CHP’ye şaşırmak şaşırtıcı mı?

CHP’nin seçim bildirgesi 24 Mayıs’ta açıklanacak. Ama cumhurbaşkanı adayı İnce’nin Gelecek Bildirgesi çerçeveye ilişkin fikir verdi. Bildirge ekonomi başta olmak üzere temel konularda ‘sermaye odaklı’ bir programın izleneceğini taahhüt ediyor.

soL

Muharrem İnce’nin Gelecek Bildirgesi’ni yadırgamayanlar bugün aday listesi kompozisyona şaşırdı mı? CHP ‘normalleşme’nin yan etkilerini azaltma garantisi vermeye çalışıyor. Ekonomide de siyasette de ‘sermaye odaklı’ olmaktan vazgeçilmeyeceğine yönelik mesajlar güçlü. Tüm bunlar şaşırtıcı mı? Elbette değil. Ancak Gelecek Bildirgesi’nin ekonomi bölümlerinin AKP iktidarının 10. Kalkınma Planı’nın doğrudan izdüşümü olmasına, seçilebilecek yerlerden aday gösterilen kadın vekil sayısındaki keskin düşüşe yani ölçünün bu kadar şaşmasına şaşırmanın makul bir yanı da bulunuyor. 

CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, Cumartesi günü Samsun’da “Gelecek Bildirgesi” adını verdiği seçim manifestosunu açıkladı. Hukuk, demokrasi, ekonomi, dış politika ve eğitim olmak üzere beş “sütun” üzerine kurulu olduğu belirtilen bildirgede en ağırlıklı bölümün ekonomi olduğu görülüyor. 

19 Mayıs günü ve sahnede hediye edilen bisikletle tur atarken açıklanmış olması bildirgeye ilişkin değerlendirmeleri gölgeledi. “Çağdaş”, “laik”, “özlenen normalleşme”ye ülkeyi götürecek liderin “ekonomi” programının büyük ölçüde AKP iktidarı döneminde, AKP bürokrasisi tarafından hazırlanan 10. Kalkınma Planı ve devamında kısmen uygulanmaya çalışılan “politika dokümanları” ile örtüştüğünün altını kuvvetli biçimde çizmek gerekiyor. 

İnce’nin özellikle gençlere hitap ederken kullandığı “teknoloji, tasarım, marka” vurgusu da aynı yerden besleniyor ve geniş yığınlara seslenme kaygısından ziyade sermayeye güvence verme çabasını, ekonomide AKP iktidarının “devamı” olma konusunda güçlü bir taahhütte bulunma arzusunu yansıtıyor.

EKONOMİDE ÇIKIŞ ARAYIŞI KİMİN İÇİN?
Gelecek Bildirgesi’nin ekonomi bölümünde yer verilen hedeflerin önemli bir bölümü Türkiye kapitalizminin yaşadığı sıkışmadan çıkması için 2012 yılından bu yana AKP iktidarı da dahil olmak üzere düzenin değişik aktörleri tarafından gündeme getirilen, uluslararası sermaye kuruluşlarının değerlendirme ve tavsiyeleri arasında yer alan, büyük sermaye grupları ve düzen partileri arasında bir “uzlaşma”nın sağlandığı başlıklar. Aslında çok aşina olduğumuz “yapısal reformlar” kapsamında ifade edilenler, Türkiye’ye yeni bir büyüme modeli önerenlerin sıkça işaret ettiği ve kesinlikle “sermayeye çıkış” sunan bu çerçeve İnce’nin programının da omurgasına yerleşmiş. 

CHP’nin iktisatçı kadrosu, Bilim Akademisi’nin bileşimi ve düşünsel hattı gibi unsurlar göz önünde bulundurulduğunda böyle bir programın ortaya çıkmış olması hiç şaşırtıcı değil. Örneğin Selin Sayek Böke, u ekolü en iyi temsil eden isimlerden biri ve tam da bu nedenle yeniden aday listesinde de yer verildi.

2002-2007 dönemi ekonomide atılan adımları, “Derviş reformları”nı sahiplenen, ancak bu “dönüşüm”ün aslında nihai sonucu olan bugünü AKP iktidarının tercihleriyle açıklayan bir yaklaşım uzun süredir “muhalif yaklaşım” olarak önümüze sürülüyor. Piyasayı sorgulamadan, kapitalizmi ve sermaye ilişkilerini sorgulamadan AKP’nin ekonomi bilgisizliği, teknik beceriksizliği ve tek kişi yönetiminden kaynaklanan anomalilere işaret ediyorlar. 

