Türkiye, atletizm, doping ve bir federasyon başkanı...

İsmail Topkaya

Blog: Spor

Son günlerde Atletizm sporu ve ilgili Federasyon, daha önce yaşanan benzer vakalara bir yenisinin daha eklenerek bazı atletlerin doping yapmış olduklarının uluslararası ilgili kurumlarca tescil edilerek kazandıkları madalyaların geri alınması ve uzun süreli men cezalarına çarptırılmış olmaları nedeniyle ile gündeme gelmiştir.

Daha önce aynı gerekçeler ile birçok milli atletin doping yapmış oldukları ve bu nedenle çeşitli cezalara çarptırıldıkları, yarışmalarda elde etmiş oldukları derecelerin iptal edildiği bilinmektedir. Çünkü bunların hepsi basına yansımış, ilgili birimlerce haklarında işlem yapılmak zorunda kalınmış olay ve olgulardır.

Aslında son yıllarda artarak devam eden doping olaylarının hem genel spor değerleri, hem de spora ilişkin özel ve öznel uygulamalar ile ilişkilendirilmesi mümkün. Doping olgusu biyolojik bir vaka olup, asıl olarak biyolojik olmayan “doping ihtiyacı” asıl üzerinde durulması gereken spor sosyolojisi alanlarıyla ilişkili nedensellikleri olsa gerektir.

Doping, tüm spor dalları için o spor dallarının özelliği ve özgünlüğü ile ilgili olarak farklılık gösteren ama son tahlilde sporcuların kullandıkları veya kullanmak zorunda bırakıldıkları yapay başarı yöntemleridir. Sağlıklı ve etik olmadığı bir yana, genel ve özel sağlık açısından yaşamsal açıdan oldukça riskli uygulamalardır. Bunlar bilindik şeylerdir.

Bilinmedik şeyler ya da bilinmesi istenilmeyen şeyler ise şunlardır; Atletizm ve diğer tüm spor dallarında dopingi anlamak ve açıklayabilmek için öncelikle siyaset ve spor, iktidar ve spor, rejimler ve spor, ekonomi ve spor, ticaret ve spor ilişkilerini iyi anlamak ve açıklayabilmek gerekir.

Kabul edelim ki; Akademiler (spor yüksekokulları, spor enstitiüleri, fakülteler bağlamında) öğretim elemanı, öğrenci ve derler bağlamında bunlara anlatacak ve bunları anlayacak içerikten yoksun bir işleve ve/veya işlevsizliğe sahiptirler. Çünkü “spora siyaset karıştırılmasın” veciz lafı ve buyruğu ile koşullandırılmış spor aktörleri, esasen spora sol politikanın / politikanın sporunun sorgulayıcı ve toplumsal spor paradigmasının çok uzağındaki kişilerden oluşmaktadır. Bu elbette fukaralığın ve despotizmin ürünü ama aynı biçimde nedenleridir de. Spor piyasası ve camiası ise zaten genel olarak berbat durumdadır. İşin asıl kötülüğü ve kötülerin buluşma ve kesişme noktasıdır spor piyasasıdır. Özetle gelinen noktada spor adına olan bitenlere sistematik olarak eleştiri getirebilecek, karşı duracak ve hatta müdahale edecek bir spor toplumu oluşturmadıkça, spor bir sömürü aracı olmaya, iktidarları besleyen ve beslenenlerin iktidar olmaya devam ettikleri en kullanışlı araçlarından birisi olmaya devam edecektir.

Doping problematiğinin böylesi bir açı ile değerlendirilmesi gerekirken, bir bakıyorsunuz Atletizm Federasyonu başkanının açıklamalarının içinde “şaka gibi” denilecek düzey ve içerik ifadeler söz konusu olabiliyor. Anlıyorsunuz ki; Meselenin yani doping meselesinin ontolojik olarak açıklanabilmesinin çok uzağında durulmaktadır. Böyle olunca açıklamalar ve sözüm ona çözümler de fiilen işin içinde olunmasına rağmen, entelektüel kavrayış açısından çok uzakta kalındığının bir yansıması olmaktadır.

Örneğin federasyon başkanı, son olarak iki atletin uluslararası düzeyde daha önce elde etmiş oldukları derece / başarılarının doping nedeniyle iptal edilmiş olmasının açıklanmasından hemen sonraki yaptığı ilk basın toplantısında aşağıda özetlenen cümleleri sarf etti;

“Çok fazla tedbir alıyoruz ama yine de bu işle ilgili girişimlerin olduğunu tahmin ediyoruz ve bununla ilgili duyumlar alıyoruz. Sıfır tolerans politikasıyla devam etmeseydik, Rusya gibi olimpiyatlardan men edilen bir ülke olacaktık. Oysa biz olimpiyatlarda yarıştık”.

