Ergenekon'da sol ne diyordu?

Ergenekon davası, bu hafta soruşturmada sahte delil üretildiğinin bir kez daha ortaya çıkmasıyla gündeme oturdu. "Sahte delil" türü skandallar ve AKP hükümetinin operasyonu kendi amaçları için kullandığı gerçeğinin belirginlik kazanması ile davanın siyasi ve manipülatif yönüne daha fazla işaret eden Türkiye solunda çeşitli özneler, operasyonların ilk günlerinde Ergenekon soruşturmasına ilişkin farklı tavır almıştı.

Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin, altında dönemin parti başkanı Ufuk Uras’ın imzası bulunan, 24 Ocak 2008 tarihli Ergenekon’la ilgili ilk basın açıklamasında özetle şunlar söylendi:

“Vatansever çeteler” operasyonu demokrasi ve hukuk için turnusol olacaktır
Ergenekon operasyonu Türkiye’de demokrasi ve hukuk adına bir turnusol olma özelliği taşıyor. Bir başka deyişle, derin devletin önemli bir parçası olduğu anlaşılan bu tür çetelerin etkisiz hale getirilmesi, demokrasi ve hukuk düzeninin mihenk taşıdır...

Yakın tarihimiz göstermiştir ki, bu adımlar ne kadar ertelenirse, sorunlar o denli dallanıp budaklanıyor. (…)

Şimdi bir kez daha demokratik bir hukuk devleti olup olunamayacağının sınandığı bir eşikte bulunuyoruz. Bu çeteleri tasfiye etme yönünde cesaretli adım atacak olan hukukçular ve siyasetçiler demokrasi tarihine adlarını onurla yazdıracaklardır.

Şüphesiz ki, 301. maddenin yarattığı ortamdan da beslenen bu ‘vatansever çete' organizasyonu 40-50 kişiyle sınırlı değildir. Toplumun birçok alanına nüfuz etmiş bir organizasyonla karşı karşıyayız. Bu çetelerin ardındaki mafyatik, siyasi ve sivil-asker bürokratik ilişkileri açığa çıkarmak, sorunun çözümü açısından önemli adımlar atılmasını sağlayacaktır.

Türkiye'nin düze çıkması, (…) bu kızıl elmacı çetelerin tasfiyesinden geçer.

ÖDP, Ufuk Uras'ın Genel Başkanlık görevinden ayrılmasından sonra Ergenekon soruşturmasına ilişkin bu yaklaşımını terk etti.

Yöneticileri yine tartışmalı "Devrimci Karargah" soruşturması kapsamında tutuklu olan Sosyalist Demokrasi Partisi, operasyonlarla ilgili şu değerlendirmede bulunmuştu:

SDP darbeci Ergenekon çetesinin görünen yüzünün değil bütün bağlantılarının açığa çıkartılması ve tüm gizli savaş aygıtlarının dağıtılması çerçevesinde genişletilmesi gerekliliğine işaret eder. Ancak Ergenekon operasyonu kapsamında gerçekleştirilen son gözaltıların, oligarşik devlet bünyesinde devam eden fraksiyonlar arası kavgada denge oluşturmak üzere atılmış bir adım olduğuna dair güçlü belirtiler bulunmaktadır.

EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel de “iktidar savaşı”na dikkat çekiyor, ancak “çetelerle hesaplaşmak boynumuzun borcudur” diyordu:

İktidar savaşları medyatik ve sansasyonel yapılıyor. Bu ülkede emekli de olsa askerlere kolay kolay dokunulmazdı. Ergenekon, Türkiye’de kontrgerilla örgütlenmesinin sadece bir yönüdür. Derin devlet, ABD tarafından Türkiye ve daha birçok geri kalmış ülkede soğuk savaş döneminde örgütlenen bir eylem biçimidir. Çetelerle hesaplaşmak emek ve demokrasi güçlerinin boynunun borcudur.

