Türkiye, Türkmen ve Uygur cihatçıları Suriye'ye nasıl yerleştiriyor?

AB’ye ve AB’nin boş amaçlı ve aslında var olmayan dış politikasına geri dönmek gerekirse, Türkiye hala Almanya’daki Türklerin faydalı olacağına inanıyor. Buradaki amacı, ikili İslamcı ve milliyetçi çağrışımlarıyla, ister Müslüman Kardeşler ile ister bu yapının en yeni cihatçı yavrularıyla bağlantılı olsun, “seküler” olarak adlandırılan Türk İslamcılarını da birleştiren ve radikalleştiren Osmanlı…

Çeviri: Sebla Küçük

Editörün notu: Giancarlo Elia Valori'nin Modern Diplomacy'de 30 Mayıs 2016 tarihinde yayımlanan bu makalesi, Türkiye'ye ilişkin bazı yanlış ifadeler barındırsa da (örneğin, "Bordo Bereliler" yerine, "Kahverengi Bereliler" demesi, yahut, Erbekan'ın partisinin 1996'da kapatıldığını iddia etmesi ya da Türkiye'deki tüm muhalefet partilerinin Türkmenlere cihat yardımını desteklediği iddiası gibi), Türkiye'nin Suriye'deki Uygur ve Türkmen cihatçılara yönelik politikası, bunun Balkanlar ve Almanya bağlantısı ve Erdoğan'ın planları hakkında ilginç ipuçları sunuyor.


Çok yakın zamandaki bazı Suriyeli resmi kaynaklara göre, geçen Nisan ayında 5 binden fazla cihatçı Türkiye sınırından geçerek İdlib ve Halep’e gitti. Bunların arasında tanımlanamayan – ama yine de kayda değer – sayıda Çin’in Şincan bölgesinden gelen Uygurlar da vardı. İddiaya göre bu yeni cihat için teknik ve operasyonel desteği, Türk istihbarat servisleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “Bordo Bereliler” denen özel birimleri sağlıyordu.

Bazı kaynaklar Şincan’dan bin 500 cihatçı olduğunu söylerken diğerleri Çin’in bu bölgesinden en az bin cihatçı militanın geldiğini kaydediyor.

Bu operasyonun örgütsel ve eğitim desteği iddialara göre sadece Türk kuvvetler tarafından değil, aynı zamanda Kasım 2015’te Sukhoi Su-24M savaş uçağının düşürülmesinde ve mürettebatının karada ele geçirilmesinde zaten etkin rol oynayan Türkmen gerillalar tarafından da sağlanıyordu.

Rus uçağının, Türk hava kuvvetleri tarafından hava sahası ihlali iddiası nedeniyle düşürüldüğünü hatırlamak gerekir.

Ayrıca şu anda Türkiye’de iktidarda ve muhalefette olan tüm siyasi partilerin Suriye bölgesinde “Türkmen” cihatçıların faaliyetlerini desteklediğini de hatırlamak gerekir.

TÜRKMENLERİN DURUMU
Suriye’de savaşın başlamasından önce, Türkmen cihatçılar Halep’in doğusundaki kırsal alanlarda ve Lazkiye yakınlarındaki Cebel el Türkmen denen sahil kesiminde yaşıyordu.

Şu anda Halep’te özellikle Liva el Mutasım Billah olarak bilinen “Türkmen” tugay faaliyet gösteriyor ancak grup çatışmaların başlamasından bu yana oradaydı. Bununla birlikte şimdiye kadar Türk nüfus, 2013 yılında Türk hükümeti tarafından, hatta tam olarak dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan “Suriye Türkmen Meclisi” ile temsil ediliyor.

İşte bu, Türkiye’den hem Türkiye sınırındaki hem de Suriye içindeki Uygur ve Türkmen cihadına giden yardımların gerçek “döner kapısı”.

Çatışmaların başlamasından bu yana bu azınlığa yönelik, bariz bir şekilde gizli yapılan askeri yardımlar da dahil tüm destek, 31 Mayıs 2010’da Özgürlük Filosu ile Gazze’de Hamas’ın askeri eylemlerine destek için yaptığı operasyonlarıyla dünya kamuoyunun zaten yakından tanıdığı Türk sivil toplum kuruluşu İHH tarafından organize ediliyor.

10 Ocak 2016’da Rus jetleri Cebel el Türkmen’da İHH’ya ait depoları vurdu.

İHVAN-AKP İLİŞKİSİ
Neticede AKP’nin eski kökleri de, 1996 yılında Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş adı altında geleneksel parti adıyla seçimlere katılması Anayasa Mahkemesi tarafından engellenince Türk siyasetinin İslami sahnesini yeniden inşa eden Türk Müslüman Kardeşler hareketinin “gizli” kısmıyla bağlantılı.Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rejimi ile İhvan ve tüm “Kardeşler” arasındaki bağlantılar hala çok sıkı.

