AKP’nin yükseliş ve çöküş hikayesi I: Bölgesel liderden, savaş suçlusuna

Ortaya çıkışı gibi çöküşü de sıradışı bir biçimde gerçekleşen bir iktidar AKP. Bugün AKP'nin çöküş sürecinde iç ve dış boyutların iç içe geçtiği görülüyor. Kurulurken de bunun böyle olduğunu asla unutmamak gerek.

Volkan Algan - soL

AKP’nin 2002’den başlayarak bugüne kadar süregelen hali ile siyasi ömrünü tükettiği, gerek uluslararası gerekse ulusal ölçekte genel kabul gören bir tespit. 4 gün sürecek bu yazı dizisiyle amacımız, bu sıradışı partinin iktidara geliş ve gidiş sürecini, hem iç hem de dış dinamikleri birlikte ele alarak değerlendirmek. Elbette çok boyutlu bu olağanüstü süreci tüm ayrıntıları ile almak gibi bir iddiamız yok. Eksik bıraktığımız birçok noktanın olduğunu biliyoruz.

Temel tezimiz şu: AKP iktidarı, Türkiye içinde 1990’larda başlayan restorasyon sürecinin kendisine hazırladığı müsait ortam ile, ABD’nin Ortadoğu’da yeni bir statüko şekillendirmeye yönelik projeksiyonunun çakışmasının yarattığı muazzam olanağın ortaya çıkardığı bir olağanüstü dönemin ürünüdür. Gidişi ise farklı şekilde halk faktörünün doğrudan belirleyen olduğu ülke içi dinamikler ve uluslararası planda ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik planlarında kaybetmesinin çakışma koşulları ile doğrudan ilgilidir.

AKP’nin yolun sonuna geldiği fikrinin genel kabul haline gelmeye başladığı bugünlerde yaşanan gelişmeler de gösteriyor ki, Yalçın Küçük’e atıfla diyecek olursak “AKP’nin çözülüşü kuruluşunda saklı.” O halde bugün geçmişe yeniden bakmanın, AKP’nin gidişini sevinçle karşılayan bizler için bu sürecin iç ve dış olmak üzere çok katmanlı boyutunu kavramak ve bundan sonra karşılaşılabilecek tehlikelerin önünü almak için hayati önemi olduğu açık.

Reel sosyalizm sonrası düzenleme
AKP denince bu partinin iktidara gelme sürecini 28 Şubat’tan başlatmak neredeyse genel bir kural haline geldi. Birçok açıdan bunun isabetli bir tercih olduğu söylenebilir. Bir dönüm noktasını işaretlemek adına biz de 28 Şubat’ı kabul ediyor olsak da, 28 Şubat’ın hangi zemin üzerinde şekillendiğini anlamak açısından biraz daha geriden, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından başlamakta fayda var.

Reel sosyalizmin çözülmesi sonrasında dünyada dengelerin yeniden tasnif edilme süreci, iç politikası yüzyıldan fazla süredir çokça dış politikasına bağlı olan Türkiye’nin de payını alacağı ciddi bir restorasyonu beraberinde getirdi.

Restorasyonun zirvesi
Bugünden geriye bakınca AKP hükümetinin iktidar yıllarının bu restorasyon sürecinin zirvesini oluşturduğunu görüyoruz.

Sovyetler Birliği sonrası dünyada yeni bir hegemonya kurulması sürecini daha uzun tartışmak gerekeceğinden sona bırakırsak, AKP döneminde hiçbir hükümetin yapamadığı kadar büyük bir özelleştirme ve neoliberal dönüşüm gerçekleştirilirken, ekonomi büyük oranda dışarından sıcak para girişine dayalı hale getirildi, emek üzerindeki baskı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir seviyeye yükseldi.

Başta TSK olmak üzere eski dönemin kadrolarının tasfiyesi çok büyük bir şiddetle gerçekleştirilirken siyasal ortam bu süreçte tarihinde eşine az rastlanacak şekilde hükümet tarafından terörize edildi. Bu süreçte yaşananların ayrıntılarını ve sonuçlarını daha sonra tartışcağız.