“Dünya ve Avrupa şampiyonalarında sadece finale kalmak için değil, lider olmak için koşan bir ülkeyiz".

"Hiçbir sporcunun veya antrenörün buna leke sürmesine izin vermeyeceğiz. Bugünden itibaren, bugünü milat kabul ederek, bundan sonra dopinge bulaşan hangi sporcu olursa olsun, dönüş prosedürlerini de tamamlasa, Türk Milli Takımında yeri olmayacak. Sadece sporcu değil, bundan sonra sporcusu dopingli çıkan hiçbir antrenör de milli takım kadrosunda, kampında yer alamayacak. Bunu bugün itibarıyla yürürlüğe sokuyoruz."

Siz bu ifade edilen cümlelerde bir analiz, değerlendirme ve sorgulama görüyor musunuz? Uluslararası ve olimpik düzeyde bir atletizm ülkesi olan Rusya kıyaslamasındaki karalamada kendilerinin “anlaşılır ve olağan” karşılanması gereği çabasındaki küçülmeye ne demeli? Buna karşılık hamaset yüklü bir savunma ve kendisine değer biçme söz konusu değil midir? Üstelik şimdiye kadar yapmadığı ama artık yapacaklarını açıkladığı, son doping skandalını milat kabul edeceklerini açıklayarak dopinge bulaşan sporcu ve ilgili antrenörleri tamamen dışlayacaklarını açıklaması yeterince büyük bir yetersizlik göstergesi değil midir?

Sayısını unuttuğumuz kaç sporcusu doping nedeniyle cezalar alan, dereceleri iptal edilen ve uluslararası boyutta çok kötü durumlara düşen bir ülkenin ilgili spor federasyon başkanın açıklamaları olabilir mi bunlar?

"Elvan Abeylegesse ile ilgili mahkeme süreci devam ederken, 2015 yılının 8. ayında biz bunu kamuoyuna açıklamışken ve 2017 de önemli bir seçim süreci yaşarken gündeme gelmiş olması, Türk atletizmine bir katkı değil. Bunun kasıtlı bir işlem olduğunu düşünüyorum ve bundan dolayı üzgünüm. Şimdi neden gündeme geldi, neden flaş haber olarak verildi? Bunu kamuoyunun vicdanına sunuyorum. Gamze Bulut ile ilgili sürecin de 8 ay önce açıklandığını ne hikmetse o da bu hafta açıklandı. Bizim 8 ay, 1,5 yıl önce IAAF a bildirdiğimiz bilgilerin, sıralamaya konulup seçim arifesinde açıklanması, Avrupa’nın da bu kadar ülkemize yüklendiği bir dönemde, bunun gündeme getirilmiş olması manidardır” şeklinde açıklamalar yapan Atletizm federasyon başkanının sanki bir iktidar sözcüsü veya siyasetçisi gibi konuştuğu ortadadır. İktidarın Avrupa’ya yönelik kendini yeniden konumlandırma arayışının ve son olarak da referandum stratejisi bağlamında Almanya, Hollanda atışmalarına oldukça paralel ifadeler kullanıyor olması yanında asıl mesele olan doping nedeniyle kendisini, federasyonunu ve çok daha önemlisi izledikleri spor ve atletizm politikalarının / politikasızlıklarının çok uzağında durduğu, buna karşın kendilerini ve izledikleri yolu ne denli “kutsadığı” ve toz kondurmadığı ortadadır.

Bizim açımızdan, bilimsel ve beşeri doğrular bağlamında derin analizlere dahi gerek yok. Niçin çünkü ortalama demokratik her toplum ve her ülkede bir federasyon başkanı, milli takım düzeyinde uluslararası boyuttaki yarışmalarda birçok sporcusu doping nedeniyle cezalandırılırsa istifa eder ve hatta bununla da kalınmaz hakkında soruşturma başlatılır.

Başka bir örnek üzerinden giderek, entelektüel fakirliğimiz ve evrensellikten uzak oluşumuzun aslında bilinen ama bilmezlikten gelinen kasaba kurnazlığına değinelim.

