İklim değişikliğiyle savaşımda geç kalınıyor

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından geçtiğimiz hafta açıklanan küresel iklim raporunu, bilimsoL ekibi olarak, iklimbilimci Prof. Dr. Murat Türkeş’e sorduk. Türkeş’in aktardıkları, Dünya ve Türkiye iklimi açısından bizleri acil görevlerin beklediğini ortaya koyuyor.

(soL - Haber Merkezi) Prof. Dr. Murat Türkeş, Türkiye adına IPCC çalışmalarına katılan bir akademisyen. Türkeş, dışa bağımlılığın yüksek olduğu Türkiye gibi ülkelerde, yenilenebilir enerjilere karşı müdahalelerin olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye’nin büyük bölümünün gelecek on yıllarda ısınmaya devam edeceğini söyleyen Türkeş, Akdeniz ikliminin egemen olduğu batı ve güney bölgelerindeki kuraklaşmanın süreceğini aktardı.

Küresel iklim değişikliği konusunda iklimbilimciler arasında anlaşmazlıklar var mı? Varsa hangi noktalar üzerinde?
Geçmişte küresel iklim değişikliği konusunda iklimbilimciler arasında hem konuya yönelik yöntemsel yaklaşım hem de küresel verilerin ve çeşitli sera gazı salım senaryolarına dayanarak çalıştırılan küresel ve bölgesel iklim model benzeştirmeleri ve kestirimlerinin güvenirliği ve bulguların ve/veya sonuçların değerlendirilmesi konusunda bazı bilimsel anlaşmazlıklar olduğu söylenebilir. Bunlara, petrol ve kömür kaynakları açısından çok zengin ve ekonomileri ağırlıklı olarak bunlara dayanan bazı gelişmiş ve büyük gelişmekte olan ülkeler ile küresel sermayenin denetimindeki çok uluslu fosil yakıt ve enerji şirketlerinin ve lobilerinin bilimsel olmayan ve yanlı yayın ve değerlendirmelerini dahil etmiyorum.

Özellikle Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2007 yılında yayımlanan 4. Değerlendirme Raporu ile birlikte, küresel ve bölgesel iklim ve iklim ilişkili yüzey ve yüksek atmosfer verilerinin, sera gazı salım senaryolarının, özellikle bölgesel iklim modellerinin iyileştirilmesi, geliştirilmesi ve güvenirliklerinin artırılmasıyla birlikte, bu anlaşmazlıklar ya da genel olarak konuya bakıştaki farklılıklar azalmış ve son yüz yılın ikinci yarısından günümüze değin gözlenen iklim değişikliğinden kesin olarak insanın (başta fosil yakıtların yakılması, sanayi süreçleri ve arazi kullanımı değişiklikleri yoluyla atmosfere salınan insan kaynaklı sera gazı salımlarındaki artışlar vb.) sorumlu olduğu konusunda küresel düzeyde önemli bir bilimsel ve politik bir uzlaşma ortaya çıkmıştır. Bu durum, iklim değişikliği ile savaşım açısından önemli bir gelişmedir. Bana göre, bunda bir bütün olarak, 21’inci yüzyılın başında iklim sisteminin ve iklim değişikliğinin fiziksel bilim temelinin daha iyi anlaşıldığı bir düzeye gelinmesinin rolü de büyük olmuştur.

Yeni değerlendirme raporu, birbirinden çarpıcı tablolar ve grafikler içeriyor. Bunlardan birini seçip herkese anlatabilme olanağınız olsaydı hangisini seçerdiniz, neden?
Şekil 1’i seçerdim [sağdaki grafikler]. Bunun nedenini özetle şöyle açıklayabilirim: Bu şekil “(1) geçen 30 yılın her 10 yılının, yeryüzünde 1850’den beri güvenilir düzeyde bulunan sıcaklık verileri için hesaplanan tüm on yıllık dönemlerden ardışık bir biçimde daha sıcak olduğunu (2) birbirinden bağımsız olarak üretilmiş olan birleşik kara ve okyanus yüzey sıcaklığı veri setlerini kullanılarak, küresel ortalama yüzey sıcaklığının 1880-2012 döneminde 0.85 [0.65 - 1.06 °C güven aralığında] °C’lik bir doğrusal ısınma eğilimi gösterdiğini (3) küresel ortalama yüzey sıcaklığının, bölgesel eğilimlerin yeterli düzeyde hesaplanabildiği en uzun dönem olan 1901-2012 döneminde, 0.89 [0.69 - 1.08 °C güven aralığında] °C’lik doğrusal bir artış eğilimi gösterdiğini ve (4) 1901-2012 dönemi boyunca neredeyse tüm Yerküre yüzeyinin, yüksek bir alansal tutarlılıkla birlikte, önemli düzeyde ısındığını”, herkesin kolaylıkla anlayabileceği, çok açık bir biçimde ortaya koymuştur.