Yeni hegemonyanın kurulması açısından kritik başlık dış politika olacak ve AKP döneminin dış politikasını tartışırken periyotlara ayırmak gerektiğinden bu ileriki bölümde daha ayrıntılı incelenecekse de, hemen şunu vurgulamakta fayda var, AKP’nin bu alanda kıblesi tüm riskli adımlarına rağmen, her zaman ABD olmuştur. ABD’nin Ortadoğu’da giriştiği ve büyük bir hüsranla son bulan operasyonuna AKP’den başka hiçbir hükümetin bu kadar fütursuzca ve istekli ortak olmaya çalışmayacağını da söylemek mümkün. Zaten iktidara geliş sürecinde bu ülkeden aldığı inanılmaz desteğin arkasında bu yatıyor. Türkiye’nin devletli dış politikasının sınırlarını zorlayan Yeni Osmanlı rüyalarının ne kadar büyük bir risk içerdiğini görmek, bu süre zarfında girilen maceraları düşününce, zor değil. Öyle ki bu perspektif, AKP’nin iktidara gelişindeki büyük rolü kadar, sonunu hazırlayan nedenlerden de biri olacak. AKP için başka bir seçeneğin olmadığını söylemek ise yanlış olmayacaktır.

AKP'ye serilen kırmızı halı
28 Şubat’a geri dönecek olursak, bu operasyon böylesi bir restorasyon sürecinin kritik bir dönemeci, sonuçları bakımından da, müdahaleyi gerçekleştirenlerin niyetlerinden ve öngörülerinden bağımsız olarak, AKP’nin önüne kırmızı halı sermekten başka bir sonuç vermeyen bir uğrak olarak tarihe geçti.

AKP’nin özellikle iktidara ilk geliş sürecinde “istikrar” vurgusunu sıkça yaptığı biliniyor. Bunun birçok açıdan haklı nedenleri olduğu ve halkta gerçek bir karşılığının bulunduğunu unutmamak lazım. Çünkü 90’lı yıllar gerçek anlamda istikrarsızlık yıllarıdır. Dünya çapında yaşanan Sovyet sonrası geçiş döneminin Türkiye’deki yansıması beceriksiz koalisyon hükümetleri, sosyalizmin çözülmesi ve solun ülke siyasetinde geri plana düşmesi sonrasında artık yük haline gelen kontgerilla örgütlenmelerinin hukuk tanımaz mafyatik terörü, Kürdistan’da şiddetin zirve yaptığı bir iç savaş, özellikle varoşlarda solun boşalttığı alanı dolduran siyasal İslam’ın palazlanması, ekonominin neoliberal dönüşümünün emekçilere hayatı zehir eden faturası oldu.

AKP sağda tekleşti
AKP’nin iktidara gelme sürecinde en büyük avantajlarından bir tanesi, arkasına, 90’lar boyunca yükselen ve 28 Şubat ile hem aşırılıkları budanan hem de boynuna gururla taşıyacağı bir “mağdur madalyası” takılacak olan siyasal İslam’ın mirasını alması ve merkez sağ partilerin bu yıllar boyunca bir bir enerjilerini tüketerek halkın gözünde bitmiş olmaları oldu. AKP “sağ” gibi Türkiye’de büyük oy potansiyeli taşıyan bu kulvarda, kendini tek başına buldu.

90’lı yıllarda sırasıyla önce ANAP, sonra da DYP’nin at koşturduğu merkez sağ, bu partilerin fütursuzca uyguladığı serbest piyasa ekonomisi, sosyal devletin tasfiyesi, engellenemeyen enflasyon, işsizlik ve yolsuzluk skandalları yıllar içinde bu partileri eritince sahipsiz kaldı. Buna eşzamanlı Refah Partisi oylarını artırırken, 28 Şubat ile gelen darbe sonrası bu partinin önünün kesilmesiyle, sonrasında AKP’yi kuracak olan bu partinin yenilikçi kanatı sağ seçmeni kucağında bulacaktı.

AKP’nin 2001 krizi sonrası iktidar olması, sağlayabildiği siyasi istikrar ve serbest piyasa konusunda ANAP ve DYP’yi de aşmasına rağmen hem onlardan farklı bir siyasi gelenekten gelmesi nedeniyle halkçı popülizminin halk nezdinde daha inandırıcı olması hem de sosyal devleti çözmesine rağmen cemaatler aracılığı ile kurduğu “yardım-sadaka” çarkı, sağ seçmeni uzun yıllar AKP’ye bağlamak için yetecekti.