En eski İslamcı grubun Mısır’daki resmi kaynakları “İslamcı olmayan” diye tanımlanan ancak kesinlikle “Müslüman” olan bir AKP’den bahsederken, Cumhurbaşkanı Erdoğan sıklıkla Şemseddin Tebrizi ve Celaleddin Rumi’nin Sufi geleneğiyle bağlantılı bir Türk İslam’ına atıfla konuşuyor.

Ancak her olasılıkta bu, tecrübesiz Batılılar için metni makaslamaya yönelik bir medya operasyonu.

Zamanında da İskenderiye ve Selanik’te Türk ve Osmanlı askeri şebekelerindeki Sufileri kollayan ve daha sonra “Jön Türklerin darbesini” yapan Büyük Doğu adlı İtalyan Locası vardı.

Mısır’da Sisi iktidarı aldıktan hemen sonra Türk istihbarat servisinin üst düzey yetkililerinden İrşat Hoca tutuklanmıştı.

Dahası, yine Mısır’daki darbeden sonra, İstanbul’da tümü Müslüman Kardeşler üyesi olan önde gene 81 firariden oluşan bir Mısır Devrim Konseyi kurulmuştu.

Dolayısıyla Türkiye’deki siyasi ve askeri aktörlerce kullanılan İhvan kanalının Halep yakınlarında ve Suriye’nin dört bir yanında Türkmen – ve dolayısıyla Uygur – cihatçı gerillaları desteklemek için kullanıldığı sonucuna varabiliriz.

GÖRÜLMEYEN 'STK': İMKANDER
Bunun amacı kesinlikle Türk devletini Suriye’deki cihatla ilişkilendiren istihbarat ve askeri aygıtın en önemli noktasının “baltalanmasını” engellemek, ama bu tek amaç değil.

Ancak, İHH’dan daha cihat yanlısı ancak işe yarar bir şekilde daha az tanınan bir diğer Türk “insani yardım” kuruluşu var. Bu, 2009 yılında Kuzey Kafkaslar’dan gelen ve şu anda Türkiye’de yaşayan Türkmen ve cihatçı savaşçıların dul eşlerine ve yetimlerine yardım için kurulan İmkander.

Kuruluş şimdiye kadar Cebel Türkmen bölgesine (yani genellikle onlarla birlikte savaşan Uygurlara) 300 milyon Türk lirası (yaklaşık 100 milyon ABD doları) yardım yapmanın yanı sıra geçen Aralık ile Ocak ayları arasında dört adet “insani” (ve askeri) yardım gönderdi.

Şubat 2014’te İmkander başkanı Murat Özer, Rusya’nın Kafkas bölgesindeki İslami Savaş'ın bitmesinden sonra Suriye’de Nusra Cephesi ile ilişki kuran Çeçen cihat lideri Seyfullah el Şişani’nin (diğer adıyla Ruslan Maçalikaşvili’nin) cenazesine katıldı.

Kuruluş diğer Türk STK’larla birlikte, 1992’de ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından terör örgütü olarak kabul edilen bir yapı olan “İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi” (İBDA-C) olarak bilinen Türkmen-Uygur cephesini de destekliyor.

İBDA-C, Suriye’de faaliyete geçmeden ve “Türkmen” Uygurları desteklemeden önce Türk topraklarında ve özellikle Anadolu’da var olan bazı Alevi derneklere yönelik terör saldırıları düzenlemişti.

Türkiye yanlısı Uygur cihadının destekçileri arasında bugün, Türkmen-Uygur cihatçılara 35 yardım konvoyu gönderen, kötü namlı “Bozkurtlar” (Ülkü Ocakları) da yer alıyor. Gönderdikleri TIR filosu iki ay önce Suriye’nin kuzeyine gidiyordu.

Hatta Bozkurtların lideri Selami Aynur, Mart 2014’te Halep’te Türkmen-Uygur taburuyla faaliyet gösterdiği sırada Beşar Esad’a bağlı güçler tarafından öldürüldü.

Sukhoi 24M jetinin Rus pilotunu ve pilotu almak için derhal bölgeye giden helikopter pilotlarını öldüren kişi de, yine Türkmen cihatçılarla birlikte hareket eden bir Türk milliyetçisi olan Alparslan Çelik’ti.

BİR 'ARKA BAHÇE' OLARAK BALKANLAR VE ALMANYA'DAKİ TÜRKLER
Ancak, Almanya’da da Türkmen-Uygur cihatçıların dış finansmanının güçlü bir ayağı hala bulunuyor.

