AKP onlara çok şey borçlu...

Kuruluşundan 15 ay sonra hükümet olan ve 8 yıldır ülkeyi yöneten AKP, her ne kadar mazlumu oynayan bir siyasi kimlikle hareket etse de, Türkiye'de bu partinin doğuşunu ve hükümet olmasını sağlayan gelişmeler, AKP'ye birilerinin “yürü ya kulum” dediğini gösteriyor.

İlginç çıkışlarıyla öne çıkan, ancak siyasette nasıl bir boşluğa oynadığı belli olmayan Hak ve Eşitlik Partisi'nin (HEPAR) Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, AKP'nin kuruluş aşamasında Genelkurmay Başkanı ve TSK'dan icazet aldığını iddia etti.

Pamukoğlu, iddiasını “Bu parti kurulurken, bu Recep Tayyip Erdoğan denilen zat, aracı generalleri arayarak, emekli ve muvazzaf, Kara Kuvvetleri ve Genelkurmay Başkanına ulaşmak istediler. ‘Biz artık eskisi gibi değiliz, yeni bir partiyiz, yeni kurulacak. Bize icazet verin’ dediler. Bu generallerin hepsi bugün sağ. ‘Ordu siyasetten uzak duracak, tutacağız’ diyenlerin partilerinin kuruluş aşamasında emekli ve muvazzaf generaller bularak Kara Kuvvetleri Komutanı’na ve Genelkurmay Başkanı’na ulaşıp, ‘bize icazet verin bizi horlamayın, biz sizden yanayız. Bizi yanlış anlamayın’, diyen şahıs budur” sözleriyle dile getirdi.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile TSK arasındaki icazet ilişkisinin, o dönemde de çok konuşulduğu ve TSK tarafından yalanlanmadığı için “iddia”nın çok ötesinde olduğu biliniyor.

AKP'nin gerek kurulmasına zemin oluşturan gelişmeler, gerek kuruluş süreci sırasında, gerekse de kurulmasından sonra katıldığı ve yüksek bir oy oranı ile tek başına hükümet olmaya hak kazandığı 3 Kasım 2002 seçimlerinde TSK, devletin tüm kurumları, muhalefet partisi CHP ve medya tarafından desteklendiği ya da “işinin kolaylaştırıldığı” bir gerçek.

İcazetin ötesinde...
AKP'nin hükümet olduğu 3 Kasım 2002 seçimleri sırasında Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök idi. Ergenekon soruşturması kapsamında “AKP'yi devirmek” için ordu içindeki “darbe girişimleri”ni engellediği iddia edilen Özkök'ün yine parti kurulurken Kara Kuvvetleri Komutanı olduğu biliniyor. Pamukoğlu'nun iddiaları da, AKP'nin icazet alırken dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ile Kara Kuvvetleri Komutanı Hilmi Özkök'e işaret ediyor.

AKP'nin askerlerle ilişkisinin 28 Şubat sürecine dayandığı da herkes tarafından biliniyor. Bugün AKP'nin doğuşuna yol açan gelişmelerin, TSK'nın müdahelesiyle 28 Şubat sürecinde Refah Partisi'nin kapatılması ve birkaç yıl sonra yerine gerici kimliği bilinen ancak ABD, AB ve İsrail ile ilişkilerde “daha güven” veren ve siyasette merkezde olduğunu öne çıkaran kadrolarla yeni bir partinin kurulmasının birbirini tamamlayan gelişmeler olduğu kabul ediliyor.

28 Şubat süreci ve sonrasında TSK içerisinde etkin olan Çevik Bir'in AKP'nin kuruluşunda önemli bir rol oynadığı da yıllardır çeşitli değerlendirmelerin konusu oluyor. AKP'nin TSK'dan icazet almak için bazı emekli generallerin aracılık ettiği iddiasıyla da Çevik Bir'in kastedildiği belirtiliyor. Çevik Bir'in AKP'ye yakın Ülker ve Çalık Grubu'na danışmanlık yaptığı ve yüklü maaş aldığı iddiaları da medyaya yansımıştı.

Son olarak geçtiğimiz günlerde Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı'ya verdiği röportajda AKP'nin 28 Şubat ile niçin yüzleşmediğini sorarak, “28 Şubat’ın en fazla bilinen isimlerinden biri Çevik Bir Paşa şu anda nerede, ne iş yapıyor, hükümet ve Başbakan’la ilişkisi ne? Başbakan’a yakın bazı firmalarda danışmanlık yapıyor mu, yapmıyor mu? Veya 28 Şubat’ta Sincan’da tankları yürüten bir askerin şimdi şok bir şekilde terfi etmiş olmasını neye bağlıyorsunuz?” demişti.

