Tutukluluk süresini düzenleyen yasada yapılan değişikliklerin yürürlüğe girmesi ile birlikte önemli bir tartışma da başlamış oldu. Çok sayıda davanın yıllardır sona ermemesi nedeniyle, sanıkların tutuksuz yargılanmak üzere tahliyesinin gerçekleşmeye başlaması bu durumun sorumlusunun kim olduğu sorusunu sordurtuyor. Özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde tutukluluk süresinin 10 yıl olarak belirlenmesi de yine tartışma konusu. Ancak gündemdeki yasal değişiklikler konusunda da, davaların çok uzun sürmesine neden olan yargıdaki iş yükü konusunda da sorumlu çok net bir biçimde iktidar partisi AKP.
Ancak görülüyor ki, AKP, daha önce defalarca yaptığını tekrarlıyor Yargıda yaşanan sorunun kaynağı yargı kurumuymuş gibi göstererek, son kalan alanları tamamen ele geçirmek hem de hazırladığı yargı reformu paketini hayata geçirmek için meşruiyet sağlama niyeti ile hareket ediliyor.
Referandumla birlikte Anayasa Mahkemesi ve HSYK ile ilgili yapısal değişiklikler sağlanarak AKP'nin yüksek yargıdaki ağırlığı ve etkisinin arttırılmış olduğu biliniyor. Ancak Yargıtay ve Danıştay'a dönük henüz değişlikler yapılamadığından hala kontrolü ve etkinliği sınırlı düzeyde, bu nedenle her başlıkta bu iki kuruma yüklenerek yıpratma ve etkisizleştirme, sonrasında da yeniden yapılandırma operasyonunun işaretleri veriliyor.
Adalet Bakanlığı'nın son açıklamasında vurgu yapılan "yargı reformu ihtiyacı" ise, 2008 yılında Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan Yargı Reformu Stratejisi Taslağı'nda da belirtildiği üzere AKP'nin ekonomik ve siyasal alanda elde ettiği dönüşümün hukuk alanındaki ayaklarının sağlanmasından ibaret.
Taslakta yer alan "İstinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte Yargıtay ve Danıştay’da tetkik hâkimliği müessesesinin gözden geçirilmesi", "Ceza usulünde yer alan uzlaşma müessesesinin etkinleştirilip geliştirilmesi", "Hukuki uyuşmazlıklarda arabuluculuk ve uyuşmazlıkların alternatif çözüm yollarının geliştirilmesi" gibi başlıklarda yazılanlar, hedefin Yargıtay ve Danıştay gibi kurumları etkisizleştirmek ve yargıda tamamen piyasacı bir anlayışı yerleştirip "yargı dışı çözüm yollarını" yaratmak olduğunu kanıtlıyor.
Tahliyeler ve 10 yıl tutuklu yargılamanın sorumlusu kim?
5237 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun, Özel Yetkili Mahkemeleri düzenleyen 250, 251 ve 252’nci maddeleri 2004 Aralık ayında AKP’li milletvekillerinin önerisi ve yine AKP’li milletvekillerinin onayı ile kabul edilmişti.
Meclis'teki görüşmelerde, Özel Yetkili Mahkemeler konusunda ciddi tartışmaları yaşanmış ve bu mahkemelerin Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin yerini aldığı ileri sürülmüştü. AKP'li vekiller bunu kanıtlarcasına, bu mahkemelerdeki yargılamalarda tutukluluk süresinin 10 yıla kadar çıkmasının önünü açan bir öneri sunmuş ve değişiklik kabul edilmişti.
Diğer mahkemelerde görülen davalardaki tutukluluk süresini düzenleyen 102. madde de yine AKP iktidarı tarafından kabul edilmişti.
Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre, Ağır Ceza Mahkemesi'nin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.
Tartışma konusu ise ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde 2 yıllık tutuklama süresinin gerekçe gösterilerek uzatma süresinin toplam 3 yılı geçemeyeceği hükmünde. Buradaki tartışma sürenin en fazla 2 artı 1 yıl mı yoksa 2 artı 3 yıl mı olduğu yönünde. Kanunun yazılışındaki eksiklikten dolayı yoruma açık olan hüküm Yargıtay tarafından 2 artı 3 yıl toplam 5 yıl olarak kabul edildi.