Merkezinde piyasanın durduğu, planlamanın olmadığı, sanayi politikası gibi “arkaik” konulara mümkün mertebe değmeden “üretim odaklı” ekonomi salık veriyorlar. AKP iktidarının ürettiği politika dokümanlarında eksiği yok, fazlası var. “Üretim odaklı ekonomi”nin etrafına inşa edilen bloklar kastın hiç tereddütsüz “sermaye odaklı” bir ekonomi olduğunu açıkça gösteriyor. 

BİLDİRGENİN ‘SERMAYE RUHU’
Gelecek Bildirgesi’nin öne çıkan ekonomi başlıklarının hemen hepsi 2012 yılında hazırlanan 2013-2018 dönemini kapsayan 10. Kalkınma Planı’ndan ve onun devamı niteleğindeki “dönüşüm programları”, “strateji belgeleri” başta olmak üzere politika dokümanlarında yer alıyor. 2019-2023 dönemini kapsayan ve hazırlıkları süren 11. Kalkınma Planı’nda aynı başlıkların, Sanayi 4.0 gibi bazı “popüler” başlıklar eklenerek yer alacağı, ön çalışmalardan görülüyor. 

“Yaratıcılık ve girişimcilik teşvik edilecektir.”

Sadece Türkiye’de değil, uluslararası sermayenin yeni teknoloji şirketlerini de örnek göstererek kullandığı, özellikle eğitimli genç beyinleri düzene bağlayan motiflerden biri CHP bildirgesinin en temel önermelerinden biri. Türkiye’nin 3 milyonu aşan şirketlik sermaye evreninde ilk 500 firmanın ve aslında onlarla ifade edilebilecek sermaye grubunun ekonominin yüzde 40’ını kontrol ettiği, bu oranın AKP’li yıllarda arttığı gerçeğini göz ardı edip “girişimcilik” vaadi tekrarlanıyor. Bu konuda AKP iktidarı belgelerinin ne vurgu eksiği var ne de uygulama.

“Ekonomiyi düzenleyen temel kurulların özerkliği yeniden tesis edilecektir.”

2001 krizi sonrası yaşanan “dönüşüm”ün en önemli araçları “düzenleyici kurullar” oldu. Enerjide EPDK’dan, Şeker Kurumu’na çok kritik düzenlemeler bu kurullar aracılığıyla yapıldı. BDDK, SPK, TCMB gibi kurumların rollerinin yeniden tanımlanması ve piyasanın sermaye ihtiyaçları doğrultusunda yeniden daha “kurallı” hale getirilmesi taahhütlerin başına yazılmış durumda. 

“Merkez bankası para politikasını bağımsız bir şekilde uygulayacaktır.”

Merkez bankası bağımsızlığı, 2008 krizi sonrası kapitalist dünyada bir bütün olarak aşınmış bir kavram. Bir ekonomi politikası bütünlüğünden bahsetme, söylemde bile olsa para politikası, maliyet politikası, sanayi politikası entegrasyonuna işaret etme çabasına bile girilmemiş olması ilginç. İşin bu boyutu finans sermayesine düz ve doğrudan mesaj olarak düşünülebilir.

“Finansal sistemimizin standartları ve finansal yatırımların güvenliği esastır.”

Finans sermayesine borçların iptali, finans sektörünün taşıdığı risklere kamucu bir perspektifle müdahale edecek herhangi bir uygulamanın düşünülmediği, bankacılık sektörünün yüksek karlılığının garantisi olunacağı ifade ediliyor. Sektörün bile bile göze aldığı, Ersin Özince gibi isimler tarafından bir şekilde itiraf bile edilen “vade uyumsuzluğu” başta olmak üzere her tür riskin emekçilere fatura edileceği vurgulanıyor. 

“Hedefimiz Türkiye ekonomisinin her yıl en az yüzde 7 büyümesidir. Başta dış yatırımcılar olmak üzere her türlü yatırımcı için şart olan öngörülebilir ve güvenilir yatırım ortamı oluşturulacaktır.”

Kapsamlı ve planlamaya dayalı bir sanayi politikası, elbette kamu eliyle yürütülen bir program olmadan Türkiye’nin yüzde 7 büyümesini vaat etmek, bugünkü sanayi altyapısıyla uluslararası sermaye ve büyük sermayeye AKP’nin 16 yıl boyunca yaptığını yeni mekanizmalarla yapma sözü vermek anlamına geliyor. Çünkü aklı başında herkes bugünden yarına “üretim” yoluyla böyle bir büyümenin gerçekleşemeyeceğini, uygun sanayi üretim kapasitesi ve organizasyonu olmadığını biliyor. 

