Ergenekon'da büyük tahribat amaçlandı

Şimdilerde "kanıt" yaratmak için alenen hile yapıldığının iyice ayyuka çıktığı ve herkesin sorgulamaya başladığı Ergenekon davalarının özü siyasiydi. Bu süreçte Türkiye tarihi yeniden yazılmaya, sol bu işe sokulmaya çalışıldı, basın resmen yargının yerine geçerek devlet istihbaratıyla yargısız infazlar yaptı.

Bazı sanıklar hakkında sahte kanıt üretildiğinin ortaya çıkmasıyla "Ergenekon" senaryosunun tel tel dökülmesinin önüne geçilemezken, AKP hükümetiyle, F tipi polis örgütlenmesiyle, yandaş medyasıyla ve özel yetkili mahkemeleriyle büyük bir ekibin memlekette yarattığı tahribat daha da açık bir hâl alıyor.

Bütün karanlık işleri "Ergenekon"a yükleyerek tarihi çarpıttılar
Ergenekon operasyonunun arkasında tüm gücüyle duran AKP iktidarı, yandaş medyası ve yargısıyla, ülke tarihinde yaşanan ve kontrgerilla ile olan bağları açıkça bilinen pek çok katliamı Ergenekon'a yükledi. Osmanlı'ya övgüler düzen ama modern Türkiye'nin tarihini "Ergenekon"la başlatıp bugünlere dek devam ettiren, hatta gelecekteki olayları da Ergenekon'a bağlama eğilimi sergileyen bu takımın önemli bir oyuncusu, sola karşı cinayetler tertiplemiş MTTB'nin yetiştirmesi Bülent Arınç, "Türkiye bağırsaklarını temizliyor" dedi.

Yandaş medya, 1978 tarihli Maraş ve 1980 tarihli Çorum, 2 Temmuz 1993 tarihli Sivas katliamlarını, 1995 tarihli Gazi Mahallesi olaylarını "Ergenekon"a bağladı.

Hatta yandaş basının tüm bu tarihi yeniden ve "Ergenekon"a uyarlayarak yazma sürecinden mantıklı düşünemez hale gelenlerden biri de eski hakemlerden Ahmet Çakar'dı. Çakar, operasyonun tüm gündemi belirlediği günlerde, 2008 yılı içerisinde Show TV'de katıldığı bir futbol programında, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın oynadığı maçlardaki hakem hatalarından yola çıkarak, Fenerbahçe'nin ligde şampiyon yapılması için "futbolun derin kesimi"nin karara vardığı yönünde kendisine bilgilerin ulaştığını ifade etmiş, "Futbolda da Ergenekon'dan söz ediliyor" demişti. O günlerde dahi, Başbakanın TT Arena'da ıslıklayarak protesto eden kalabalıkları "Ergenekon"un yönlendirdiği anıştırmasına kapı açacağını öngörmek mümkün hale gelmişti.

Solu "Ergenekon" operasyonuna stepne yapmaya çalıştılar, olmadı, tarihi yeniden yazdılar
Ergenekon operasyonunun amaçlarından biri, toplumu ama en çok da solu darbecileri, kontrgerilla faaliyetlerini ve tüm derin devlet işlerini deşifre etme, ülkenin karanlık geçmişiyle hesaplaşma misyonuyla hareket edildiğine ikna etmek ve solun kendi tarihine bile bu "yeniden yazım" penceresinden bakmasını sağlamaya çalışmak idi. Bu kumpasın tutmadığı durumlarda, sol sindirilmeye çalışılıyordu.

Tarihin yeniden yazımı sadece sola, ilericiliğe, Alevilere, Kürtlere yönelen tüm karanlık olayların ardında "Ergenekon"un durduğunu iddia etmekle gerçekleşmedi. Bir yerden sonra, iddialar ve sola saldırılar o kadar ileri gitti ki, Denizler'in ve bütün bir devrimci kuşağın, onurlu aydın Aziz Nesin'in de "Ergenekon" ile bağı olabileceği iddiası gerici basında uzun süre yer aldı. "Ergenekon" tarihini nereden başlatacakları konusunda ayarı iyice kaçıran bazıları ise, "Ergenekon"un Kadro dergisine kadar uzatılabileceğini yazdı.

