Cumhuriyetin enkazı üstünde tepinmek

soL yazarı Aydemir Güler, Dersim tartışmalarından hareket ederek solun, Türkiye'nin geçmişten bu yana içerdiği ağır ayrımcılık ve adaletsizlik örneklerinin bugün nasıl ele "almaması" gerektiğini yazdı.

Kimin niyetinin ne olduğunu bilemem. Niyet okuyuculuğu hoş bir meslek değil ve ben “Cumhuriyetin enkazı üstünde tepinme” stratejisine örnek verdiğim kişilerin bazılarının iyi niyetli olabilecekleri olasılığını yok saymak istemem.

Konumuz, Türkiye'nin geçmişten bu yana içerdiği ağır ayrımcılık ve adaletsizlik örneklerinin bugün nasıl ele alınması, daha doğrusu nasıl ele alınmaması gerektiği.

Son güncelleme Dersim katliamı ile yapılmıştı. Dersim'in kendine özgü bir kimlik sahibi olmasının yanında yaptığı güçlü Alevilik çağrışımı ve buna eşlik eden Kürtlük çağrışımı, konuyu merkeze kaçınılmaz olarak oturtuyordu. Hele, geleneksel ayrımcılık nedeniyle az bulunur bir durum olarak, ana muhalefet partisinin genel başkanı da Dersim'liyken... Hoş Kemal bey oraların bir Türkmen vatanı olduğunu düşünüyor, ama geçelim.

Dersim trajedisi Türk sağının marifetidir. 1937 ve 1938'de Türkiye'de sağın iktidarda olduğu açıktır. O yıllarda ülkenin tek solu dönemin TKP'sidir! Tayyip Erdoğan'ın edepsizliklerinden kendine vazife çıkartmayı iş edinen ve her defasında nedense terk etmesinin üstünden yirmi yıldan fazla zaman geçen “tarihi TKP'nin son genel sekreteri” ünvanını çekmeceden çıkartmayı unutmayan soy ismiyle müsemma Yağcı da Dersim'den özür diledi.

Dersim gerçeği üstünden (de) sömürü düzenini sorgulamaya itiraz edecek değilim. Ne itirazı bu tam da solun işi.

Ama bunu yaparken AKP tarzı demagojiyi ihmal edenlerin solculuk ve halkçılık açısından iyi niyetlerini sorgulamak gerekebilir. “AKP tarzı demagoji” dediğimizde liberal solcular, Kürt ulusalcı-solcuları, devrimci demokratların önemli bir kısmı anlamazdan gelirdi. Ufuk Uras'ın geçerken, Öcalan'ınsa taammüden Ergenekon'da adlarının anılması, Dink cinayetini örtbas etme çabaları bile yetmedi bunu değiştirmeye. Ama Devrimci Karargah, gazeteciler ve KCK operasyonlarından sonra aynı ıslık çalınamıyor. Değişimin tarihi çok da eski değil. 12 Eylül 2010 referandumu hatırlanabilir!

Bu özgün demagoji, AKP'nin gericiliği derinleştirme hamlelerini son derece üstün körü biçimde demokratik bir sosa batırmasından ibaretti.
Dersim'de de yaptıkları, bunun ötesine geçmez. AKP'nin Türkiye tarihinde halka karşı işlenen suçlardan kendini arındırması mümkün değildir.
Demek ki, solcu bunu unutmayacak, bu tuzağa düşmeyecek ve hakikaten sömürü düzenini sorgulamaya hizmet eden işler yapacak!

Dersim gündemi AKP'nin seçim öncesinde açtığı CHP'yi kriminalize etme kampanyasının uzantısı olarak işlev gördü. Bu kampanyaya en çiğ katkıyı koyan “tarihi TKP'nin son genel sekreterliğinden” sonra kariyeri sonlanmayan, TBKP'de sorumluluk üstlenen, bunun ardından kurulan bir parti için ise öyle içinde komünist falan benzeri bir sözcüğün geçmediği, “Çağdaş Demokrasi Partisi” önerisini destekleyen Nabi bey olmuştur.

Başkaları iyi niyetle yanlışa düşmüş, metodolojik bir ilkeyi ihmal etmiş olabilirler.

Tekil bir gündem maddesi, içine yerleştiği bağlamın ona yüklediği anlamla birlikte değerlendirilmek zorundadır. Dersim katliamı kendi başına ancak bir yere kadar tartışılabilir. Bu tartışmanın nasıl bir tarihsel bağlam içinde, ne tür siyasal çıktıların elde edilebileceği bir çerçevede yürütüldüğü, tekil konumuzu kuşatır ve “üst belirler.”