Emek Partisi, operasyonlardan sonra yaptığı ilk açıklamada ise davanın “tanıkları ve mağdurları” olarak davaya müdahil olmak istediklerini açıklamıştı ve şöyle demişti: “Umuyoruz ki bu mücadele Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesinin bir dayanağı olacak, aynı zamanda Türkiye’nin demokratik, bağımsız bir ülke olarak bölgede halklarıyla kardeşleşmesine ve bölgeye dönük emperyalist müdahalelere karşı demokratik ve anti-emperyalist bir mücadele hattının oluşturulmasına zemin teşkil edecektir.”

Türkiye Komünist Partisi, 1 Temmuz 2008’de yaptığı açıklamada konuya ilişkin net bir tutum alarak, açıkça operasyonun AKP darbesi olduğunu söylemişti:

Türkiye’de bir polis darbesi yaşanmaktadır. AKP’nin emriyle harekete geçen emniyet güçleri aralarında emekli askerler, gazeteciler, politikacılar ve akademisyenlerin de olduğu çok sayıda kişiyi gözaltına aldılar. (…)

Bu operasyonun Türkiye’de demokrasiyi korumak, darbe tehlikesini savuşturmak için yapıldığına ilişkin açıklamalar tamamen yalandır. AKP darbe söylentileri yayarak, darbe tehlikesine işaret ederek kendi darbesini gerçekleştirmektedir.

Türkiye’de darbeler bir gerçektir ve her zaman emekçi halka, sola, yurtseverlere karşı ABD desteği ile yapılmıştır. Bugün emekçi halka düşmanlığın, sola, yurtseverliğe düşmanlığın merkez üssü AKP’dir. AKP’nin ABD ve Avrupalı emperyalistlerce desteklendiğinden de kimse kuşku duymuyor. (…)

Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy, 2 Temmuz 2008’de yaptığı açıklamada operasyonu ele almış, “iki tarafın da ilerici olmadığını” vurguladıktan sonra “AKP kontgerillasının bu operasyonlarla kendini meşrulaştırdığını” belirtmişti:

(…) (E)gemenler arasındaki çatışmaların taraflarının hiç birinin ilerici bir karakteri bulunmamaktadır. Ne Ergenekon Operasyonu “darbe tehlikesi karşısında demokrasi arayışını” ifade ediyor, ne de “ulusalcı” adıyla anılan çevreler emperyalizmden gerçek bir bağımsızlık peşindedir.

(…) Ergenekon Operasyonu tam da böylesi bir dönemde gündeme gelerek, eski kontrgerilla şeflerinin günahlarını bahane ederek, günümüzde egemenler arasında Amerikancı politikaların eleştirilmesinin önünü kesmeye çalışmaktadır.

(…) Operasyon politik İslam açısından kendi kontrgerilla teşkilatını oluşturma ve devlet içinde gücünü geliştirirken, düzeniçi ve düzendışı tüm muhalefeti susturma çabasında kritik bir öneme sahiptir. (…) Bu operasyonun darbecilere ve çetelere karşı demokrasi adına yapılıyor söylemlerine inanarak AKP kontgerillasını alkışlamak büyük bir aymazlıktır.

Oğuzhan Müftüoğlu, operasyonu bir “filler çatışması” olarak nitelemişti:

Biri ahı gitmiş vahı kalmış eski rejimi korumaya çalışıyor, diğeri küresel sermayeninin yeni düzenini hakim kılmaya. Kimse bu kavganın bir demokrasi kavgası olduğu yalanını bize yutturmaya kalkmasın. Bu bir filler çatışmasıdır.

Halk Cephesi de Ergenekon operasyonu etrafında süren mücadelede taraf olmamak gerektiğini savunuyordu. Halk Cephesi bu konuda yayınladığı açıklamada konuyu daha farklı bir şekilde değerlendirip söz konusu mücadelenin "halk ile bir bağı olmadığı"nı iddia etmişti. Süreci parti kapatma davası ve Ergenekon soruşturmaları ile bir bütün olarak değerlendiren Halk Cephesi kendi tutumunu "parti kapatma, Ergenekon operasyonu, oligarşi içi savaştır. Bu savaş halkın savaşı değildir. Biz hiçbirinin yanında değiliz. Bizim savaşımız Bağımsız Demokratik Türkiye savaşıdır" sözleri ile açıklamıştı.

