Emperyalistler gözlerini suya dikti

Türkiye'nin Fırat ve Dicle havzasının yönetimini AB'ye ve İsrail'e devretmesi, sadece kendi egemenlik haklarını devretmesi anlamına gelmiyor. AB ve İsrail iki ırmağı Ortadoğu'da koz olarak kullanabilecek.

Türkiye'nin 10-11 Aralık'ta gerçekleştirilecek AB Zirvesi'nde Çevre faslında müzakerelere başlamak için Dicle ve Fırat Havzası'nın yönetimi konusunda Birliğe doğrudan müdahale hakkı vermesi ve dahası İsrail'in kendisinden kilometrelerce uzaklıktaki su kaynaklarının yönetimine Birliğin dayatması sonucu ortak edilmesi, Ortadoğu için son derece kritik bir konu olan suyun emperyalistler tarafından bölgedeki halklara karşı bir koz olarak kullanılabilmesinin önünü açtı.

İsrail neden ortak?
İsrail'in suyun yönetimi ve hakça kullanımı konusunda hiçbir deneyimi bulunmazken suyu komşularına karşı silah olarak kullanması konusundaki sicili oldukça kabarık. 1949-1959 yılları arasında suyla ilişkili 37 askeri eylemin yüzde 30'unun sadece israil ve komşuları arasında geçerken, İsrail özellikle Filistin'e ait suları gasp etmesiyle eleştiriliyor. Gazze Şeridi'ne kullanılabilir su bırakmayan İsrail yönetimi, daha önce Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan raporlarda kentte salgın hastalıklar gibi olası felaketlerin sorumlusu. Batı Şeria'ya ait su kaynaklarını işgal duvarıyla ilhak eden İsrail yönetimi başka bir ülkeden kaynaklanan suların, kaynağa sahip ülkeye kullandırılmamasını sağlayabilmiş tek ülke.

Tahir Öngür'ün dünkü yazısı, Fırat ve Dicle nehriyle ilgili AB müktesebatının getireceği sonuçları ele ayrıntısıyla ele almıştı.

Şimdi İsrail Fırat ve Dicle Irmaklarının kontrolünü eline geçirerek Filistin ve Ürdün'e yaptıklarını Suriye ve Irak'a da yapabilme kabiliyetine kavuştu. Üstelik bu kabiliyeti, İsrail'i son Gazze katliamının ardından yüksek sesle eleştiren AKP hükümeti verdi.

Türkiye suyu komşularına vermiyor muydu?
Türkiye'nin AB'ye müdahale hakkı tanıdığı Fırat ve Dicle havzasının adil kullanılmadığına yönelik eleştiriler Suriye ve Irak tarafından sıklıkla dile getiriliyordu. Özellikle Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında Fırat ve Dicle Irmağı ve bu ırmakları besleyen kollar üzerine kurduğu barajlar tartışma konusu olmuştu.

Son olarak üç ülke (Irak, Suriye ve Türkiye) Eylül 2009'da üçlü bir anlaşma imzalayarak Suriye ve Irak'a saniyede 500 metreküp'ün üzerinde su bırakmayı kabul etmişti. Bu miktarın Türkiye'nin 31 Aralık 1966'da yine aynı ülkelerle imzaladığı Ankara Anlaşması'nda taahüt ettiği su miktarından saniye başına 150 metreküp daha fazla. Türkiye'nin yüzde 89'u kendi topraklarından kaynaklanan iki nehrin yüzde 60'ını komşu ülkelere bırakıyor ve bu miktarın yüzde 70'inin Basra Körfezi'ne döküldüğü belirtiliyor.

Daha önce de Suriye ve Irak ile yapılan su anlaşmaları sayesinde Türkiye'nin hiçbir dönem komşu ülkeleri mağdur etmediği bilinen bir gerçek. Oysaki Suriye kendi topraklarından kaynaklanan Asi Irmağı'nın suyunun bir kısmını Türkiye'ye bırakmayı taahhüt etmesine karşın, bugün bu ırmaktan Türkiye'ye neredeyse su bırakılmıyor. Dahası Türkiye'den kaynaklanmayan Meriç Irmağı'nın kullanımında Yunanistan ve Türkiye arasında sorun yaşanırken AB bu konuyu gündeme getirmiyor.

