“Kürt halkına umut olma sorumluluğumuz var”

Cumartesi sohbetlerinde ilk konuğumuz Türkiye Komünist Partisi Siyasi Büro üyesi Mehmet Kuzulugil. Kuzulugil'le, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Kürt sorunu birincil sorunumuz" açıklamalarından sonra medyada ve kamuoyunda süren tartışmalar üzerine konuştuk.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Kürt sorunu birincil meselemiz" açıklamalarından sonra, Kürt sorununda "tarihi fırsat" yakalandığı söyleminin yoğunlaştığı görülüyor. Sizce Kürt sorununda çözüme yaklaşıldı mı?

Mehmet Kuzulugil: Kürt sorunu denildiğinde ve "çözüm" denildiğinde artık herkes bunun bir tek anlamı olmadığını biliyor sanıyorum. Birileri için bu bir anlamda "Kürtlerden kurtulmak" demek oluyor. Yani bir hesapla 50 yıl bir başka hesapla bir kaç yüz yıldır, iktidarları meşgul etmiş bir sorundan "kurtulmak" anlamına geliyor "çözüm". Elbette çözümün bizim için anlamı bundan biraz farklı. Biz Kürt emekçileri için, Kürt yurttaşlarımız için adil, özgür ve mutlu bir yaşamı çözüm olarak görüyoruz. Ve yine biraz da buna bağlı olarak, Kürtlerle çatışmanın sona ermesini, barış ve kardeşliğin tesisini... Çözüm deyince bunu kastediyoruz.Sorunuza epey bir dolaşarak geldik ama bu çerçevede "çözüme yaklaşıldı mı" dersek. Ben her iki anlamda da çözüme yaklaşılmadığını düşünüyorum. Daha doğrusu yeni bir durumun doğmakta olduğunu teslim ederken, bu yeni durumun Türkiye burjuvazisini "sorundan" kurtarmaya da, Kürtlerin taleplerini karşılamaya da yetmeyeceğini düşünüyorum.

Ama DTP de PKK de süreci olumlu bulduklarını açıklıyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süreçte hiçbir olumlu gelişme yaşanmadı mı? Kürt sorununa çözüm önerilerinin dillendirilmesi bile aslında yeni bir şey...

M. K.
Bence asıl sorun şu. Görünüşte sorunun çözümü için karşı karşıya gelen iki taraf var. Masaya oturan (zaman zaman bunun da yapılabildiğini kabul etmek gerekir) ya da masaya oturmak için karşılıklı konumlar alan iki taraf. Öte yandan çözüm düzlemini bu iki tarafın birbirlerine karşı konumları belirlemiyor. Çözüm düzlemini bugün her iki tarafın ABD ve onun bölgesel açılımları karşısındaki konumu belirliyor. Kürt siyasetçileri,"olumlu gelişmeler var" derken hepimizin gözü önünde cereyan eden şeyleri değerlendirerek bunu söylemiyorlar. Dikkat ederseniz, operasyonlar sürüyor, DTP'ye ve Kürt siyasetçilerine dönük saldırı ve tehditler sürüyor. Dışarıdan bir gözle baktığınızda "devlet bir kez daha yıldırma ve inkar yolunu seçmiş" diyebilirsiniz. Öte yandan değerlendirme bu olmuyor. Bunun nedeni Kürt siyasetçilerinin aynı tablodan farklı sonuçlar çıkarması değil. Arka planda olan bazı gelişmeler onları bu değerlendirmelere yöneltiyor ve haksız da değiller. Türkiye devleti gerçekten bir açılımın peşine düşmüş durumda ve bu açılım bütünüyle uydurma ve oyalama amacı gütmüyor.

ABD ile bir işbirliğinden söz ediyorsunuz. Çözüm diye dillendirilen şey bölgesel çıkarlardan oluşan bir ittifak mı sadece?

M.K.: Tam oraya geliyordum. Evet, bugün tarafları bir "çözüm" etrafında birleştiren bir çekim kuvvetinden çok çözümün çimentosunu oluşturan bir "emperyalist mantık". Yani Kürt halkı ve Türkiye Cumhuriyeti birbirine yakınlaşmıyor. Türkiye Cumhuriyeti Kürt sorununu tanımıyor. Kürt siyaseti ve devlet bir büyük proje içinde karşılıklı olarak yeni bir hukuk oluşturabileceklerini varsayıyorlar.

ABD'nin ve Türkiye hükümetinin bu girişimden çıkarları olacak. Peki Kürt halkının kazanımı ne? Sonuç olarak talepleri karşılanmayan bir halkın pasif kalması beklenemez.