Son tahliyelerle birlikte tartışma konusu olan ve aslında çok daha yaşamsal bir konu olan yargılamaların yıllarca sürmesi konusunda AKP Yargıtay'ı suçluyor. Yargıtay ise yargıdaki aşırı iş yüküne işaret ediyor.
Uzun süren davaların sorumlusu kim?
Yargıç ve savcı kadrolarının %25'inden fazlasının, adliye personelini kadrolarının ise yaklaşık %20'sinin boş olduğu, yargıçlara yılda 1.000'den fazla, savcılara yılda yaklaşık 1.500 ve Yargıtay'da görev yapan 250 yüksek yargıca 1 milyondan fazla dosyanın geldiği düşünüldüğünde adliyelerin durumu ortaya çıkıyor. Hakim-savcı eksikliğinden dosyalar birikiyor, davaların bitme süreleri uzuyor ve tutuklu yargılamanın söz konusu olduğu davalar da yıllarca sürüncemede kalıyor.
Adalet Bakanlığının bütçesi neredeyse hiç artmıyor bütçedeki payı oldukça sınırlı.
İş yükü ve davaların fazlalığı sorununun kaynağına inilmediği oranda, sorunların nedenleriyle değil sonuçlarıyla ilgilenilmesinden dolayı suç oranlarında hiçbir azalma sağlanmadığı gibi her geçen gün artıyor. Yoksulluğun, işssizliğin ve toplumsal çürümenin önüne geçilmemesinden dolayı bireylerin suça itilmesinin önüne geçilememekte, günlük çözümlerle (af, yeni cezaevi yapmak vs.) sorunların üstü örtülüyor.
Yasama tarafından gerekli kanunlar ve düzenlemeler yapılmiyor (tutukluluk süresinde görüldüğü üzere), yeterli bütçe ayrılmıyor ve yeterli kadro açılmıyor.
Hakim-savcılar atama ve yükselme gibi nedenlerden dolayı siyasi iktidarın politikalarına yakın ve benzer kararlar vererek, takdir yetkilerini özgürlükten yana kullanmayarak baskıcı ve polis devleti uygulamalarının onay mercii olarak kararlar verebiliyor.
Bu sorunlar yumağını ise AKP bir avantaja çevirme niyetinde. Yukarda sayıların sorumlusu AKP değilmiş gibi, topluma "Bakın, biz sorunların çözümü için yargı reformu istiyoruz ancak engelleniyoruz" mesajı verilmek isteniyor.
Söz konusu "yargı reformu" ile hedeflenenlerden en tehlikelisi ise "yargı dışı çözüm yollarının" yürürlüğe girmesi.
"Yargı reformu strateji taslağı"nda neler var?
2008 yılında Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan taslak doğrultusunda, özellikle HSYK ve Anayasa Mahkemesi'nin yapısında önemli değişikliklere gidildi. Bu değişiklikler AKP'nin bundan sonra yapmayı hedeflediği konusunda da net bir fikir veriyor.
TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen HSYK Kanunu'na göre HSYK 22 asıl, 12 yedek üyeden oluşması, Kurul'un 3 daire halinde çalışması, Kurul Başkanı'nın Adalet Bakanı olması, Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın kurulda tabii üye olarak yer alması düzenleniyor.
Kurulun yukarıdaki iki üyesi dışındaki üyelerinin Cumhurbaşkanınca seçilecek 4 asıl, Yargıtay'dan seçilecek 3 asıl ve 3 yedek, Danıştaydan seçilecek 2 asıl ve 2 yedek, Türkiye Adalet Akademisi'nden seçilecek 1 asıl ve 1 yedek, birinci sınıf olan adli yargı hakim ve savcıları arasından seçilecek 7 asıl ve 4 yedek ile birinci sınıf olan idari yargı hakim ve savcıları arasından seçilecek 3 asıl ve 2 yedek üyeden oluşması da kabul edilen düzenlemeler arasında yer aldı.
Adli yargıda 7 asil, 4 yedek olmak üzere 11 ismi belirlemek için tüm illerde, idari yargıda ise 3 asil, 2 yedek ismi Adalet Bakanlığı listesinde adı geçen 11 adayın tümü, adli yargı seçimlerinde asil ve yedek liste içine giren yukarıdaki 11 isim arasında yer aldı. İdari yargıda ise Bakanlık listesindeki dört ismin de ilk beş kişi arasında yer aldığı dikkat çekti.
