AKP'nin 10 yıllık iktidarında kritik süreçler: Davalar!

AKP’nin 10 yıllık iktidarı binlerce insanı kapsayan operasyonel davalar, soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalar barındırıyor. Gizli tanıklar, isimsiz ihbarlar, dijital deliller, üretilmiş deliller eliyle binlerce “terörist” yaratan AKP, 12 Eylül’le hesaplaşmak bir yana sürdürücüsü ve mirasçısı olduğunu ortaya koyuyor.

3 Kasım 2002’de başlayan AKP’nin 10 yıllık sicili gizli tanıklar, isimsiz ihbarlar, sahte dijital veriler, üretilmiş deliller eliyle yaratılmış davalar ve binlerce tutsak barındırıyor. AKP iktidarının hedef aldığı kesimler Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargâh, KCK gibi devasa operasyonel davaların sanığı haline getirildi. Ev baskınları, gece yarısı sorguları, üretilen deliller, telefon dinlemeleri, yapılan “sehvenler” ile hukuk, adil yargılanma yerle bir edilerek binlerce kişi “terör örgütü üyesi” haline getirildi.

Devletin içindeki eski kontrgerilla unsurları ile siyasetçileri, aydınları ve gazetecileri aynı torbaya doldurarak kamuoyu önüne çıkartan AKP ve yargı, yandaş medyanın da büyük desteğiyle bütün davaları ve bu davaların temsil ettiği toplumsal kesimleri birbirlerine karşı kullanmayı başardı. Örneğin Devrimci Karargâh ve Oda TV davasında yargılanan eski polis şefi Hanefi Avcı'nın işkenceciliği ortaya atılırken, Balyoz'cuların darbeciliği, Ergenekon'cuların ulusalcılığı ve Kürt düşmanlığı, KCK'lilerin "bölücülüğü" öne sürüldü.

Metin Lokumcu’nun katledilmesi sonucu yapılan protesto eylemlerinden ötürü devrimciler “terörist” suçlamasıyla yargılandı. AKP’nin 10 yıllık iktidarı binlerce öğrenciyi, gazeteciyi, aydını, akademisyeni, yazarı, siyasetçiyi tutsak ederek, “dışarıyı” baskı altına alarak ülkeyi cezaevine çevirirken “darbeyle hesaplaşma” iddiasında olduğu 12 Eylül davasıyla da 12 Eylül’ü akladı, 12 Eylül’ün sürdürücüsü ve mirasçısı olduğunu ilan etti.

AKP iktidarında, muhalefetin Kürt bölmesine düşen dava "KCK" oldu. Diyarbakır’daki Özel Yetkili 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından görülen ilk davada tutuklamalar 14 Nisan 2009 tarihinde başladı. Bu tarihten sonra Türkiye'nin hemen hemen her bölgesinde "KCK" adı altında gözaltılar ve tutuklamalar gerçekleşti ve başta İstanbul olmak üzere birçok kentte başka "KCK" davaları görülmeye başlandı.

Siyasi manipülasyon aracı olarak kullanılan davalar, Türkiye'de 1. Cumhuriyet'ten 2. Cumhuriyet'e geçişin en önemli dayanak noktaları olarak varlığını koruyor.

Ergenekon davası
Ergenekon davası “isimsiz gelen ihbarlar” davası olarak AKP’nin en kapsamlı operasyonel davalarından biri oldu. Ümraniye bombası, Kafes, Poyrazköy, Amirallere suikast, Islak İmza, ÇYDD baskını gibi sarsıcı müdahalelerin yapıldığı Ergenekon operasyonları 12 Temmuz 2006’da yeni kurulan “aloihbar” adlı bir siteye “Piyade Kurmay Yarbay” adıyla bir e-posta gönderilmesiyle başladı.

29 Ekim 1999 tarihinde hazırlandığı belirtilen “Ergenekon çatısı altındaki lobinin belgesi” başlıklı “çok gizli” ibareli yazıda “Ergenekon” adı gizli bir örgütten bahsedildi. Askerin kontrol altında tutacağı birimler yapılandırılmasını hedeflediği iddia edilen davanın temelini Tuncay Güney adında mesleği, kişiliği, ne olduğu tartışmalı olan birinin emniyetteki anlatımları oluşturdu. Ayrıca 12 Mayıs 2001’de Aksiyon dergisinde yayınlanan “Yeniden yapılanmanın aktörü: Ergenekon…” isimli bir lobi belgesi de davanın temelini oluşturdu.

