığından artık çıkılmalıdır.