Bir ‘Türk Baharı’ndan söz edilebilir mi?

Halk, Gezi Parkı’nı yıkacak olan küreği almış, uyumlu İslam rejiminin temeline indirmiştir. Gezi Parkı eylemlilikleri, iktidarın 10 yıllık politikalarına herhangi bir reaksiyon göstermeyen toplumun, tüm bu politikaları kusması anlamına gelmektedir.

Burak İyiekici -soL

Taksim Gezi Parkı’nda süregelen eylemler, bazı uluslararası medya kuruluşlarında “Türk Baharı” olarak tanımlanmakta ve Ortadoğu’dan sonra Türkiye’ye de sıçrayan bir halk hareketi olarak değerlendirilmektedir. Ancak Ortadoğu’daki eylemliliklerin vardığı nokta bütünsel açıdan ele alındığında, “Arap Baharı” nitelendirmesinden türetilen böylesi bir iddiaya ihtiyatlı yaklaşılması gerekmektedir.

Bugün ülkemizdeki gelişmelerin bir “bahar” olup olmadığını söyleyebilmek için, öncelikle bu adlandırmayı ortaya atan kesimlerin “bahar” olarak gösterdiği gelişmelerin ne olduğunu tespit etmek gerekir. Bilindiği üzere Ortadoğu coğrafyasında önce Tunus’ta başlayan, ardından Mısır ve Libya’ya yayılan başkaldırı eylemleri, son olarak Suriye’de kendisini göstermiştir. Ancak uluslararası güçler ve medya tarafından “bahar” olarak tariflenen bu süreç, topyekûn biçimde değerlendirilme olanağı taşımamaktadır. Örneğin, Tunus ve Mısır’da, alt sınıfların mevcut ekonomik sisteme yönelik tepkileri, örgütsüz ve programsız bir halk hareketi niteliği taşımıştır. Ancak uluslararası sermayenin ve devletlerin –özellikle ABD’nin- müdahil olması ve devreye Müslüman Kardeşler’i sokması sonucunda, sistem karşıtı toplumsal dinamizm sistem içi bir özne önderliğinde eritilmiştir. Buna karşın Libya ve Suriye’de ise başından beri uluslararası güçler ve emperyalizm destekli örgütlenmeler “özgürlük savaşçıları” olarak tanımlanmış, Libya’da doğrudan NATO müdahalesi ile Kaddafi indirilip linç edilirken, Suriye’de henüz “başarı”ya ulaşılamamış ve dış destek, Libya’ya göre daha örtülü biçimlerde ÖSO’ya sunulmuştur. Sonuç olarak, anılan üç ülkedeki isyanlar yönlendirilerek, hem rejim tahkim edilmiş hem de uluslararası kapitalizmle çok daha barışık uyumlu İslamcı iktidarlar iş başına geçirilmiştir. Suriye’nin akıbetini ise ABD-İsrail ve Türkiye destekli ÖSO’cu militanlarla Esad arasındaki güç dengesi belirleyecektir.

Yukarıdaki söylenenler toplandığında, “Arap Baharı” olarak çağırılan dönüşümlerin, İslamcı bir karakter taşıdığı ve uluslararası kapitalizmle daha yalın ve geçirimsiz ilişkilerin tesis edildiği bir tarihsel anı işaretlediği görülmektedir. Bu noktada temel argümanımız, “Arap Baharı”ndan esinlenerek oluşturulan “Türk Baharı” deyiminin 2013 yılı için kullanıldığında anakronik bir deyim olduğudur. Zira bu anlamda bir “bahar”dan söz edilecekse, “bahar”ın ülkemize 3 Kasım 2002’de geldiğini ve bu anlamıyla Ortadoğu’da iktidar değişimlerine bir model ve çerçeve oluşturduğu ısrarla vurgulanmalıdır.

Son bir aydaki gelişmeler AKP iktidarının yaşadığı sıkışmayı derinleştirmiştir. Öncelikle Reyhanlı saldırısının failleri konusunda uzun saatler boyunca argüman üretemeyen AKP kadroları, buldukları delillerle de halkı ikna edememiş ve saldırının sorumlusu olarak ön plana çıkmıştır. Hemen ardından Erdoğan’ın gerçekleştirdiği ABD ziyareti fiyaskoyla sonuçlanmış ve ABD, AKP’yi frenleyerek kulağını çekmiştir. Aynı zaman zarfında F. Gülen’in bir grup gazeteciyle yaptığı toplantıda “Erdoğan güç zehirlenmesi yaşıyor” demesi de, cemaatin iktidar olanaklarından saf dışı bırakılmasına yönelik bir tepkisi olarak okunabilir. Yine Haşim Kılıç’ın alkol yasağına ilişkin eleştirel sözleri de, AKP’nin güvendiği bir başka dağa kar yağmasına neden olmuştur. Sonuç olarak AKP, 2011 seçimleri sonrası mutlak olmasa bile tedrici biçimde bir yalnızlığa düşmüş bulunmaktadır.

Bütün bu süreçte, Gezi Parkı eylemlilikleri, iktidarın 10 yıllık politikalarına herhangi bir reaksiyon göstermeyen toplumun, tüm bu politikaları kusması anlamına gelmektedir. Zira göstericilerin elindeki içki şişeleri, doğruluğu yanlışlığı bir yana, halkın yaşam tarzına karışılmasına yönelik birikmiş tepkisinin bir sonucunu simgelemektedir. Gösterilerdeki katılımcıların profili, sloganları ve pankartları da göz önüne alındığında, bunun Ortadoğu’dakine benzer biçimde İslamcı rejimin konsolidasyonuna evrilmesi olanaklı gözükmemektedir. Kuşkusuz burada halk direnişinin karakteri olduğu kadar yerli sermayenin tutumu, emperyalist odakların tavrı ve sol/sosyalist örgütlerin müdahaleleri de belirleyici olacaktır. Sonuç olarak şunu söylemek gerekir ki, halk, Gezi Parkı’nı yıkacak olan küreği almış, uyumlu İslam rejiminin temeline indirmiştir. Bu rejimin daha da oturaklaşması anlamına gelecek olan başkanlık sistemi vb. uygulamaları da şu an de facto iptal edilmiştir, ancak rejimin geriletilmesi ya da çökmesi ortaya çıkacak politik yönelişlere ve örgütlülüğe bağımlı olacaktır. Bu haliyle toplumsal kalkışma, “bahar” deyiminin sahipleri tarafından bahar niteliği taşımamaktadır.