Yandaş basında yer alan bir iddiaya göre, İstanbul Emniyeti'nin üst düzey bir yetkilisi "Ergenekon" örgütünün bazı isimlere yönelik suikast girişimleri için başta DHKP-C olmak üzere bazı örgütleri taşeron olarak kullandığını söyledi.

Yandaş sendikaların operasyonlara tam desteklerini ilan ettikleri günlerde, o dönemde Sabah'ın başyazarı olup sonradan Star'a transfer olan eski solcu Ergun Babahan DİSK yönetimine bir çağrıda bulunarak, geçmişte çetelerden, "darbelerden çok çekmiş olan DİSK'in Ergenekon soruşturmasına yeterince güçlü bir destek vermediği"nden şikayet ediyordu. Yandaş basının liberal kolu ise, Ergenekon operasyonlarına destek konusunda, DİSK'ten olduğu kadar, eski başkanları-yeni AKP destekçisi Ufuk Uras'ın yolundan gitmeyen ÖDP'den ve o dönemde henüz desteğini sunmamış olan DTP'den de şikayetçi idi. Fakat ne tuhaftır ki, tüm bu kesimleri yakından ilgilendiren örneğin 1 Mayıs 1977 katliamı, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in öldürülmesi, faili meçhuller Ergenekon Davası'nın ana konusu olmadı, yargılananların suçu "AKP hükümetini devirmek için tertiplere girişmekle" sınırlı kaldı.

İkna olmayan sola fizik saldırının öne çıkan örneği ise, referandumdan başarıyla çıkan AKP'nin "ileri demokrasi"sine işaret eden, referandumdan yalnızca dokuz gün sonra, aralarında Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ve Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) yöneticilerinin, Red ve Bilim ve Gelecek dergileri yazarlarının da bulunduğu çok sayıda kişinin, "Ergenekon" tarafından kurulduğu iddia edilen "Devrimci Karargâh" örgütü operasyonu kapsamında gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları olayıydı.

Bunlar basın mı, kurye mi, yoksa Yargı mı...
Ergenekon operasyonları, iddianamelerin hazırlanması ve davaların başlamasıyla girilen süreçte, operasyonların en önemli aksesuarının basın olduğu, Türkiye'de yalan, tahrifat ve sızdırılmış belge yayımcılığının basın tarihinde hiç olmadığı kadar yaşandığı bir döneme girildi. Ergenekon operasyonunun özel yetkili polisi, savcısı, mahkemesi, yanında yine polise, savcıya, mahkemeye dönüşmüş yandaş medyayı buldu.

Bugünlerde AKP saflarından miletvekili olabileceği daha sık söylenmeye başlayan Star gazetesi yazarı ve Ankara temsilcisi Şamil Tayyar, Ergenekon soruşturmasının her adımını kitapları ve yazılarıyla önceden duyurmakla büyük bir görevi gerçekleştirdi. "Kurye" Tayyar, kendisine başta Emniyet olmak üzere devletin çeşitli kademelerinden sızdırılan gizli bilgileri kitaplaştırarak ve köşe yazılarına taşıyarak "gazetecilik" yaptı. Tayyar, gözaltı dalgalarının gerekçelerini henüz ortada iddianameler yokken köşesinde yazmaya başlamış, Mart 2008'de basılan "Operasyon Ergenekon" adlı kitabında, 28 Temmuz 2008 tarihinde açıklanan Birinci Ergenekon İddianamesi'ndeki pek çok bilgi yer almıştı. 2008 Ağustosu'nda basılan "Gölge İktidar-1 Numara'nın İzinde" adlı kitabı hakkında "Ergenekon şemasındaki '1 Numara'nın kim olduğu bu kitabın satır aralarında gizli" demiş, kitaptaki, "İstanbul’da ifademi alan Savcı Zekeriya Öz, bana tanık koruma kapsamı içine alınmam konusunda teklifte bulundu. Ben bunu kabul etmedim. Örgütün 1 Numarası hakkında bildiklerimi sordular. 1 Numara ve 2 Numara'nın kim olduğunu söyledim" cümlesi özellikle dikkat çekmişti.

