Akademisyenler yeni YÖK Başkanını değerlendirdi

Yeni YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya'nın, Şehir Üniversitesi Rektörlüğünden, YÖK Başkanlığına getirilişini ÜKD Genel Başkanı Prof. Dr. Nurettin Abacıoğlu, Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. İzge Günal ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr Erhan Nalçacı’ya sorduk.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından YÖK Başkanlığına atanan Gökhan Çetinsaya’yı akademisyenlere sorduk. Akademisyenlerin ortak görüşü Çetinsaya’nın üniversitelerdeki dönüşüm sürecinde Yusuf Ziya Özcan’dan devraldığı görevi sürdürmek isteyeceği ve akademiye saldırıların devam edeceği yönünde.

“Yeni başkan AKP’ye daha yakın bir isim”
Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. İzge Günal, YÖK başkanlığına atanan Çetinsaya’nın tanımadıkları bir insan olmadığını, dini vakıflarla ilişkisi açık olan bir akademisyen olduğunu söyledi. Kuruluşunda Ahmet Davutoğlu’nun çok büyük etkisinin olduğu bir üniversitenin rektörü olan Çetinsaya’nın, dolayısıyla gerici ve özelleştirmeden yana biri olduğunu belirten Günal, AKP’den bundan başka bir atama beklemenin de hata olacağını ifade etti. Önceki YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın üniversiteye giriş sınavında katsayıyı kaldırarak imam hatiplerin önünü açtığını, üniversitelere türban serbestisi getirdiğini ve özelleştirmelere hız verdiğini hatırlatan Günal, yeni YÖK Başkanı’nın AKP’ye çok daha yakın bir kişi olarak bu uygulamalara hız verebileceğini söyledi.

YÖK’te başkanlık değişimlerine iki açıdan bakılabileceğini belirten ÜKD Genel Başkanı ve soL yazarı Prof. Dr. Nurettin Abacıoğlu ise şöyle konuştu: “YÖK’te başkanlık değişimlerine iki açıdan bakılabilir. İlki, kurumsal olarak YÖK’ün yapısı ve ideolojik dönüşüm aygıtı olarak içerdiği işlevlerinin bütünlüğüdür. İkinci ayırım olan başkanlığa getirilenlerin değerlendirmesini bu bütünlük üzerinden okumak ve kurumun kimliğiyle uyumlu gelişimini nasıl etkileyebileceğini bunun üzerinden değerlendirmek doğru olacaktır.”

“YÖK üniversiteleri cemaatleşmeye açan en önemli kurum”
“YÖK, kimilerinin 'neoliberal küreselleşme' olarak okuduğu, emperyalist kapitalizmin restorasyon çağının türdeş kurumlarından birisidir” diyen Abacıoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Bütünüyle tüm eğitim hizmetleri faaliyetlerinin içinde yüksek öğretimin ideolojik kurguya uygun olarak yeniden yapılandırıldığı 'çağdaş' bir ürün olarak gündeme sokulmuştur. Anglo-Sakson üniversite paradigmasına uygun olarak, akademinin piyasacılıkla içselleşmesi, YÖK’teki ideolojik dönüşümün esas momentini oluşturmaktadır. İşin ayrıntılarından soyutlayarak söylenecek olursa, üniversitenin dönüştürülme hamleleri içinde, şimdiye değin bireyi piyasaya hazırlayan, mikro ölçekli, post modern ideoloji salgılatıcı bir YÖK paradigması öncelenmiş ve kurumsallaştırılmıştır. YÖK, bilimsel ve toplumsal aydınlanmacılığa karşı, dinci/gericilik eksenli tartışmaların sürdürüldüğü bir zemin olmuştur. Bu noktada bilinçli bir türban/laiklik yaratılış/evrim karşıtlığı türettiren YÖK yönetici elitleri, sonuçta, iktidar işbirlikçiği ile üniversiteyi cemaatleşmeye açan politikaların benimsendiği en önemli kamu kurumları haline getirilmiş bulunmaktadır.”