Öyleyse 28 Şubat operasyonunun hangi başlıklara müdahale amacıyla yapıldığını artık söyleyebiliriz. Sovyet dönemi sonrası Türkiye’nin yeni statükoda bürüneceği yeni rol, Soğuk Savaş artığı olan ve Kürt savaşının yarattığı ortam ile ülkeyi istikrarsızlaştıracak kadar başına buyruk davranan kontrgerilla kadroları, siyasal İslam’ın sermayeyi de tedirgin eden yükselişi.

En önemli durağı 28 Şubat’ı da içine alan restorasyon yıllarında tüm bu başlıklara dokunularak AKP’nin dikensiz gül bahçesi hazırlanacaktı. Siyasal İslam’ın silahlı radikal unsurları çökertilirken, legal temsilcisi RP 28 Şubat sürecinde siyasal arenadan tasfiye edildi, devrimci demokrasinin üzerine şiddetle gidilerek silahlı sol muhalefet budandı, soğuk savaş döneminin kontrgerilla artıkları tasfiye edildi, Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi ile sürekli bir kriz başlığı olan Kürt savaşı farklı bir boyuta çekildi (bu operasyonun sonuçları bugün ortada).

Yapılan alan temizliği, Türkiye tarihinde hiçbir partiye kısmet olmayacak kadar uygun ortamı AKP’nin iktidar olması için hazırlamış oldu istikrarsızlık unsurlarından arındırılmış bir siyasi ortam, merkez sağın erimesi ile sahibini arayan sağ seçmen, 2.’sini kurmak adına devlette gereken yapısal dönüşümü sağlamak için 1. Cumhuriyet’e düşman gerici bir gelenekten gelen ve sonuna kadar sermaye yanlısı uygun kadroların getirdiği avantaj ve 11 Eylül sonrası ABD’nin bir numaralı düşman ilan ettiği radikal İslam karşısında Ortadoğu’da “uyumlu İslamcı” bir müttefike duyulan ihtiyaç.

Dış politikada yeniden yapılanma
Reel sosyalizmin çözülmesi sonrası Türkiye’nin en büyük kriz başlıklarından bir tanesi, yıllardır sürdürdüğü dış politikanın artık geçersizliğinin ortaya çıkması oldu. Sovyet tehlikesine karşı emperyalizmin bölgedeki uç beyliği rolüne alışık Türkiye, bundan sonra ne yapacaktı? Zira çok övündüğü ve en büyük pazarlık unsuru olan TSK’nın, NATO üyeliğinin, kendisine verilen dış desteğin tüm anlamı, bölgedeki bu işleviydi.

Türkiye tarihinde Dışişleri (Hariciye) Osmanlı’dan itibaren devletin en önemli kurumlarının başında gelir. Yarım yüzyıldan fazla bir süredir emperyalizmin uç beyliği görevini sürdüren Türkiye’nin siyasi geleneği gereği dış politika partiler üstü, hatta hükümetlere emanet edilmeyecek kadar devletli bir şekilde sürdürülmekte, ülkenin günlük siyasi tartışmalarından ayrı tutulmakta. Dışişleri Bakanlığı bu nedenle hükümetler üstü bir konumda, devletin en nitelikli kadrolarının yer aldığı bir kurum olarak bilinir. Öyle ki burada siyaseti hükümetlerden çok, ABD ile temas halindeki bürokratlar belirler. Bunlar emperyalizme göbekten bağlı Türkiye büyüklüğünde ve öneminde bir ülke için kaçınılmaz olsa da bilinen şeylerin hatırlatılmasında, hem Türkiye’nin Sovyetler sonrası değişen küresel dengeler gereği içine düştüğü boşluğu anlamak hem de AKP’nin yıllarca hangi ne kadar tehlikeli bir alanda dans ettiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır.

Bu yeniden yapılandırma sürecinin kabaca üç ayağı oldu 1) Soğuk Savaş sürecinde şekillenen kamplar itibariyle ülkelerin aldıkları pozisyonlar ve yeni statükonun kurulması, 2) neoliberal dalganın gerektirdiği ekonomik dönüşüm, 3) eski dönemin artık pürüz çıkarmaktan başka anlamı kalmayan kadrolarının tasfiye edilmesi.

Bu başlıklarda yaşanacak dönüşümlerin, yöntemi, şiddeti, hızı ve sonuçları farklı olmakla birlikte birçok ülke için hayata geçirilmesi zorunlu olacaktı.

AKP'NİN YÜKSELİŞ VE ÇÖKÜŞ HİKAYESİ BÖLÜM II: Yeni Amerikan Yüzyılı, BOP ve AKP