Üstelik iki ay önce, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye, Balkanlar’daki tüm Müslümanları korur” demişti.

Bu sözler, Türk liderin Almanya’daki Türk ve Türkmen topluluğa verdiği role açık bir atıftır. Bu topluluğun, yakında açıkça patlayacak olan Balkan cihadı ile, Anadolu’dan Çin sınırlarına uzanan Pan-turancı, Sünni ve milliyetçi Türk ilerlemesinin gerçek ekseni olan Suriye’deki savaş arasındaki stratejik bağlantı için para toplama, destek, saklama ve militan toplama üssü olarak kullanılması hedeflenmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zihninde, Balkanlar zaptedilemez bir arka hat olacak, Almanya’daki Türk-Uygur topluluğu birincil eksen olarak rol üstlenecek, bu sırada Suriye’de Sünni ve Türkmen-Uygur dünyalarını birleştirmek için tasarlanmış olan atılım operasyonları, hazırlanılan bu yeni savaşın “ağırlık merkezi” olacak.

Almanya’da 3 milyondan fazla Türk yaşıyor. Bunların 2,5 milyondan fazlası Alman vatandaşlığına sahip. Bu nüfusun yüzde 75’inden fazlası milliyetçi-İslamcı bir tutum benimsiyor.

Almanya’daki Türklerin yüzde 80’i sosyal yardımlarla geçimini sağlıyor ve sadece yüzde 20’sinin düzenli bir işi var.

Uygurların artık Alman vatandaşı olan tarihsel lideri Dolkun İsa sayesinde Almanya’da kaç Uygur’un yaşadığı bilinmiyor. Muhtemelen toplam sayıları bugün 25 binden fazla ve hepsi de siyasi olarak faal durumda.

DEMOGRAFİK YAPI DEĞİŞTİRİLİYOR
Suriye’nin kuzeyinde, özellikle Halep çevresindeki iki küçük kasaba olan Cisr eş-Şuğur ve Zanbak’ta Uygurlar, biz Batılıların “göçmen” dediği kişilerin terk ettiği köylere yerleşiyor.

Dolayısıyla, askeri olarak faaliyet yürütülemediği durumlarda nüfus yapısı değiştiriliyor.

Uygurlar Halep çevresinde her şeyden önce “Rus ajanları” öldürmek amaçlı “kirli işleri” yürütüyor.

AB’ye ve AB’nin boş amaçlı ve aslında var olmayan dış politikasına geri dönmek gerekirse, Türkiye hala Almanya’daki Türklerin faydalı olacağına inanıyor. Buradaki amacı, ikili İslamcı ve milliyetçi çağrışımlarıyla, ister Müslüman Kardeşler ile ister bu yapının en yeni cihatçı yavrularıyla bağlantılı olsun, “seküler” olarak adlandırılan Türk İslamcılarını da birleştiren ve radikalleştiren Osmanlı İmparatorluğu mitini ve hayalini yeniden inşa etmek.

NUSRA CEPHESİ'NİN ETKİSİ
Bir kez daha, eski, tarihi Kaiser Wilhelm mitiyle karşı karşıyayız. Wilhelm, Arabistanlı Lawrence’ın alter egosu ve düşmanı olan diplomat/gizli ajan Max von Oppenheim ile birlikte bütün Britanya İmparatorluğu’nu istikrarsızlaştırmak için küresel cihadı planlamış ve düzenlemiş; daha sonra da Çin’e kadar olan büyük Doğu Asya’ya yayılmak amacıyla Almanya ile “radikal” İslam arasındaki ittifakı kullanmıştı.

Bu, eski Alman emperyal anlamıyla Sarı Tehlike denen durum.

Bugün bile, geçen Nisan’da IŞİD’e katılmak için Türkiye-Suriye sınırını geçmeye çalışırken yakalanan Münih doğumlu 13 yaşındaki Türk bir çocuğun davası vardı.

Geleneksel olarak geçmişte, Şincanlı Uygurlar Afganistan’da Taliban’ı desteklemek için otonom bir tugay olarak savaşmış, Pakistan’da da özellikle “Aşiret bölgelerinde” El Kaide ile birlikte çatışmalara katılmıştı.

Böylece Çin’in bir dostuna, yani Pakistan’a vurarak, dolaylı yoldan, kendi mezhepçi zihniyetlerinde Uygurların “Han gaspçıları” oldukları için reddettikleri aktörlere de vuruyorlardı.