Solun işi olarak bildiğimiz başlıkların AKP tarzı demagoji tarafından tırtıklanmasına izin verilmemelidir. Militarizmin karşıtı soldur zorla asimilasyonun karşıtı soldur dinsel taassubun karşıtı soldur cinsiyet ayrımcılığının karşıtı soldur...

Alevi hareketi, Kürt hareketi, kadın hareketi ve başka alanlar İkinci Cumhuriyette ihya edilmeyecekler. Ama Birinci Cumhuriyet bombardımana tutulurken gericilik bu alanlardan türettiği sloganları kullanmaya kalkabilmekte.

Örnek olsun İkinci Cumhuriyete geçiş kadına baskının bir katliama dönüşmesiyle rastlantısal olarak çakışmıyor. AKP yöneticileri ülkenin gerici dönüşümünün cesaretlendirdiği cinayetlere bakıp “işte bunu değiştireceğiz” derken yalan söylemektedirler. Modernleşmenin kısmi ve çarpık bir yan ürünü olarak geleneksel konumunun ötesine çıkıp sosyalleşen kadının eve sokulması gerektiğini veya ne kadar dışarı çıkabileceğini erkeğin, dine göre belirlemesi gerektiğini söyleyen bizzat Ali Bulaç'tır!

Yeri gelmişken, işgalciliğin de karşıtı soldur.

TBMM'nin sosyalist milletvekillerinden sayılan Ertuğrul Kürkçü'nün dile getirdiği Kıbrıs'ta Türkiye'nin işgalci olduğu görüşü doğrudur ve bu sola ait bir tezdir. Ancak Kürkçü işgalin “Avrupa Birliği veya başkası istediği için yapılmadığını”, sorunun biricik kaynağının Türkiye olduğunu söyleyecek kadar cahil midir?

1974'te adanın bölünmesinin, sonuçtan bakılırsa Kıbrıs'ta solu ve solcu bir seçeneği köreltmeye yaradığı, bu sonucun ise NATO bünyesinde planlandığı, başından beri Türkiyeli, Yunanistanlı, -Rumu ve Türk'üyle- Kıbrıslı bir sol tezdir. NATO üyesi TSK Kıbrıs'taki ilerleyişini her ne hikmetse Britanya Elçiliğini iki kesimin ortasında bırakacak biçimde sonlandırmıştır.

Şimdi suçlunun sadece Ankara'da aranması gerektiği iddiası nereden çıkıyor olabilir, peki?

Genel kamuoyunda sadece işgal kavramının tartışılacak olması, AKP'lilerin bile bu kavrama karşı çıkmaları bu soruyu önemsizleştirmez. Suçlunun Ankara'da üslenmiş Birinci Cumhuriyet olarak saptanmasından çıkacak sonuç ise düzgün bir İkinci Cumhuriyet'in, “yüzleşme” yoluyla bu sicili affettirebileceğinden başka bir şey olamaz...

Diğer yandan, Birinci Cumhuriyetin enkazı üstünde tepinmek de ucuz devrimcilik olmaktadır. Katliamlarla, askeri anayasayla, kadın cinayetleriyle, Kıbrıs'la “yüzleşmek”, bu alçaklık abidelerinin Türkiye kapitalizminin kara siciline ait olduğunu göstermenin, kanıtlamanın, iddia etmenin yanında şaka gibi kalır.

Birkaç yıl önce bir TV programında o dönemin ÖDP Genel Başkanı Uras'a sorduğum soruyu hatırlıyorum:

Solculuk, yapamadığı, gücünün ve cesaretinin yetmediği başlıklarda AKP'yi ileriye zorlamak mıdır yoksa AKP'nin yapmak istediklerine engel olmak için karşısına dikilmek mi?

Birinci Cumhuriyet yıkıldıysa soruyu biraz değiştirmek zorundayız:

Solculuk, sadece tarihsel ilerleme değil aynı zamanda bin bir acının sorumlusu bir kapitalist sömürü düzenine denk düşen Birinci Cumhuriyet'in enkazı üstünde tepinmek midir yoksa sosyalizmi İkinci Cumhuriyet'in alternatifi olarak yükseltmeye çalışmak mı?

Aydemir Güler