MİT Kontrterör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür’ün Ergenekon soruşturmasına yardım ettiği resmi belgelere de geçti. İddianameye dayanak yapılan ifadelerin sahibi Tuncay Güney ise davanın ne sanığı, ne tanığı, ne müştekisi ne de mağduru oldu.

Siyasi manipülasyon aracı olarak kullanılan davalar, Türkiye'de 1. Cumhuriyet'ten 2. Cumhuriyet'e geçişin en önemli dayanak noktaları olarak varlığını koruyor.

12 Haziran 2007’de İstanbul Ümraniye’de bir gecekonduda çatı arasında, üzerinde askeri mühimmat istif kartı bile yapıştırılmış bir sandık bomba bulundu. Bombalar bir telefon ihbarıyla ele geçirildi. İhbarı değerlendiren Ümraniye Asayiş Büro ve İstanbul Terörle Mücadele Birimi Şubesi polisleri, Ümraniye Savcılığı’nın 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nden aldığı arama kararıyla gecekonduyu bastı. İhbarda belirtildiği gibi tahta sandıkta savunma ve taaruz tipi el bombaları bulundu. Evde bombalara ilişkin tutanak düzenlenmedi, karakolda düzenlenen tutanakların sanki gecekonduda düzenlenmiş gibi gösterildiği ortaya çıktı.

Ergenekon’u başlatan Ümraniye bombalarının bulunduğu gecekonduda hiçbir olay yeri incelemesi yapılmadı. Olay yeri tespit tutanağı, krokisi yoktu. Aramayı gösteren tek bir kare fotoğraf veya video da yoktu. Olay yeri inceleme ekibi gecekonduya sokulmadı, parmak izi incelemeleri için bulunan malzemeler istenildi ve verilmedi. Bombalar karakolda videoya kaydedildi ve ses kaydı yapıldığından haberdar olmayan polislerin aralarında daha Ergenekon soruşturması başlamadan, “Soruşturma Ergenekon olduğu zaman…” gibi cümleler kurdukları ortaya çıktı.

Ardından Ergenekon operasyonları dalga dalga yürütülmeye başladı. Tutuklamalar, baskınlar, aramalar, gözaltılar ile operasyonlar adeta ülkenin gündemine oturdu. Hazırlanan binlerce sayfalık iddianamelerde birçok çarpıklıkların bulunduğu ileri sürüldü, çarpıklıklar defalarca duruşmalarda dile getirildi, gerek hazırlanan bilirkişi raporlarıyla da üretilen delillerin sahteliği belgelendi. “Poyrazköy davası”, “Amirallere Suikast”, “Askeri Casusluk ve şantaj” gibi davalar eliyle de sayısız iddialar üretildi, evlere baskın yapıldı, “delil” diye tanımlanan birçok belgeye el konuldu.

Dilovası, Tükenmez Kalem, Anadolu, Kıskaç, Sokak Lambası gibi gizli tanıklar üretilirken 2008 yılında değiştirilen yönetmelikle gizli tanıklar için kimliğini ortaya çıkaracak soruların sorulması yasaklandı.

Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesinin bomba ve molotof saldırısı davaları ile 1,2,3 olarak süren Ergenekon davaları da birleştirilerek 194 sanıklı 5818 sayfa iddianameli dava devasa bir yargılamaya dönüştü, yargılama halen devam ediyor.

Balyoz Davası
Balyoz davası, AKP dönemindeki Ergenekon, Oda Tv, KCK, Devrimci Karargah benzeri davalardan bir tanesi olarak, siyasi iktidarın yaratmak istediği "yeni Türkiye" açısından önemli dönemeçlerden bir tanesiydi.

20 Ocak 2010 tarihli Taraf gazetesi, "Fatih Camii Bombalanacaktı" manşetiyle çıktı. Buna göre, 2003 tarihli "Çarşaf" ve "Sakal" kodlu eylem planlarında "darbe ortamı yaratmak" amacıyla Fatih ve Beyazıt camilerinin bombalanması hedeflenmişti. Bu planın arkasında, dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan vardı. İddiaya göre planın ana fikri, "kaos ortamı yaratarak" AKP'yi devirmekti.

Bundan bir gün sonra, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Mehmet Berk, Bilal Bayraktar ve Ali Haydar'ı görevlendirerek konu hakkında inceleme başlattı. 30 Ocak'ta ise, Taraf gazetesi muhabiri Mehmet Baransu, darbe planı iddialarına ilişkin belgeleri bir bavul içerisinde Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne teslim etti.