Atletizm Federasyonu başkanı Türkiye uyruğuna geçmiş yabancı uyruklu atletleri "devşirme" sporcular olarak tanımlıyor. Bunu yaparken, üç beş yıl öncesinden Türk vatandaşlığına geçilmiş olmasına ve dört sporcunun atletizme Türkiye’de başladığının altını çiziyor ve şöyle konuyor;

"Şu an yarışan devşirme sporcuların hepsi dört yıl önce ülkemize getirilen sporcular. Bunların tamamı belli prosedürleri tamamlayarak ülkemize gelmiştir. Hatta aralarından dördü ülkemizde lisans çıkararak spora başladılar. Hiçbir devşirme sporcu, bugüne kadar federasyon ya da kulüp bütçesinden tek lira ödenerek alınmamıştır, bu sevindirici bir şeydir. Ülkemize daha önce gelen bir sporcunun, ülkemize gelip gittiğinde giydiği eşofmandan, harcırahından etkilenerek, buraya gelmek isteyen sporcular var. Bunların aralarından seçilerek dört sporcu alınmış, bu alınanlar da yarışan ekip”

En vasat açıklamadan başlamak gerekirse, atletizme Türkiye’de başlayan Afrikalı sporcu adayları hangi Atletim projesinin bir ürünü olarak gelmişler veya davet edilmişlerdir? Şampiyon atlet sporcu çıkarabilmenin sporcu aktörleri Türkiye’de yok mudur? Dahası yarışmış, madalya almış ve dopingden yakalanmış olanlar arasında Türkiye’de Atletizme başladığınızı söylediğiniz sporcular var mıdır?

Bu aslında “devşirme” ifadesinin için doldurmak için edilmiş bir ifade olup, “devşirme atlet” ifadesindeki yanlışlığın esasen farkında olunduğunun da bir kanıtıdır.

Bilindiği üzere devşirme isteğe bağlı olmadan/zorla alınan, alıkonan çocukların alan veya alıkoyanın kendi geleneklerine ve kültürüne göre yetiştirdiği yabancı kökenliler ile ilgili bir kavram ve ifade olup, milli takımda yer alan yabancı uyruklu sporcular ve özellikle Atletizm milli takımındaki yer alan birçok atlet için kullanılamaz. Bu bağlamda atletizm milli takımında yer alan yabancı uyruklu atletler devşirilmiş sporcular değillerdir.

Bir süreliğine para, mal ya da başka bir ücret karşılığı belli bir amaç için uyruk değiştirmesi sağlanmış veya çift vatandaşlık edinmiş/verilmiş sporculardır. Buna bir ölçüde “sporda emek göçü” ya da tam olarak “performans satma ve satın alma” uygulaması demek daha doğru olur. Devşirme ise “zorla alma” kısmı hariç, yetiştirme bağlamında daha değerli bir durumu yansıtır. Çünkü devşirmede bir emek ve bir yetiştirme süreci söz konusudur (http://sendika18.org/2016/07/2016-avrupa-atletizm-sampiyonasinda-turkiye...).

Bir kişinin devşirilmiş olması için devşirilme amacına uygun olarak getirilmiş veya kabul edilmiş olması ve dahası getirilmiş/kabul edilmiş ülkenin topraklarında yetiştirilmiş olması gerekir. Bu da doğal olarak devşirilecek kişinin küçük yaşlarda olmasını gerektiren bir şeydir. Oysa Türkiye vatandaşlığına geçirilen atletlerinin hepsi atlet olarak ve atlet oldukları için kabul edilmiş sporculardır. Bunun birkaç yıl önce gerçekleşmiş olması bu gerçeği değiştirmez. Bunlar olsa olsa "lejyoner sporcu" olabilirler. Yani para karşılığı o ülke adına yarışan sporcular. Ayrıca başkanın ifadesiyle; “Tamamının odalarında, evlerinde Türk bayrağı asılı” olması onların devşirme olduklarının göstergesi değil, Türkiye’yi sevdiklerinin veya içinde bulundukları koşulların bir gereği göstergesi olabilir ancak ama bunun konu ile zaten ilgisi yoktur?

Uyruk değiştirilerek ve daha çok da çift uyruklu hale getirilerek yarıştırılan sporcular ülkesi olmak endüstriyel sporun neden olduğu “spor emek göçleri” meselelerinden birisidir. Onlarca mutlu spor emek göçü vakası varken, binlerce de mutsuz ve hatta sporun emek köleliği vakasına neden olan pratiği vardır. Burada üzerinde durulması gereken olgu şudur; Ülkeniz adına yarıştırmak için uyruk değişikliğine gittiğiniz sporcuları “milli” olarak değerlendirmek ile, uluslararası arenada varlığınızı belgelemek için meşru saydığınız bu uygulamayı nasıl ve niçin içselleştirdiğiniz meselesidir. Dahası o sporcuların artık gerçekten bir yurttaş / vatandaş olup olmamasıdır. Bu da o kişilerin tam olarak geldikleri ülkeye yerleşmiş olmaları ile ilgili olsa gerektir.