M.K.: Burada birkaç faktörü göz önünde bulundurmak gerekir sanıyorum. Birincisi, hepimizin az çok üzerinde anlaşacağı bir şey var. O da Kürt halkının çok somut haklara dönüşmese de mücadele ile elde edilmiş kazanımları, mevzileri var. Kart-kurttan Kürtçe televizyona gelindi. İnkar ve imha politikaları deniliyor ya, imhadan vazgeçtikleri söylenemez ama inkar artık o kadar kolay değil. Bu bir gerçek. Öte yandan bu gerçek başka bazı gerçekleri görmemizi engelleyebiliyor. Birincisi, Kürt kimliğinin tanınması olarak özetlenebilecek bir kazanım, bu kimlikteki halkçı ögelerin geri çekilmesi bedeliyle elde edilebildi. Yani Kürtler, neredeyse hepsi ulusal hareketi destekleyen ya da dışında kalanlar, "Kürt halkı kendini kabul ettirmiştir" diye bakıyor.

Bu gelişmelerde DTP'nin Meclis'e girmesinin payı vardır diyebilir miyiz?

M.K.: Hayır sanıyorum bu şekilde bir değerlendirme o kadar yerinde olmaz.

PKK'nin de rolü var diyorsunuz...

M.K.: Yani detaylarına girmemizin bir sınırı var. Evet tabii. Öte yandan bunu da aşan bir şey.

Bu süreçte PKK'nin tasfiye edilebileceği konuşuluyor, bu Kürt hareketinin bir mevzi kaybetmesi anlamı taşımıyor mu?

M.K.: Şimdi gözden kaçırmamamız gereken iki şeyden birisi bu çerçevede karşımıza çıkıyor. Açık söyleyeceğim. Bugün "mevzi kaybı" meselesinin PKK'nin tasfiye edilip edilmeyeceğine indirgenmesi yanlış olur. Kürt hareketinin kendi penceresinden bakarsanız böyle bakabilirsiniz. Ama ben kendi penceremden ortada yaşanmış bir mevzi kaybı olduğunu düşünüyorum. Sadece Türkiye'de değil. Bölgede Kürt dinamiği ve onun üzerinde yeşeren politik hareketler, Ortadoğu'nun önemli devrimci unsurlarını oluşturuyorlardı. Bu konuda 30 yılda inişleri çıkışları olmakla birlikte bir mevzi kaybı yaşandığını düşünüyorum. Daha doğrusu bugün bu açıdan bir tepe noktasında değiliz. Bu kesin.

Gözden kaçırmamamız gereken ikinci nokta ise şu. Kürt halkı, ülkemizde Kürt siyasetinin toplumsal tabanını oluşturan kitleler, kitlelerde yaşanan yorgunluk. Ben Kürt siyasetinin yorulduğunu, hız kestiğini söylemiyorum. Öte yandan bu işleri son 20 yılda bir yerlere taşıyan kitlesel zeminin yorulduğunu görmek gerekir. Bu Kürt siyasetini "etkisiz"leştirmiyor. Öte yandan Kürt siyasetinin doğrultusunun belirlenmesi konusunda yeni bir durum oluşturuyor. AB komiserlerinin, ABD'li görevlilerin haddinden fazla etki ve yetkiye sahip olmalarının nedenlerinden birisi de bu yorgunluk ve geri çekilme. Öcalan Kenya'da CIA tarafından Türkiye'ye teslim edildiğinde, bu yorgunluğa işaret ediyordu. O dönem yazdıklarında buna dikkat çekiyordu. Sanıyorum onu da korkutan bir boyutu vardı bunun. Yanlış anlaşılmasın, yorgunluğun teslimiyet getireceğini, ayağının altındaki toprağın büsbütün kayıp gideceğini düşündüğünü sanmıyorum. Ama bu yorgunluğun, Kürt siyasetinin ayarını bozabileceğini gördüğünü sanıyorum.

Fakat bir taraftan da az önce bahsettiğiniz kazanımlar var. Bahsettiğiniz yorgunluktan sonra, bu kazanımlar, Kürt halkının varlığının kabul edilmesi, muhatap alınması durumu var. DTP de AKP ile birlikte yol alabileceğini düşünüyor.

M.K.: Haksız sayılmaz.

Kürt halkının çözüm aşamasında tutunabileceği başka bir aktör gösterebiliyor musunuz?

M.K.:
Gösteremiyorum. Zaten sorunumuz da bu. Sosyalist hareket "Kürt sorunu karşısındaki sorumluluklarını" tartarken asıl sorumluluğunu unuttu. Umut olma sorumluluğu. Ama şunu söylemek gerekir. Bu çözüm her iki tarafta da, yani Kürtler cephesinde de Türkler cephesinde de görünmeyen maliyetler barındırıyor.Bu görünmeyen maliyetler gündeme geldikçe emperyalist çözümün de zorlanacağı patinaja başlayacağı anlar yaşanacaktır. Sorun şu ki, böyle anlarda Kürt - Türk çatışmasından, daha doğrusu böyle bir çatışmayı besleyen ideolojik-kültürel-psikolojik altyapıdan yararlanacaklardır.