"Yargı Dışı Çözüm Yolları" ne anlama geliyor?
Yargı dışı çözüm yollarının gündeme yeniden gelmesi AKP’nin iktidarı dönemine denk düşüyor
a) 2007 yılının başlarında Noterlik Kanunu'nda değişiklik tasarısı gündeme getirilmiş ve sulh hukuk mahkemelerinin bazı yetkilerini Noterlere devredecek yasal düzenleme hazırlamış ancak daha sonra tasarı geçici olarak geri çekilmişti. Son dönemlerde ise söz konusu yasa sıkça dillendirilmeye başlandı.
b) Cezaevlerinin özelleştirilmesi planları geçtiğimiz aylarda ortaya atıldı, ancak herhangi bir vade belirtilmedi.
c) AKP’nin ikinci iktidar döneminde ise asıl önemli değişiklik önerisi dile getirildi. Hükümet programında AKP’nin taahhütlerinden biri de yargı reformu olarak belirtilmiş ve reformun adının da “MAHKEMESİZ ADALET PROJESİ” olduğu yazılmış ancak konuya dair başkaca bilgi kamuoyuna verilmemişti.
d) Hükümetin kurulmasının ardından 2 ay geçmeden niyetlerini ortaya çıkaran ve projenin temeli sayılabilecek bir yasa tasarısı ortaya çıkmış, HUKUK UYUŞMAZLIKLARINDA ARABULUCULUK KANUNU TASARISI "görüş alınmak üzere" kamuoyuna açıklanmıştı.
Tasarıya göre:
- Özel hukuk uyuşmazlıkların tamamında kişiler arabulucu denilen kişilerin gözetiminde ve onların da imzalayacakları uzlaşma belgesi ile uyuşmazlıklarını bir sözleşme ile çözebilecek ve bu sözleşme merci hakiminin onayıyla ilam niteliğine haiz olacak ve bunu icraya koyabileceklerdir.
- Arabulucu olmak için dört yıllık herhangi bir fakülte mezunu olmak yeterli olacak (hukuk fakültesi şart değil,) bunun dışında açılacak kurslara katılarak sertifika alınıp, Adalet Bakanlığı nezdinde tutulacak bir sicile kayıt olup, aidat ödeyerek görev yapacaklardır.
- Arabuluculuk sürecinde taraflar hiçbir kurala bağlı olmaksızın anlaşabilecekler.
Bütün bu gelişmelerle birlikte bir yandan hukuksuzluk meşrulaştırılacak, yargı dışı çözümler özendirilecek, diğer yandan herkesin menfaatleri doğrultusunda her yolun mubah olduğu bir şekilde anlaşmasının önü açılacak ve buna hiçbir sınırlama-denetim getirilmeyecektir. Bu tasarının yürürlüğe girmesinden itibaren yargının büyük bir rant alanına dönüşmesi sonucu ortaya çıkacaktır. Arabulucu yetiştirecek kurslar memleketin her köşesinde açılmaya başlayacaktır. Alınan duyumlara göre "Arabulucu Sertifikası" alabilmek için kurslara verilmesi gereken ücret 10.000 Euro civarında bir bedel olacaktır. Diğer bir yandan sicili olan, aidat ödeyen yeni bir meslek oluşturulacaktır.
Yukarıda başlıklar halinde sayılan gelişmeler, özellikle AKP’nin Mahkemesiz Adalet Projesi ile de birlikte düşünüldüğünde bir sürecin ipuçlarını vermektedir. Tasarının gerekçesine bakıldığında Yargılama faaliyetinin masraflarının arttığı ve devlete maliyetinin fazlalaşması, davaların çok uzun sürmesi, etkin yargılama yapılamaması ve adalete ulaşmanın zorluğu tespitinden yola çıkılarak böyle bir düzenleme yapıldığından bahsediliyor.
Ülkemizde yapılan bütün özelleştirmelerin gerekçelerinde de ilk sırada devlete olan maliyetinin artması ve işlevsizliği oluşundan söz edilmişti. Şimdi özelleştirme sırası yargıya doğru geliyor.
(soL - Haber Merkezi)