“Kişi başına düşen milli gelirimizi ilk etapta 15,000 dolar düzeyine çıkartarak orta gelir tuzağından kurtulacağız.”

Yine AKP iktidarı dönemi politika dokümanlarının ortak ve “cazip” başlıklarından biri, “orta gelir tuzağı.” Gelir eşitsizliklerini dikkate almadan sadece kişi başı milli gelir hedeflemesi yüzde 7 büyüme hedefiyle benzer bir içeriği taşıyor. Borçlanarak, dış bağımlılığı artırarak, tüketimi özendirerek bu “rakamı” yakalamak mümkün. Nitekim AKP iktidarının 2002 yılında 3 bin 500 dolar civarındaki kişi başı milli geliri, 10 bin doların üzerine taşımasındaki “başarı”nın sırrı burada yatıyor. 

“Kamu kaynaklarının etkin kullanımıyla bütçe dengesi makul hale gelecek, üretim ekonomisiyle ihracat artacak ve dış ticaret açığı sürdürülebilir düzeylere düşecektir. Kontrolsüz kamu harcamalarıyla bozulmuş olan bütçe dengesinden kaynaklanan enflasyon yüzde 5’e, faiz yüzde 7’ ye düşürülecektir. Cari açık hedefimiz yüzde 3’tür.” 

Türkiye’nin dış ticaret yapısı ve tercihleri değerlendirilmiyor. AKP’nin politika dokümanları ve son dönem teşvik düzenlemelerine “yerli üretim”in artırılması olarak giren, CHP bildirgesindekinden daha “gelişkin” görünen çerçevenin temel sorunu yine “sermaye odaklı” olması. Tercih edilen sektörler, özellikli “dışa açıklık” veri alınarak yapılan önceliklendirmeler, ithalatı azaltmayı sağlamayacak, en fazla ithalatın kompozisyonunda değişim yaratacak denilebilir. Keza enflasyon hedeflerinde de sanayide uluslararası sermayeye bağımlılık sorgulanması gereken bir konu olarak öne çıkıyor. 

“5 yıl içerisinde en az 5 yerli markayı dünya markası haline dönüştürmeyi hedefleyen Ar-Ge ve teşvik politikaları uygulanacaktır.”

Sermayeyi fonlamaya, kaynak aktarmaya devam edileceği vurgulanıyor. “Dünya markası” olan Arçelik/Beko’nun, Vestel’in “ekonomiye maliyeti” göz ardı ediliyor. 

“Ekonomik vizyonumuz, tasarım ve katma değeri yüksek üretim odaklı olacaktır. Girişimcilik merkezleri oluşturulacaktır.”

AKP iktidarı döneminde çokça vurgulanan, pek çok düzenleme yapılan, 2023 hedeflerinin en önemli unsurlarından biri tekrar ediliyor. “Katma değeri yüksek” üretim Türkiye sermayesi için daha fazla yerli girdi kullanmaktan ziyade emekgücü maliyetlerinin düşürülmesi anlamına geldi. Muhtemelen önümüzdeki dönem için de eğitimli emekgücü başta olmak üzere bu konuda yeni olanaklar yaratılması beklenecek.

“Dünyanın gelişmiş ülkelerinde neredeyse 10 yıldır devreye girmeye başlayan “dördüncü kuşak endüstrinin”, yani Endüstri 4.0’ın gerektirdiği üretim yapısı ve teknolojisi geciktirilmeden ülkemize kazandırılacaktır.”

Endüstri 4.0, Türkiye açısından en önemli ticaret “partneri” ve sanayi altyapının “görünmez” sahibi Almanya’dan daha fazla yatırım malı, makine-teçhizat ithal edileceği anlamına geliyor. 

“Jeopolitik konumumuzu da kullanarak Türkiye’yi lojistik üs haline getireceğiz. Bütün gelişmiş ekonomilerin yoğun biçimde kullandığı demiryolu taşımacılığı modern yöntemlerle Türkiye genelinde geliştirilecektir. “Demiryolu ve Otoyollar Entegre Projesinin” ilk etabında Samsun – Mersin Demiryolu ve otoyolu projesi başlatılacaktır. Ulaşım altyapısı geliştirilirken önceliklerimiz,  ihtiyaç ve kaynak dengesine göre belirlenecektir.”

Sermayenin bile konjonktürel olarak tolere edebileceği tek başına demiryolu vurgusundan bile çekinildiğine dikkat çekmek yeterli.