Türkiye solu Kürt halkı için umut olamaz mı?

M.K.: Türkiye solu umut olabilir. Ama bunun Türkler için Kürtler için diye ayrılması mümkün değil. Türkiye solu Türkler için umut olabildiği ölçüde Kürt halkı için umut olabilir. Bence somut olarak bugüne bakıyorsak, Türkiye solu elindeki sınırlı enerjiyi gündemdeki "çözümü" kolaylaştırmak için değil, tarafları birbirine doğru zorlamak için kullanmalıdır.

Türkiye Komünist Partisi bu sürece müdahale etmek için politikalar geliştiriyor mu? Önümüzdeki dönem için somut açılımlarınız olacak mı?

M.K.: "Çözüm beğenmezlik" gibi bir konum elbette hiç iç açıcı olmayacaktır. "Bu plan emperyalist", "bu plan Avrupacı" falan derken çözümü istemeyen taraf haline gelmek de mümkün. Öte yandan masadaki çözümün üç tarafı varsa... Diğer iki tarafı (yani emperyalizm dışında kalan) Türk ve Kürt tarafını birbirine doğru zorlamak mümkündür. Bakın, bugün Kürtler adına konuşmak gerektiğinde bunu aslında Kürt siyasetçileri yapmıyor. Onların sözleri dikkate alınmıyor, yok sayılıyor. Brüksel'in, Beyaz Saray'ın değerlendirmeleri Kürtler açısından daha fazla dikkate alınıyor. Ve bunun tersi. Abdullah Gül ya da Tayyip Erdoğan'ın sözleri Kürtler nezdinde hiç de muteber değil. Ama bu sözler ABD referansı taşıyorsa, Vaşington'da yankılanıyorsa, bu dikkate alınıyor. Buna karşı çıkmak gerekiyor. Genel Af çıkartalım mı, çıkartmayalım mı? PKK liderlerini ne yapsak gibi soruları herkese soruyorlar da bir Öcalan'a sormuyorlar. Dolaylı alış verişleri sona erdirmek lazım.

TKP genel olarak bu dönemde bu tartışmaların karşısında mı konumlanacak?

M.K.: TKP bu tartışmaları yok sayan ya da "olmasaydı daha iyiydi" diyen bir konuma geçemez. Politik olarak da. Kürt halkına karşı sorumlulukları açısından etik olarak da. Öte yandan, bu tartışmaları belirli bir eksene cuk oturtmak, bu eksende sabitlemek isteyenlerin oyununu bozabilir.

Taraf olmayacaksa, üçüncü bir yol göstermeli...

M.K.: Genel Af tartışmaları düzen güçleri ve emperyalizm için görece daha risksiz bir düzlemi oluşturuyorsa, TKP, yeri geldiğinde "lafı dolandırmayı bırakın, Öcalan'ı muhatap alın" diyebilir. Öcalan terörist başıdır, katildir, şudur budur diyorlar. Sonra gidip Ortadoğu'yu kan gölüne çeviren, Türk - Kürt çatışmasını, Arap - Kürt çatışmasını teşvik eden Amerikalı generallerle çözüm pazarlığı yapmışlardır, yapıyorlar.Gündemdeki çözümün emperyalizmin kolaylaştırıcılığı altında gerçekleşiyor olmasının önemli bir handikabı tarafların çözüme yaklaştıkları oranda birbirlerinden uzaklaşmalarıdır. Bunun gelecekteki maliyetlerine işaret etmek durumundayız.

"Tarihi fırsat" tartışmaları gündemdeyken, Türkiye Komünist Partisi'nin Kürt halkına iletmek istekleri nelerdir?

M.K.: Türkiye Kürtlerinin bir hesapla 25 bir hesapla 50 yıllık bir dönemin sonunda en fazla özledikleri şeyin barış olduğunu biliyoruz. Barış, aşiti, Kürt halkı için bugün sihirli bir sözcük. Su gibi, hava gibi...

Çok temel ve belirleyici bir anlam kazanmış durumda. Öte yandan bugün tesis edildiği söylenen çözüm zemini bu özlemi istismar ederken, barışı neredeyse bir "teorik imkansızlık" seviyesine taşıyor. Bugün tartışılan barış, barış denilen şeyin tarihten silinmesi anlamına geliyor. Akan kanın, yaşanan acıların çaresi, tarihin tazminatı olarak gördükleri barış, savaşın esas kural olduğu bir yeni dünya hali olacak gibi görünüyor.

Teşekkürler...