Ergenekon ve Balyoz gibi son yılların en önemli davaları "dijital deliller" üzerine kurulu bulunuyor. Bu "deliller"in ise sahte olduğu birer birer ortaya çıkıyor. Hukukun egemen olduğu bir ülkede bu davaları yürütenlerin sahte delil üretmekten yargılanması gerekiyor.
AKP iktidarı döneminin ülkeyi derinden sarsan Ergenekon ve Balyoz gibi siyasi davaları, yeni ve reddedilemez karşı kanıtların ortaya çıkarılmasıyla her geçen gün daha da batağa saplanıyor. Yüzlerce kişinin sanık sandalyesine oturtulduğu, uzun süreler tutuklu bulunduğu söz konusu davalar, uluslararası ve iç hukukta ancak "destekleyici" olabilen, asla aslî delil olarak değerlendirilmeyen "dijital deliller" üzerine oturuyor. Dijital delillerin sahteliği ise bağımsız bilirkişilerin hazırladığı raporlarla bir bir kanıtlanıyor.
Emniyet hem "ele geçirmiş" hem de "yazmış"
Balyoz Davası'nın İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dün görülen 52. duruşmasında, tutuklu sanık emekli Albay Hakan Büyük'ün Eskişehir'deki evinde ele geçirildiği iddia edilen taşınabilir flash belleğe ilişkin teknik rapor mahkemeye sunuldu. Hakan Büyük'ün avukatlarının talebi üzerine Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ufuk Çağlayan'ın hazırladığı 22 Kasım 2011 tarihli bilirkişi raporu, güvenilirliği dibe vurmuş davanın sahte deliller üzerine kurulduğunu bir kez daha belgeledi.
Tutuklu sanık Büyük'ün, içeriğiyle ikinci ve üçüncü Balyoz davalarına dayanak oluşturan flash belleğin kendisine ait olmadığını belirtmesi bir yana, söz konusu teknik rapor, flash belleğin içindeki dokümanların Emniyet'in ilgili birimlerince oluşturulup değiştirildiğini kesin bir biçimde ortaya çıkardı.
Teknik rapordan özetle anlaşılan, flash bellek üzerinde Şubat 2011 ve Haziran 2011 tarihlerinde yapılan Emniyet "incelemeleri" sonrası hazırlanmış iki ayrı rapor arasında, dokümanların yazarı, oluşturulma tarihi ve dosya yolları ile ilgili çelişkiler olduğu, dokümanların, ilk incelemenin yapıldığı Şubat 2011 tarihindeki durumu esas alınsa bile, veriler kendi kendine değişemeyeceği için, Haziran 2011 tarihli ikinci incelemenin birincisiyle çelişik veriler içermesinin, dokümanlarla kesin bir şekilde oynandığının göstergesi olduğu...
Sonuç: Delil olarak ortaya sürülen, içeriğiyle ikinci ve üçüncü Balyoz davalarına dayanak oluşturan, emekli Albay Hakan Büyük'e ait olduğu iddia edilen flash bellekten elde edilen dijital deliller tamamiyle sahte...
Emniyet tarih sürçmesi de yaşamış
Tutuklu sanık emekli Albay Hakan Büyük'ün evinde bulunduğu iddia edilen flash bellekteki, "Bilvanis Çiftliği/Eskişehir/Ek-A 926 Teklifler.doc." dosya yolunda yer alan bir dokümanın içeriğinde, 15 Haziran 2005 tarih ve 5365 Sayılı Yasanın 7. maddesi bulunan bir kanun tasarısı taslağının yer alması ile bu dokümanın oluşturulma ve son kayıt tarihlerinin 2003 yılı olması mümkün müdür? Peki, içeriğinde 12 Mayıs 2009 tarihine ait bir gazetenin scan edilmiş gorüntüsü olan dijital bir verinin oluşturulma tarihi 19.04.2007 olabilir mi?
Ergenekon ve Balyoz davaları için özel olarak yapılandırılmış Yargıya, yandaş medya ve AKP yandaşlarına göre, mümkün... Emniyet'in gelişmelerdeki payı açısından bakıldığında, dijital materyaller ellerinde olduğu ve kendilerinden başkasının materyallerdeki içeriği değiştirme şansı olmadığı dikkatlerden kaçırıldığı, sorgulanmadığı sürece, haydi haydi "mümkün"...
Ama bağımsız bilirkişi Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ufuk Çağlayan'ın teknik raporuna, dijital konulara aşina sıradan insanlara ve aslında en basit mantıksal akıl yürütmeye göre ise, mümkün değil...
Emniyet'in flash bellekteki dokümanları "kurgularken" yaptığı komedi denecek türden tarih yanlışlıklarının daha önce pek çok benzeri yaşandı.
Bilindiği üzere, Balyoz Davası'nın ana kanıtlarını dijital belgeler teşkil ediyor. Balyoz Davası kapsamında 184'ü tutuklu 224 emekli ve muvazzaf askerin yargılanmasına gerekçeleri arasında gösterilen, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Müdürlüğü'ne baskın düzenleyen özel yetkili Ergenekon savcısı Fikret Seçen'in "şüphelendiği" parke taşlarını kaldırtmasıyla "ele geçirilen" çuvallardan çıkan dijital "deliller" ise birçok çelişki barındırıyor. Bu dijital belgelerdeki zamansal çelişkiler, davanın 1 numaralı ve tutuklu sanığı, eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın kızı Pınar Doğan ile damadı Dani Rodrik'in blogu "cdogangercekler.wordpress.com"da bu konuda yayımlanan yazılar, belgelerin şüpheye yer bırakmayacak şekilde "kurgulanmış" olduğunu ispatlıyor.