Savcıların bir aylık incelemesinden sonra 22 Şubat 2010’daki ilk dalgada, aralarında emekli generaller ve muvazzaf subayların da bulunduğu 49 asker gözaltına alındı. Savcılar Mehmet Ergül, Murat Yönder, Süleyman Pehlivan ve Ali Haydar’ın darbe planıyla ilgili hazırladığı iddianameyi İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 9 Temmuz 2010’da kabul etti. Tamamı asker 196 sanık hakkında böylece dava açılmış oldu.

Dava iddianamesindeki tutarsızlıklar küçük bir araştırmayla fark edilebilecek durumda. Savcının iddiasına göre, davanın temel aldığı delil, 12 Aralık 2002 tarihinde oluşturulmuş ve "BALYOZHAREKATPLANI.DOC" ismindeki imzasız bir Word dökümanı. Bu dökümanda, görünürde tek seferde oluşturulmuş bir CD'nin içerisinde yer alıyordu. İddiaya göre CD, 5 Mart 2003'te Çetin Doğan için oluşturulmuştu.

Balyoz davası, AKP dönemindeki Ergenekon, Oda Tv, KCK, Devrimci Karargah benzeri davalardan bir tanesi olarak, siyasi iktidarın yaratmak istediği "yeni Türkiye" açısından önemli dönemeçlerden bir tanesiydi.

Ancak bu noktada çok mühim bir sahtecilik yapıldı. Balyoz davasına adını veren Balyoz Harekat Planı isimli Word belgesi dahil, cami bombalama planları, çeşitli kişi ve sivil toplum örgütlerini hedef alan planlar, tutuklanacak ve yararlanılacak medya mensupları listeleri, tutuklanacak AKP üyeleri listesi ve diğer Balyoz belgelerinin, ilk defa Microsoft Office 2007 ile kullanılmaya başlanan Calibri ve Cambria yazı karakterlerine ve XML şemalarına referans taşıdığı, Arsenal Consulting ve Yıldız Teknik Üniversitesi tarafından tespit edildi.

Emniyetin hazırladığı bilirkişi raporlarında da, ilgili sahtecilikleri örtbas etmek için çaba harcandı. 2006 yılında kurulan Türkiye Gençlik Birliği'nin aslında 2003 yılında kurulduğunu kanıtlamaya çalışan emniyet bilirkişileri, 11, 16 ve 17 numaralı CD'lerin diğer CD'lerle farklı programlarda yazılmalarına rağmen, "aynı programda yazıldıklarına" dair rapor verdi. Yine soruşturmanın başında 1. Ordu Askeri Savcılığı tarafından Beşiktaş Adliyesi'ne teslim edilen ve soruşturmaya konu edilen belgelerin 1. Ordu bilgisayarlarında bulunmadığına dair bilirkişi raporu kayıplara karıştı.

Açıklanan kararda, "Türkiye Cumhuriyeti İcra vekili heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs" suçlamasıyla Eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek ve eski 1. Ordu Komutanlarından emekli Orgeneral Çetin Doğan'a 20'şer yıl hapis cezası verildi. Aralarında MHP Milletvekili Engin Alan'ın da bulunduğu sanıklar ise 16 yıl hapis ile cezalandırıldı. Karar Yargıtay aşamasında bekliyor.

Oda TV Davası
Oda TV’den Soner Yalçın, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve Ayhan Bozkurt 14 Şubat 2011 sabahı Ergenekon soruşturması kapsamında ev ve iş yerleri aranarak gözaltına alındılar. Bozkurt’un serbest bırakıldığı operasyondan bir süre sonra 3 Mart 2011’de bir operasyon daha gerçekleşti. Doğan Yurdakul, Ahmet Şık, Nedim Şener, Mümtaz İdil, Müyesser Uğur, Sait Çakır, Coşkun Musluk, Hanefi Avcı, Kaşif Kozinoğlu, İklim Bayraktar’ın gözaltına alındığı operasyonda sadece Mümtaz İdil ve İklim Bayraktar serbest bırakıldı.

Bir süre sonra hazırlanan iddianamede silahlı örgüt kurma, yönetme, üye olma, halkı kin düşmanlığa tahrik gibi birçok suçlama yöneltilerek hapis cezaları istendi. Ancak davanın bel kemiğini oluşturan dijital delillerin varlığıydı ve “Ulusal Medya 2010", "Bilinçlendirme", "teRTEmiz" ve "darbe.doc” gibi akıldışı birçok delilin sahte olduğuna ilişkin dört ayrı kurumdan alınan bilirkişi raporlarına mahkeme heyeti itibar etmedi. TÜBİTAK raporu için aylarca beklendi ve gelen raporda, dijital delillerin bir başka bilgisayardan aktarıldığı yönünde tespitler yapıldı.