Rapor parça parça yayınlanacak ancak ilk önce karar verici mekanizmaları bilgilendirici bir özet rapor yayınlandı. Görünüşe göre IPCC katılımcılarının iklim değişikliği karşısında harekete geçmek için zaman kaybetmeye tahammülü yok. Peki, neden hükümetlerin birincil önceliği bu değil?
Sorunuzun temel yaklaşımı çok doğru. Gerçekten de küresel iklim üzerindeki olumsuz insan etkisini en aza indirmek ve iklim değişikliği ile savaşım (sera gazı salımlarını belirli bir düzeyde durdurmak, azaltmak, vb.) ve iklim değişikliğine uyum konularında kaybedilecek hiç zaman yok, geldiğimiz noktada. Hükümetlerin iklim değişikliği ile savaşım, uyum ve etkilerini en aza indirme konularındaki isteksizliği ya da yavaşlığının ve konuya birincil önceliği vermek istememelerinin birçok nedeni var. Bunların başında, küresel düzeyde iklim değişikliği konulu anlaşmalar sürecindeki, daha açık bir deyişle, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) Kyoto Protokolü sonrası ve özellikle ikinci yükümlülük dönemine ilişkin küresel uyuşmazlıklar gelmektedir. Daha somut olarak söylemek gerekirse, bunda, son yıllardaki iklim değişikliği ve Kyoto sonrası iklim rejimine ilişkin görüşmeler sürecinde, başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kanada, Japonya, Avustralya gibi gelişmiş ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC), Hindistan, Arjantin, Güney Afrika, Rusya Federasyonu, Türkiye, Güney Kore ve Meksika gibi büyük gelişmekte olan ülkelerin, ulusal çıkarlar, fosil yakıtlara olan yüksek bağımlılık, kalkınma hedefleri, enerji gereksinimleri, savaşlar ya da ekonomik bunalımlar gibi çeşitli nedenlerle, herhangi bir sayısal olarak belirlenmiş sera gazı azaltım ya da belirli bir düzeye göre indirme ya da belirli bir düzeyde tutma gibi yasal yükümlülükler almak istememelerinin büyük bir rolü vardır.

Yenilenebilir enerjiye müdahale ediliyor
Bu eğilim Kyoto Protokolü sonrasına ilişkin görüşmelerde ağırlığını giderek artırmış ve henüz 2015 ve sonrası için hem küresel düzeyde hem de gelişmiş ve büyük gelişmekte olan ülkeler için sayısal olarak belirlenmiş sera gazı salımlarını zamanla azaltma ya da belirli bir düzeye indirme ya da belirli bir düzeyde tutma konusunda yasal yükümlülük hedefleri belirlenememiştir. Avrupa Birliği (AB) ise hem AB bölgesindeki ekonomik ve mali bunalımlar hem de OECD’nin bir çok büyük gelişmiş ülkesinin olumsuz tutumları sonucunda, iklim değişikliği görüşmelerindeki olumlu tavrını ve öncü rolünü azaltmış, giderek daha sessiz ve pasif kalmayı yeğlemeye başlamıştır.

Bu noktada, ekonomileri kömür ve petrol gibi fosil yakıtlara yüksek düzeyde bağımlı olan ülkelerin ve çok uluslu enerji şirketlerinin ve lobilerinin doğrudan görüşmeler sürecine yapmış oldukları müdahaleleri ve özellikle enerji sektöründe ve makroekonomik kalkınma modellerinde dışa ve çok uluslu şirketlere bağımlılıkların yüksek olduğu gelişmekte olan ülkelerdeki, örneğin yenilenebilir enerjiler gibi temiz enerjilere karşı müdahalelerin ve büyük rekabetin rolünü de ayrıca vurgulamamız gerekir.

Etkin önlemlerin 
ivedilikle uygulanması gerekiyor
Sera gazı salımlarını azaltmak için ne gibi politikalar ve yöntemler öneriliyor? Sera gazı salımlarını azaltmak yeterli olacak mı?
Bunun için, başta enerji, sanayi, ulaştırma, tarım, atık yönetimi, konut ve hizmetler sektörleri gelmek üzere, karbondioksit, metan, diazotmonoksit gibi insan kaynaklı sera gazlarının salımlarının büyük çoğunluğundan sorumlu olan sektörlerde ciddi yönetimsel, teknolojik ve felsefi değişiklikler ve iyileştirmeler yaparak, bunlardan kaynaklanan sera gazı salımlarını ivedilikle denetlemek ve azaltmak gerekir. Sera gazı salımlarını denetlemek ve azaltmak için uygulanması gereken politikalar ve önlemler, birbirini bütünleyen iki hükümetlerarası yapı olan BMİDÇS ve Kyoto Protokolü çerçevesinde de belirlenmiş durumdadır. Buna göre, örneğin gelişmiş ve Türkiye gibi bazı gelişmekte olan ülkelerin (Ek-I Taraflarının) kendi ulusal koşullarına uygun politika ve önlemleri ayrıntılı biçimde hazırlamaları ve uygulamaya geçirmeleri istenmektedir. Bu politika ve önlemler, özetle, enerji verimliliği ile enerjinin yeterli ve etkin kullanımının artırılması, sera gazlarının hazne ve yutaklarının geliştirilmesi ve artırılması, tarımsal arazi kullanımı, arazi kullanımı değişikliği ve ormancılıktan kaynaklanan sera gazlarının azaltılması, yeni ve yenilenebilir enerjilerin birincil enerji içerisindeki payının artırılması, piyasa araçlarının uygulanması, atık yönetimi, ulaştırma ve sanayi sektörleri gibi alanları kapsar.