AKP'nin 27 Nisan bildirisine imza attığını belirten dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile ilişkisi de, TSK ile karşı karşıya olduğu ileri sürülen partinin aslında diğer düzen partileriyle ordu arasındaki ilişkiden farklı bir ilişki biçimine sahip olmadığını gösteriyor. Başbakan Tayyip Erdoğan ile Büyükanıt arasında gerçekleştirilen Dolmabahçe görüşmesinden sonra, AKP cephesinden Büyükanıt'a yöneltilen eleştirilerin birden kesilmesi ve Büyükanıt'a onur madalyası verilmesi, yeni bir lüks zırhlı araba tahsis edilmesi dikkat çekmişti.

15 ayda hükümet oldu
AKP, 14 Ağustos 2001 tarihinde kurulmasının ardından 15 ay sonra girdiği ilk seçimlerde, 3 Kasım 2002'de geçerli oyların yüzde 34,63'ünü alarak birinci parti oldu. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatması ile başlayan, ekonomik krizlerle süren ve koalisyon hükümetinin erken seçim kararı almasıyla nihayetlenen sürecin kazananı AKP oldu. Aynı süreçte, Anayasa Mahkemesi tarafından Fazilet Partisi Haziran 2001'de kapatıldı ve bu partinin kadrolarının büyük bir kısmı AKP'nin kurucuları arasında yer aldı.

Partinin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi yasaklı olması nedeniyle milletvekili seçilemediği 3 Kasım'da ise hükümet bugün Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül'ün Başbakanlığı'nda kuruldu. Ancak, siyasette takvim Erdoğan'ın Başbakan yapılması için işledi.

Erdoğan'ı Meclis'e sokmak için seferberlik
AKP'nin hükümet olmasından sonra, sıra Recep Tayyip Erdoğan'ın TBMM'ye sokulmasına geldi. Normal koşullarda sonraki milletvekili genel seçimine katılarak Meclis'e girmesi gereken Erdoğan için formül yaratıldı.

Adeta devletin tüm kurumlarıyla seferber olduğu süreçte, Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) aldığı karar ile 9 Mart 2003 tarihinde Siirt'te bir yenileme seçimi yapıldı. Adrese teslim seçim kararında YSK, “3 Kasım'da milletvekili çıkaran partiler ancak tekrar milletvekili çıkarabilir” ifadesine yer verdiği için önceki seçimde kentte oyların yüzde 32'sini alan DEHAP seçime katılmayınca AKP'nin ve Erdoğan'ın önü açılmış oldu.

Siirt'te yenileme seçimi için gerekçe ise Siirt'in Pervari ilçesi Doğanköyü'nde toplam 706 seçmenin kayıtlı olduğu 17, 18 ve 19 numaralı sandıklarda sandık kurulları usulünce oluşturulmadığı için oy kullanamaması olmuştu. YSK'nın Erdoğan'ın siyaset yasağı kalkar kalkmaz aldığı bu karar çok tartışıldı. Çünkü seçimde bir dizi başka usülsüzlük gündemdeydi, ancak yenileme seçimi kararı ve kararın niteliği, bütünüyle Erdoğan'ın seçilmesini garantiye alan biçimde kurgulandı.

Bu süreçte CHP'nin, özellikle Deniz Baykal'ın AKP ile uzlaşma görüntüsü vermesi ve TBMM'de Erdoğan'ın yenileme seçimine katılabilmesine dönük yasal değişikliği desteklemesi de dikkat çekiciydi. Bu destekle ilgili 22 Kasım 2002 tarihli Hürriyet gazetesinde, AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu temsilcisi Günter Verheugen'in 15 Kasım'da Baykal ile görüşmesinin aktarıldığı haberde Verheugen'in, Baykal’a ‘Başbakan kim olacak’ diye sorduğunu ve ‘Tabii ki seçimin galibi başbakan olacak’ yanıtını aldığını anlattığı yazılmıştı.

Ya medya desteği?
AKP'nin kuruluşunda, girdiği ilk seçim sırasında ve hükümetinin ilk günlerinde arkasına medya rüzgarını aldı. 2001 krizinin ardından sermayenin programını uygulamakta en istekli parti olduğunu belli eden AKP'ye özellikle Doğan Holding'e bağlı medya kuruluşlarından büyük destek verildi. Seçime giren başta MHP olmak üzere diğer partiler, Aydın Doğan'a ait gazetelerde ciddi ölçüde eleştirildi.

Başta Milliyet yazarı Hasan Cemal olmak üzere holdinge ait gazetelerde köşeyazarları AKP kadrolarının Refah-Fazilet Partisi çizgisinden çıkarak değiştiklerini yazdılar ve temel vurguları “Türkiye için Tayyip Erdoğan ve AKP'ye” şans verilmesi gerektiği olmuştu. 2004 yılına gelindiğinde ise Hasan Cemal, AKP'ye verilen şansı iyi değerlendirdiğine hükmetmiş olacak ki, şunları yazmıştı:

“Bu partinin çektiği çizgi AB. Dolayısıyla Erdoğan'ı bundan sonra kendi kafama göre eleştiririm de desteklerim de, ama ben Tayyip Erdoğan'ın İslamcı gizli gündemi olduğuna artık inanmıyorum ve kendi adıma bu dosyayı kapatıyorum.”

(soL - Haber Merkezi)