Bununla birlikte, “açık kaynaklardan” elde edilen verilere göre, şu anda Suriye’de bulunan Uygur savaşçıların – “Türkmenler” ile Türkistan İslami Partisi’yle bağlantılı Nusra Cephesi arasında eşit biçimde bölünmüş olarak – sayısı yaklaşık 7 bin ve Suriye cephesinin diğer kesimleri Batı ve Güneydoğudan cihatçı girişine acımasızca kapatılırken bu sayı giderek artıyor.

Coğrafi ve stratejik bakımdan bu, Suriye’deki vekalet savaşında yer alan aktörlerin farklı şekilde mevzilenmesinin bariz bir sonucu.

Diğer “açık” kaynaklar, Şincan’dan Suriye’ye giden “yüzlerce” ve hatta “birkaç bin” Uygur’dan bahsediyor ancak bu rakamlar hala teyide muhtaç.

TÜRK DİPLOMATİK MİSYONLARI MI KULLANILIYOR?
Üstelik, Uygurların Pakistan’dan Afganistan’a, oradan da Suriye’ye uzanan ve izi bulunması en kolay geçiş olan rotayı kullanmamak için, Güneydoğu Asya’da Türkiye’ye ait diplomatik misyonları kullanarak Suriye cihadına katıldığına ilişkin kanıtlar giderek artıyor.

Bariz bir şekilde İstanbul’da, en az 20 bin faal unsurdan oluşan ve Bozkurt milliyetçiliği ile AKP arasında duran büyük ve çoğu zengin bir Uygur diasporası var.

Uygurlara ait bir dizi dernek, fon toplayarak, Suriye’de hem Nusra Cephesi’ne bağlı olan hem de İdlib ve Halep çevresinde doğrudan Türkmen cihadı içinde faaliyet yürüten Çinli cihatçıları maddi olarak destekliyor.

Erdoğan, İstanbul belediye başkanı olduğu dönemde, 1930’larda Şincan’daki İslamcı direnişin eski lideri olan İsa Yusuf Alptekin adına bir anıt ve bir park inşa ettirmişti.

Belki de bu yüzden, Çin, Halk Kurtuluş Ordusu’nun yurtdışında askeri operasyon yürütmesinin önünü açan bir yasayı onaylamanın yanı sıra, Cibuti’deki özerk askeri üssünü yeniden düzenliyor ve Silahlı Kuvvetleri'ne “çöl bölgelerinde” ve “bilinmeyen bölgelerde” tatbikat yapması için talimat veriyor.

Suriye’ye giden Uygurlar, Pakistan ve Afganistan arasındaki sınıra genellikle aileleriyle birlikte ulaşıyor.

ÇİN SURİYE'YE MÜDAHALE EDER Mİ?
Cihada giden yolculuğun maliyeti çok yüksek ve her bir ailenin “gönderilmesi” için yaklaşık 35 bin ABD dolarını geçiyor. Bu tutar, Türk STK ağları tarafından, kendi fonlarıyla, Almanya’daki Türklerden cami bağışları adı altında toplanan meblağlarla veya çeşitli Türk İslamcı grupların Afganistan, Pakistan ve özellikle Çeçenistan’daki temsilcilerine gönderdiği paralarla karşılanıyor.

Elbette kesin bir hesaplama yapmak zor ancak Çinli “zengin” cihatçıların karşıladığı küçük pay dışında bu fonların yılda 4,5 milyon ABD dolarını bulduğu iddia ediliyor.

Ancak Suriye’ye giden Uygur cihadı için referans noktası, özellikle Suriye’deki savaşın mevcut aşamasında İdlib bölgesinde faaliyet yürüten Nusra Cephesi.

Türkmenler doğrudan Türkiye tarafından destekleniyor ve bu cihadın saflarına katılan Uygurlar o grubun operasyonel hattı içinde kaynaşıyor.

Elbette, çoğu zaman olduğu gibi bu, özellikle ağır kayıpların verildiği zamanlarda, cihatçıların bir gruptan ayrılıp diğer bir gruba katılmasını engellemiyor.

Hal böyleyken kabul edilebilir sınırın ötesine geçen bu durum, Çin’in – “Esad’ın talep etmesi durumunda” (Eylül 2015’te açıklandığı üzere) – Suriye’de yaşanmakta olan büyük küresel vekalet savaşına doğrudan kendi askerleriyle katılmasına yol açabilir.

Böyle bir durumda Çin bir yandan hep işine yarayan tecrit durumunu tehlikeli bir şekilde kırmış olacaktır ancak diğer yandan Doğu Türkistan’da Şincan’dan Çin’in kuzeyinde nükleer füze savunması ve elektronik istihbarat ve siber faaliyetleri açısından stratejik öneme sahip bölgelerin güvenliğini sağlama imkanı bulacaktır.