Konu Irak'ın su kullanımı olduğunda, bu ülkede yaşanan su sıkıntısının başka bir nedeni daha bulunuyor: işgal. Irak'ın sulama sistemi Saddam Hüseyin dönemine göre kötüleşmiş durumda. Birçok sistem atıllaşırken bu konuda herhangi bir yatırım yapılmadı. ABD işgali sırasında bu sistemlerin ya da sistemi çalıştıran elektrik santrallerinin birçoğu işlemez hale geldi. Son olarak önemli bir tarım bölgesi olan Diyalalı çiftçiler, sulama sistemini çalıştıracak elektrik bile bulamamaktan dolayı şikayetlerini dile getirmişlerdi.

İsrail'in su politikası nedeniyle Ürdün ve Filistin mağdur iken, AB sadece İsrail'in yerleşim adı altındaki işgali genişletmemesini istiyor. Gazze'de yaşanan su sıkıntısı Birleşmiş Milletler Kalkınma Ajansı tarafından raporlanmasına rağmen, bu konu AB İsrail ilişkilerinin gündem maddesi olmadı.

Suyu emperyalist ülkeler israf ediyor
Dünya Sağlık Örgütü standartlarına kişi başına günlük ortalama kentsel su tüketimi 150 litre olarak belirlendiği halde, bu miktar emperyalist ülkelerde ortalama olarak 266 litreye ulaşıyor. Ancak Afrika'da bu oran 57 litreye kadar düşüyor ve AB ülkeleri bu konuda da herhangi bir adım atmış değil. Dünyada kullanılan suyun yüzde 85'ini toplam nüfusun yüzde 12'si harcıyor. Avrupa’da ortalama su kullanımı 200–300 litre/gün ve Amerika Birleşik Devletleri’nde 575 litre/gün olmasına rağmen, kalkınmakta olan ülkelerde yaşayan halkın beşte biri insan hakkı olarak kabul edilen en az 20 litre/gün suya ulaşamamakta. Bütün bu verilere karşın, suyun ticarileştirilmesi veya egemenlik haklarına karşı koz olarak kullanılması "akılcıl kullanım" adı altında meşrulaştırılmaya çalışılıyor. AB raporlarında sıklıkla "su kıtlığı çatışmlara yol açabilir" senaryolarına yer veriliyor, ancak akılcıl kullanım yalnızca üçüncü dünya ülkelerinin su kullanımı konusunda gündeme geliyor, batılı ülkelerin su israfı ise gündeme giremiyor.

En büyük tehlike: özelleştirme
Su için mevcut en büyük tehlike, suyun bir temel hak olmaktan çıkarılıp metalaşması. Su kıtlığını akılcı kullanım adı altında ticarileştirmeye çabalayan Dünya Su Forumu'nun İstanbul'da düzenlenen 5. zirvesinde de "özelleştirme" çağrısı çıktı. Ancak Bolivya örneği suyun özelleştirilmesinin suyun israfını da beraberinde getirdiğini gösteriyor. Bolivya'da suyun özelleştirilmesinin ardından imtiyaz hakkını ele alan şirket su fiyatlarını yüzde 200 arttırmış, asgari ücretin aylık 100 dolar olduğu bir ülkede faturalar 20 dolara ulaşmıştı. Üstelik imtiyaz sahibi şirket kovulmadan önce halkın yağmur suyu biriktirmesini de yasaklattırmıştı.

Suyun yönetimi önemli bir rant kaynağı potansiyeline sahip. Dünya Bankası raporlarına göre dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5'i suyu uluslararası şirketlerden aldığı halde, bu şirketlerin ticari gelirinin dünya petrol ticaretinin yıllık hacminin yarısına ulaştığı belirtiliyor. Dünya Bankası'nın tahminlerine göre dünya su ticaretinin toplam hacminin 1 trilyon dolar.

Türkiye Fırat ve Dicle'yi AB ve İsrail'e teslim ederken, hem kendi hem de Irak ve Suriye'nin geleceğini AB'nin inisiyatifine terk etmiş ve yaşamsal bir kaynağın bölge halklarına parayla satılmasının da önünü açmış oldu.

Ali Örnek (soL)