TRT ve "ötekiler"
AKP'nin, Gülen cemaatinin Zaman, Samanyolu, Bugün gibi yayınlarından kadrolarıyla doldurduğu TRT ise bu süreçte, Kanada'da yaşayan Ergenekon Davası firarisi Tuncay Güney'e hangi kaynaklar aracılığıyla ulaştığını açıklama zorunluluğu dahi duymadan telekonferans yoluyla TRT 2'de yayına çıkararak büyük bir skandala imza attı. Tuncay Güney, "eski gazeteci" olarak sunulduğu 14 Ocak 2009 tarihli "Büyüteç" adlı bu programda, Birinci Ergenekon iddianamesine büyük oranda kaynaklık eden iddialarına yenilerini ekledi. Güney'i yayına çıkardığı için gelen yoğun tepkiler üzerine büyük bir pişkinlikle habercilik yaptığını iddia eden TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin ise başarılarının kıskanıldığını söylüyordu.

TRT bu denli rahat, Ergenekon operasyonuna ve AKP hükümetine destek çıkan bir "yayıncılık" yaparken başkalarının başına gelmedik kalmadı. Doğu Perinçek'in Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanmasından hemen sonra, 25 Mart 2008 tarihinde, genel başkanı olduğu İşçi Partisi'nin yanı sıra, Ulusal Kanal ve Aydınlık Dergisi'nin Ankara ve İzmir'deki büroları polis tarafından basıldı, İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem, Ulusal Kanal Temsilcisi Hayatı Özcan ve Aydınlık Dergisi Ankara Temsilcisi Hikmet Çiçek gözaltına alındı. Dergi bürolarındaki evrak ve CD'lere el konuldu.

Dergi'nin 18 Ekim 2009 tarihli sayısında Başbakan Erdoğan'ın, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'la yaptığı telefon görüşmesi tutanağının yayımlanmasının hemen ertesi günü Ergenekon soruşturmasını yürüten savcıların talimatıyla dergi bürosu ve Ulusal Kanal haber merkezi yine basılmış, Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım ve Ulusal Kanal İstihbarat Şefi Ufuk Akkaya'nın da evleri aranarak İstanbul Terörle Mücadele Şubesi ekipleri tarafından gözaltına alınmış ve sorgularının ardından tutuklanarak Silivri Cezaevi'ne gönderilmişti. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 8 Aralık 2009 tarihli kararıyla da dergi toplatılarak bir aylık kapatma cezası verildi.

Derginin sorumlu yazı işleri müdürü Ruhsar Şenoğlu da, dergi yeniden yayımlanmaya başladığında, 21 Şubat 2010 tarihinde "Fethullah'ın güzelleri uyandı" başlıklı kapak haberiyle çıkan sayısında "Adliye personelini hedef göstermek" suçlamasıyla ifade vermek için gittiği Beşiktaş Adliyesi'nden tutuklanmak üzere mahkemeye sevk edildi. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in tutuklanmasından sonra gelişen olayların değerlendirildiği, Fethullah Gülen cemaatinin yargı içerisindeki örgütlenmesine değiniliyordu. Şenoğlu'nun avukatı, suçlamanın basını ilgilendirdiğini ve bir terör suçu olmadığını belirterek, "soruşturmaya basın savcılarının bakması gerekirken, özel yetkili savcıların bakması doğru değildir" demişti.

(soL-Haber Merkezi)