Ancak bugüne değin görülen o ki, sözü edilen ülkelerin ve bir bütün olarak dünya ülkelerinin sera gazı salımlarını azaltma istek ve becerileri henüz çok yetersizdir. Bu konuda herhangi bir “başarım” ve “başarı”dan söz etmemiz olanaksızdır. Bu nedenle, bugünkü gözlenen iklimsel ve sera gazı birikimlerindeki değişim ve eğilimler dikkate alındığında, gelecekte Yerküre’nin küresel ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışın, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin yaşanmasını önleyecek bir düzey ya da daha açık olarak biyosferdeki tüm canlıların, genetik çeşitliliğin ve ekolojik sistemlerin varlıklarını sürdürmeleri ve değişen iklim koşullarına uyumları açısından gerekli “kritik eşik” olarak kabul edilen, 1.5 °C’yi aşmaması ya da 2 °C’nin altında kalmasının sağlanması gibi eşik değerler gerçekçi değildir. Bu eşik değerleri tutturmak için çok geç kalınmıştır.

Eğer hükümetler, atmosferdeki karbondioksit birikimini 550 ppmv’de (sanayi öncesi düzeyinin yaklaşık iki katı) durdurmaya karar verirlerse, küresel salımların yaklaşık 2025’e kadar en yüksek noktasına çıkacağı ve 2040-2070 döneminde bugünkü düzeylerinin altına düşeceği hesaplanmaktadır. Düşük salım düzeyleri ise enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve işletiminde farklı desenlerin varlığı (örn. fosil yakı kullanımın azaltılması, yenilenebilir enerjilerin arttırılması, vb.) ile son kullanım verimliliğindeki artışları içerecektir. Bunun için büyük çaba harcanması, fosil yakıt kullanımına yönelik önceliklerin değiştirilmesi, yaşamın tüm alanlarında ve tüm sosyoekonomik sektörlerde, sera gazı salımlarını azaltacak ve başta enerji tüm kaynakların yeterli, etkin ve verimli kullanımını sağlayacak yasal politika ve önlemlerin ivedilikle uygulanması gerekmektedir.

Türkiye’de ısınma sürecek
Türkiye’yi ve içinde bulunduğu bölgeyi bekleyen senaryolar neler?
Çok özetle söylemem gerekirse, Türkiye ve bölgesinde yüzey ve troposfer hava sıcaklıklarındaki artış ile yağışlardaki (yağışlı gün sayısı, yağış toplamı ve kar yağışı, vb.) azalış (kuraklaşma) eğilimleri sürmektedir.

Söz konusu eğilimlerin, eski ve yeni çeşitli salım senaryolarına dayanarak üretilen çoklu iklim model kestirimlerine göre, gelecekte de süreceğini görmekteyiz. Başka bir deyişle, Türkiye’nin büyük bölümünün gelecek on yıllarda da ısınacağı, ekstrem hava ve iklim olaylarının kuvvetleneceği ve özellikle Türkiye’nin yüksek mevsimlik ve yıllararası değişkenlik ve uzun ve şiddetli yaz kuraklığı gibi kendi iklim sorunları bulunan subtropikal Akdeniz ikliminin egemen olduğu batı ve güney bölgelerindeki kuraklaşmanın süreceği anlaşılmaktadır.

Türkiye hükümeti bu konuda bir eylem ve uyum planı uyguluyor mu?
Evet, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın öncülüğünde hazırlanmış olan ve 2012 yılında yayımlanan “İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı 2011-2023” başlıklı 
bir eylem planının olduğunu biliyorum. Ancak, çok yeni olduğu için, bu aşamada nasıl ve hangi kapsamda uygulandığına ve olası ilk sonuçlarına ilişkin size başka bir bilgi verebilmem mümkün değil.

İklim değişikliği tartışması paneli
IPCC’ye Türkiye adına katkıda bulunan Prof. Dr. Murat Türkeş’in katılacağı İklim değişikliğinde son gelişmelerin değerlendirileceği panel, bugün (7 Ekim) Sabancı Üniversitesi’nin Karaköy’deki İstanbul Politikalar Merkezi’nde yapılacak.

Panel, raporun Türkiye öngörülerini ele alarak yorumlamayı hedefliyor. Panelin diğer katılımcıları Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Levent Kurnaz, İTÜ’den Prof. Dr. Ömer Lütfi Şen ve Dr. Ömer Madra.