Burada mesele elbette “yabancı uyruklu atlet” olgusu değildir. Mesele salt bu iş için uyruğu değiştirilmiş atlet meselesidir. Yani mesele genelde spor, özelde atletizm politikasının yanlışlığına dair bir spor politikası eleştirisidir. “Oyunun kurallarına göre oynamak” meselesi falan değildir bu… Bu düpedüz aldatmacadır. Aldatılan ve aldanan aynı kişilerdir. Türkiye halkı ve Türkiye atletizmi aldatılmaktadır. Çünkü “Başarılı olalım da nasıl olursa olsun olalım” kolaycılığı, sahteliği, tembelliği, uyanıklığı sizi bir yerden daha iyi bir yere taşımamaktadır. Bu defalarca kanıtlanmış bir yaklaşımdır. Liberal ve piyasacı spor anlayışı, her şeyi üretmeden ve yetiştirmeden elde edeceğini sanma, her alanda olduğu gibi sporda da “yalan bir dünyadır”. Emek verdiğin, yetiştirdiğin ürünler seni yüceltecek, mutlu edecek ve refaha kavuşturacaktır. Spor alanında, endüstriyel sporun bir uzantısı olarak uluslararası arenada boy göstermenin yollarından birisi madalya satın almak olabilir belki ama bunun sürdürebilirliği ve senin toplumuna ve geleceğine olan yatırım ile hiç ilgisi yoktur. Asıl iş senin ülkende atletiz yapan nüfusun genel nüfusa oranının yüksekliğidir. Ve bunun yanı sıra yarışmacı atletizm nüfusunun karşılaştırmalı niteliği ve niceliğidir (http://sendika18.org/2016/07/2016-avrupa-atletizm-sampiyonasinda-turkiye...).

Yukarıda yer almış olan “Hiçbir devşirme sporcu, bugüne kadar federasyon ya da kulüp bütçesinden tek lira ödenerek alınmamıştır, bu sevindirici bir şeydir” ifadesi kullanan birisine ise “harcanan para kimin parası peki?” diye sormanın bir anlamı olmasa gerek. Ama daha ilginci demek ki; Federasyon kasasından çıkmadığı sürece para harcanan kişilerin daha “geçerli” olduğu bu durumda yetiştirme lafının bir hikayeden ibaret olduğu ve çok daha önemlisi harcamaların ilgili federasyon tarafından yapılmadığı durumda dışardan atlet transfer ilişkilerinin nasıl yürüdüğü ve yürütüldüğüne ilişkin bir gösterge de olsa gerek.

2016 Avrupa Atletizm Şampiyonası sonlandıktan sonra, takım halinde dördüncülüğü “kazanmış” olan Türkiye takımı ile ilgili olarak, Atletizm Federasyonu başkanı; “2016 Avrupa Şampiyonası’nda kazandığımız madalyalar doping nedeniyle iade edilen madalyalar da dahil şimdiye kadar kazanılan tüm madalyalardan daha fazladır” diye bir açıklama yapmıştı. Yani 2016 yılı Avrupa şampiyonasındaki başarının altını bu şekilde çizmişti.

2016 Atletizm Milli Takımı’nda kazanılan 12 madalyanın 9 tanesinin “yerli” ve “milli” olmayan ve bir süreliğine vatandaşlık verilen atletler olduğunu izah etmek için de; “Oralarda kiminle yarıştığınız değil ve nasıl yarıştığınız ile değil, çalınan marşın ve göndere çekilen bayrağın kimin olduğu ile ilgileniyorlar” türünden bir anlayışla gerekçelendirmişti.

Son olarak 2017’de IAAF tarafından Uganda'nın başkenti Kampala'da 27'ncisi düzenlenen Dünya Kros Şampiyonası'nda Türkiye’nin Kenya asıllı 5 milli sporcu ile yarıştığını, karışık takım kategorisinde 3. sırada yer alarak bir ilke imza atıp bronz madalyanın sahibi olduğunu belirterek soralım;

Bu durumda Türkiye atletizmde başarılı bir ülke olmuş mudur?

Ya da çok daha önemlisi; Türkiye bir atletizm ülkesi olmuş mudur?

Yabancıya karşı olmamak başka bir şey, yabancıyı salt günlük başarılar adına ona vatandaşlık verip adını değiştirerek yarıştırmak başka bir şeydir.