Rapora ikna olamayan mahkeme son duruşmada da TÜBİTAK’ın açıklamasını yeterli bulmayarak, “Virüs var mı yok mu onu söylesinler” diyerek sitemde bulundu. İki yıla yakın süre tutuklu kalan Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın tahliyesiyle davada tutuklu kalan Yalçın Küçük, Soner Yalçın ve Hanefi Avcı oldu, tüm sanıklar aynı gerekçelerle yargılandıkları halde neden tutuklu kaldıkları bilinmiyor.

Ayrıca Ergenekon davasında, Ergenekon'un yöneticisi olmaktan tutuksuz yargılanan Yalçın Küçük'ün, Oda TV'de ise "üyelik"ten tutuklu yargılanması açıklanmadan ortada duruyor. Bütün bu tuhaflıklar, hukukun işletilmesinden çok, sonucu önceden belli ya da sürekli sona ermesi ertelenen davalarla kamuoyuna şekil verilmeye çalışıldığını gösteriyor.

Hopa davaları
31 Mayıs 2011’de Erdoğan’ın seçim mitingi için gittiği Hopa’da halka polisin saldırısı sonucu emekli öğretmen Metin Lokumcu yaşamını yitirdi. Lokumcu’nun gaz bombasından ötürü yaşamını yitirdiği olaylarda saldırıya uğrayan Hopalılar gözaltına alınarak haklarında “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla dava açıldı.

Erzurum 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nden terör örgütü üyeliği suçlamasıyla 6 ay tutuklu kaldıktan sonra sanıklar beraat etti ancak beraat eden 31 kişiden 5 kişiye Hopa Cumhuriyet Savcılığı'nca yeni bir dava açıldı. “Yasa dışı gösteriye katılıp güvenlik güçlerine taş atarak direndikmek" , "TOMA aracına zarar vermek" gerekçeleriyle 2 yıldan 12 yıla kadar hapis istemiyle ikinci bir dava daha açıldı. İddianameye göre, güvenlik güçlerine atıldığı iddia edilen "taş", silah olarak kabul edilip sanıkların cezasında yarı oranında artırıma gidilmesi istendi.

Erzurum’dan "terör örgütü üyeliği" suçlamasından beraat eden 31 kişiden 7 kişi hakkında da üçüncü bir dava için ayrı bir iddianame hazırlandı.

Hopalılara açılan davaların ardı arkasına kesilmezken Lokumcu’nun ölümünü Ankara’da protesto eden üniversite öğrencileri de tutuklu olarak yargılandı. Ankara’daki gösteriye katılan öğrencilerden 28'i 17 yıldan 52 yıla kadar hapis cezaları istemiyle, hem de "terör örgütü üyesi olmak" ya da "terör örgütünün talimatı ile eylem yapmak" gibi ağır bir suçlama ile 7 ay sonra mahkeme karşısına çıktı.

Öğrencilerin davasına destek için Türkiye’nin dört bir yanından gelen siyasi partiler ve kurumların Ankara Adliyesi önünde kitlesel bir dayanışma göstermişti. Duruşmaya katılan tutuklu öğrenciler yaptıkları savunmalarla mahkeme salonunu AKP egemenliğine karşı bir kürsüye çevirmişti. Kendilerinin değil Lokumcu’nun katillerinin yargılanması gerektiğini hatırlatan öğrenciler, savunmalarının ardından ilk duruşmada tahliye edilmişti.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ise ikinci bir dava açtı. İddianamede üçü avukat olmak üzere 48 kişi hakkında 12 yıla kadar hapis cezası istendi. Böylece Ankara’daki Hopa protestosuna katılıp, hakkında dava açılanların sayısı 76’ya yükselmişti. Söz konusu iddianamenin 22 kişinin tahliye edilmesinden sonra hazırlanması ise dikkat çekmişti.

31 Mayıs 2011’de Erdoğan’ın seçim mitingi için gittiği Hopa’da halka polisin saldırısı sonucu emekli öğretmen Metin Lokumcu yaşamını yitirdi. Lokumcu’nun gaz bombasından ötürü yaşamını yitirdiği olaylarda saldırıya uğrayan Hopalılar gözaltına alınarak haklarında “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla dava açıldı.