“Cemaat üniversiteleri projesi tutmuş görünüyor”
Piyasalaşmayı vakıf-özel üniversite furyasından besleyen YÖK’ün cemaat üniversiteleri projesinin de tutmuş göründüğünü belirten Abacıoğlu, “Kamu üniversitelerindeki YÖK piyasacılığının ana kodu 'mali özerklik' olup, kendine kaynak yaratma ve piyasada markalaşan rekabetçi üniversite dönüşümü en belirgin ve karakteristik yansımalar olarak görülmektedir. Piyasa projesi bazlı çalışmalar akademinin yegâne çalışma belirlenimi haline gelmiştir. Temel bilim araştırmaları yerine teknoloji geliştirme çalışmaları asal teşvik gören faaliyet alanıdır. Buralardan bakıldığında YÖK’ün üst yapı olarak ana kurgusunun piyasa ideolojisi ile bezenmiş toplum kitleleri yetiştirme ve böylece sistemin kendini yeniden inşaasını sürekli ve olanaklı tutmaktır” dedi.

“Yusuf Ziya Özcan’ın yolunu izleyecektir”
Abacıoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: "Gelen geçen başkanlar bu süreçlerin yönetilmesi, geliştirilmesi ve üniversite algısının hem akademi içinde ve hem de toplumda yerleşmesinin bekçiliğini yapmışlardır. Yeni başkan kuşkusuz bu paradigmadan bağımsız görünmemektedir. Bu anlamda, YÖK iktidarına tırmanışında, siyasi iktidar ve cemaat kanallarının teşvik ve kollamasının olabileceği de yadırganacak bir görüntü değildir. Esasen vizyonu, yukarıda tanımlanmaya çalışan manzaranın daha da ilerlemesini sağlayacak bir derinliğe sahip görünmektedir. Devir teslim töreni sırasında Yusuf Ziya Özcan’dan bayrak devri yaptığını ve yolu izleyeceğini açıklayan başkan, geleceğinin profilini ve üniversiteleri neler beklediğinin altını şimdiden çizmiştir."

“Arasalar daha iyisini bulamazlardı”
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr Erhan Nalçacı ise şöyle konuştu: “İkinci Cumhuriyet’in üniversitesini oluşturmak, olanı geliştirmek için herhalde YÖK başkanlığı için arasalar Gökhan Çetinsaya’dan daha iyisini bulamazlardı. Çetinsaya patronlar tarafından kurulan ve yönetim kurulunda patronların bulunduğu vakıf adı altında işleyen özel bir üniversitenin rektörüydü. Ayrıca bu özel üniversite bir tarikat üniversitesi niteliği gösterirken, aynı zamanda İkinci Cumhuriyet’in gereksinim duyduğu 'Yeni-Osmanlıcılık', emperyalist taşeronluk, piyasa ve gericiliğin nasıl harmanlanacağı ve bu köleleştirici bulamacın yurt dışına nasıl transfer edileceğine ilişkin ideoloji ve kadro üretme misyonuyla yüklüydü. TEKEL arazisini binalarıyla birlikte ele geçirecek iş bitiriciliğini ve yeni devletin koşulsuz hizmetinde olma özelliklerini taşıyordu.”

“Tahmin edemeyeceği kadar zorlukla karşılaşacaktır”
Şimdi tüm üniversitelerin bu şekilde oluşturulmaya çalışılacağını belirten Nalçacı, “Üniversiteler patronlar tarafından doğrudan yönetilen şirketler olmalı, İkinci Cumhuriyet’e ideolojik bağlılığa göre kadro politikası güdülmeli, sermayeye ve emperyalizme hizmet üniversitenin temel misyonunu oluşturmalı ve bir medrese niteliği ile söz konusu hizmet misyonu uyumlaştırılabilmeli” dedi.

Çetinsaya’nın arkasındaki güce güvenerek bu işe başladığını belirten Nalçacı, “Meşru olmayan görevler ve tarihsel olarak gericiliği temsil etmek kolay iş değildir. Şimdiden önceden tahmin edemeyeceği kadar zorluklarla karşılaşacağını söyleyebiliriz” diye konuştu.

(soL - Haber Merkezi)