Ertuğrul Kürkçü ise “Ayşe Teyze’nin kazancı yok” şeklinde bir yorum getirmişti:

Ortada ilenmiş bir suç olduğu apaçık. (…)Bu gelişmeleri toplumsal muhalefet kayboldu olarak değerlendirmekse doğru olmaz. Çünkü tüm bu olanlar emek alanının dışında gelişiyor ve basit tabirle Ayşe Teyze'nin bir kazancı yok. Biz yoksullukla mücadele için bir yoldayız ve bu gelişmeler o yoldan geçmiyor.

Melih Pekdemir, büyük operasyona dikkat çekmişti:

Bunlar darbe karşıtı bir hamle olmaktan ziyade daha büyük bir operasyon için döşenen taşlar mıdır? Büyük fotografta yer alan aktörler ve faktörler, ABD ve Ortadoğu dikkate alınmadan atılan demokrasi çığlıklarının bir anlamı yoktur.

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, operasyon sonrası şunları söylemişti:

Operasyonun sürdürülüş biçimi ve bütün boyutlarıyla açıkça yürütülmemesi, hükümet karşıtı muhalefet yapan kimi isimlerin de operasyona dahil edilmesinden dolayı “fuzuli işgal” diye de nitelendirilebilecek bir boyutta gelişmektedir. Soruşturmada uygulanan bu tarz, insanların kafasında “AKP kendi muhaliflerini mi tasfiye ediyor?” sorusunu uyandırmakta, bu nedenle de soruşturmanın güvenirliliği zedelenmektedir...

12 Eylül’cülerle ve Susurluk’la hesaplaşmadan, 1 Mayıs 77, Çorum, K.Maraş ve Sivas katliamlarının, Genel Başkanımız Kemal Türkler cinayeti benzeri siyasi cinayetlerin gerçek sorumlularını açığa çıkarıp yargılamadan kimseyi bu yalanlarına inandıramazlar!

Hasip Kaplan, operasyona destek vererek “Yargı görevini yapmalıdır” diyordu:

Son 24 yıldır yaşanan çatışma sürecinde özellikle Kürt sorunundan kaynaklanan yaşanan cinayetlerle karanlık bir süreci oluşturanlar, vatanseverlik adı altında çeteleşen ve kendini dokunulmaz sayan yapılanma, en son hükümet düzeyine karşı olacak noktaya vardı ve böylece operasyonlar başladı. Başta Dink cinayeti olmak üzere, Danıştay saldırısından Musa Anter"in öldürülmesine kadar bütün bu olaylar aydınlanmalı, çözülmeli, failleri ortaya çıkarılmalıdır. Sorumlular yargıda hesap vermelidirler. Sonuç olarak hukuk dışı organizasyonların tasviyesi için yargı görevini tam olarak yapmalıdır. Bu, ülkede adalet ve demokrasiden söz edilebilmesi için gereklidir.

Kemal Okuyan, 16 Temmuz 2008’de yaptığı değerlendirmede şunları belirtmişti:

Ergenekon soruşturmasında sayısız inandırıcı olmayan unsur var, bunlara ilişkin rezervleri bir kenara koyarak, şunu söylemek istiyorum: Bugün "devlet örgütlenmesi"nde yaşananlar, Türkiye'nin tarihsel bir dönüşüme zorlandığı bir kesitte, işçi sınıfına, halka, sola karşı geliştirilmiş mekanizmaların bu dönüşüme göre konum almaya, dönüşüme ağırlık koymaya dönük çabaları sırasında ortaya çıkan gerilimlerdir.

(…) Bunca gürültü, Türkiye çok özel bir kesitten geçtiği için kopuyor. Dönüşüm çok kapsamlı. Her bir siyasal ve toplumsal aktör bu dönüşüme göre konumlanma gereksinimi hissediyor. Dönüşümün Türkiye'yi daha piyasacı, daha Amerikancı, daha gerici yapacağını sürekli yazıyoruz. (…) Sürecin mantığına ve gereksinimlerine denk düşmeyen aktörler geri çekiliyor, geri çekilemeyenler açıkta kalıyor.

(soL-Haber Merkezi)