AKP’nin Hopa saldırısıyla beraber devrimcilere karşı tutumu “terör örgütü” tutuklamalarıyla beraber paralellik gösterdi. Erdoğan, Lokumcu’nun yaşamını yitirmesi hakkında, “O arada biri ölmüş” cümlesini sarfetmişti. Ancak Erdoğan’ın saldırgan tutumuna karşı direnen öğrenciler, Hopalılar AKP’ye cevaplarını boyun eğmeyerek verdiler.

12 Eylül davası
"12 Eylül darbesiyle hesaplaşmak" bahanesiyle başlatılan 12 Eylül davası, bugünün gerici, faşist, sermaye yanlısı ve en önemlisi 12 Eylül darbesinin ardındaki ABD'ye biat eden AKP iktidarının aklanmasının aracına hizmet etti.

3 Ocak 2012’de Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekili Hüseyin Görüşen, 12 Eylül darbesine ilişkin soruşturmanın tamamlandığını ve iddianamede şüpheli olarak sadece dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya'nın bulunduğunu açıklamıştı. Savcı Görüşen ayrıca, iki emekli generalin eski Türk Ceza Kanunu'nun 146'ncı ve 80'inci maddeleri gereğince yargılanacaklarını belirtmişti.

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kabul ettiği 80 sayfalık iddianame klasik sağcı - sol düşmanı bir bakış açısının ürünü olarak hazırlanmıştı. Şüpheli olarak yer alan iki isim, halka karşı işledikleri suçlardan, işkenceden, idam kararlarından, hukuksuz gözaltılardan dolayı değil "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veya Bir Kısmını Değiştirmeye veya Ortadan Kaldırmaya ve Anayasa İle Teşekkül Etmiş Olan Türkiye Büyük Millet Meclisini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasına Engel Olmaya Cebren Teşebbüs Etmek" suçlaması ile yargılanıyor.

12 Eylül ürünü olan AKP zihniyetinin 12 Eylül’ü yargılayamayacağı ise bir hayli doğrulandı. Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen son duruşmada Kenan Evren ve dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya'nın ifadelerinin sağlık durumları gözetilerek sesli ve görüntülü iletişim tekniği kullanılarak alınmasına karar verdi.

12 Eylül faşist darbesinin suçlusu olarak sadece iki emekli generalin sanık sandalyesine oturtulmasıyla, darbenin arkasındaki asıl güçlerin, ABD, NATO, TÜSİAD, milliyetçi ve İslamcı hareketlerin aklanması girişimi olan 12 Eylül Davası'nın, bir yandan da, AKP iktidarı eliyle yürütülmekte olan 2. Cumhuriyet projesinin Anayasa ayağını sağlama alma girişimi olduğu anlaşılıyor.

Kürt muhalefetine 'KCK'
AKP iktidarında, muhalefetin Kürt bölmesine düşen dava "KCK" oldu. Diyarbakır’daki Özel Yetkili 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından görülen ilk davada tutuklamalar 14 Nisan 2009 tarihinde başladı. Bu tarihten sonra Türkiye'nin hemen hemen her bölgesinde "KCK" adı altında gözaltılar ve tutuklamalar gerçekleşti ve başta İstanbul olmak üzere birçok kentte başka "KCK" davaları görülmeye başlandı.

12 Eylül ürünü olan AKP zihniyetinin 12 Eylül’ü yargılayamayacağı ise bir hayli doğrulandı. Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen son duruşmada Kenan Evren ve dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya'nın ifadelerinin sağlık durumları gözetilerek sesli ve görüntülü iletişim tekniği kullanılarak alınmasına karar verdi.

Kürt siyasetinden seçilmiş belediye başkanlarının ve milletvekillerinin yanı sıra, gazetecilerin, Abdullah Öcalan'ın avukatlarının ve akademisyenlerin de tutuklandığı KCK iddianamelerinde BDP siyaset akademisinde ders vermek, haber yapmak gibi faaliyetler "suç" olarak değerlendiriliyor. "Gizli tanık" skandallarının bu davalarda da devam ettiği görülürken, davalardaki en önemli başlık anadilde savunma hakkı oldu. Anadilde savunma hakkını reddeden mahkeme, birçok celsede avukatların savunma hakkını da ellerinden aldı. Birçok duruşma avukatsız ve sanıksız görüldü. İstanbul'da görülen KCK davasında, jandarma avukatlara saldırdı.

(soL - Haber Merkezi)