"Sehven" olayı ve dijital deliller nasıl delil olur?
İkinci Ergenekon Davası sanıklarından Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin gözaltına alınırken el konulan cep telefonuna, Emniyet'in "sehven yaptık" itirafında bulunmasını zorunlu kılan bir "müdahale", cep telefonunun ilk incelemeden sonra konulması gereken mühürlü torbaya konulmadığını kanıtlamış Emniyet'in Ergenekon ve benzeri davalardaki sanıklara ait materyallere ne denli kolay ulaşabildiğini, sanıklar hakkındaki suçlamalara dayanak teşkil eden dijital verilerin gayet rahat koşullarda oluşturabileceğini gözler önüne sermişti.
Olay hatırlanacağı gibi şöyle olmuştu: İkinci Ergenekon Davası'nın tutuklu sanıklarından Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin telefonuna İstanbul Emniyeti'nde sonradan dinci Hizb-ut Tahrir örgütü üyesi Mahmut Oğuz Kazancı'nın telefon rehberine ait 139 adet telefon numarası yüklendiği, Çelebi'nin cep telefonunun poliste 1 dakika 23 saniye usulsüz açıldığı bilirkişi raporuyla saptanmış, Organize Suçlar Şube Müdürlüğü mahkemeye gönderdiği yazıda bu olayın "sehven" gerçekleştiği iddiasında bulunmuştu. Bu olay, "Ergenekon" operasyonunda polisin sahte kanıt ürettiği yolundaki ciddi kuşkuları doğrulamıştı.
Yargılama gerekçesi olarak sunulan dijital delillerin nasıl yaratıldığına ilişkin bir başka örnek ise yine Balyoz Davası'ndan...
Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığı, Gölcük Donanma Komutanlığı'nda Ergenekon savcısı Fikret Seçen tarafından 6 Aralık 2010 tarihinde "ele geçirilen" 5 numaralı hard diske ilişkin askeri bilirkişilere hazırlatılan rapor sonucunda, 943 dosya ve 114 klasörün 5 numaralı hard diske sonradan eklendiğinin anlaşıldığını açıkladı. Açıklamada, 3 ve 5 numaralı sabit hard diskin İsth. Bçvş. Erdinç Yıldız ve İsth. Bnb. Kemalettin Yakar tarafından kullanıldığı, bu iki personel haricinde anılan hard disklere erişim imkanı bulunmadığı, 3 ve 5 numaralı hard disklerin kullanımına 28 Temmuz 2009'dan itibaren son verildiği, söz konusu disklerin aramanın yapıldığı 6 Aralık 2010'a kadar imha edilecek diğer malzemelerle birlikte İKK kısım amirliğindeki dolaplarda, kimi zaman da yer yetersizliği nedeniyle İsth. Ks. A.liği odasının döşemesinin altında bulundurulduğu belirtildi. Açıklamada şunlar kaydedilmişti:
İncelemede, 5 numaralı hard disk içerisinde normal kullanıcı isimlerinden farklı bir adla kaydedilmiş ve kullanıcı ifadelerinde kendilerine ait olmadığı beyan edilen, görev fonksiyonlarıyla bağlantısı olmayan toplam 943 dosya ve 114 klasör tespit edilmiştir. Teknik veriler ile desteklenen bilgilere istinaden tamamının 5 numaralı hard diske 28 Temmuz 2009 sonrasında kaydedilmiş olduğu değerlendirilen bu dosya ve klasörler 'manipülatif' olarak nitelendirilmiştir. 5 numaralı hard disk imajında yer alan bu 'manipülatif' dosyalar içinde, iddianame ve ek klasörlerinde yer alan 'SUGA' ve 'ORAJ' harekat planlarıyla ilintili olduğu izlenimi veren 144 adet dosya tespit edildi.
"Dijital deliller"i olmasa ne yapacaklardı?
Ergenekon davaları ile Balyoz Davası'nda inandırıcı olması için çok uğraşıldığı halde her yerinden dökülen "dijital delil" vakıalarına rağmen, operasyonların başını çekenlerin sahte delil üretmekten yargılanmaları gerekirken, toplumun genelinin fazla bilgi sahibi olmadığı bir uzmanlık alanını ilgilendirmesi nedeniyle, bir süre daha "idare edilecek" gibi görünüyor.
Ergenekon davalarından sonuncusu olan Odatv Davası ise AKP iktidarı dönemi Emniyet ve Yargısının "dijital delil" teröründe başka bir yöntemin kullanıldığı bir örnek olarak kadraja giriyor. Toplumun büyük bir bölümü, sahte dijital verilerin kolaylıkla yaratabileceği ve internet ağına bağlı bir bilgisayara dışarıdan gönderilebileceği bilgisine sahip olmaması nedeniyle, sanıkların, bilgisayarlarında ele geçirildiği iddia edilen dijital belgelerin virüslü e-posta yoluyla gönderildiği yönündeki iddialarının mahkeme tarafından dikkate alınmaması, şimdilik, yaygın bir muhalefetle karşı karşıya kalmıyor.
(soL - Haber Merkezi)