İsyanın iki yüzü: Hepinize hayır!

İsmail Sarp Aykurt

Blog: Spor

Her şeyin birbiri içerisine geçtiği ‘girift' bir dönemden geçiyoruz. Siyasi baskının dozajının arttığı ve yanlış ile doğrunun benzer düzlemlerde aksettirilmeye çalışıldığı dönemler bunlar.

Bunun spordaki en güncel örneğini ise dünkü Galatasaray genel kurulu ihraç görüşmelerinde görmek mümkün. Özellikle Galatasaray eski muhabiri, şimdiki üye Kadir Çetinçalı'nın konuşmasının içeriği ve akabinde gerçekleşenler siyaset spor ilişkisinde yeni bir evrenin açımlandığını göstermekte.

Ancak bu oldukça karışık ve ilkesiz bir tarz ile cereyan ediyor.

Öteden beri ve pek çok kez dillendirdiğimiz siyaset-spor korelasyonu, 15 temmuz darbe girişimi sonrası bir ‘sportif istibdat' durumunu aldı. Daha doğrusu, var olan baskı boyut değiştirdi diyebiliriz. Bu anlamda Çetinçalı'nın  siyasi baskı var çıkışı doğru.

Ancak çıkışlarda  doğrular ile yanlışlar birbirine girmiş durumda.

Örnek olsun, Galatasaray’ı Metin Oktay ile tanımlamak doğru bir çıkış olurken, Hakan Şükür isminin bunun ardına konması ve bunun salt sportif bir basari ile sunulması aslında bir çelişkidir. Buna göre, Tevfik Fikret doğru bir isimdir. Ancak burada aydınlanma geçmişi ile övünen Galatasaray’ın “yiyin efendiler yiyin” diyen okul müdürü Tevfik Fikret'in kulübü olduğu iddiasını sürdürülebilmesinin koşullarının asgari bazı ilkelere sahip olması beklenmelidir.

Kulübün şuan için ‘yiyici efendiler' tarafından idare edildiği ve bu düzen içinde bu ilkelerin kurulumunun imkânsızlığı ortadadır. Sonuçta bu sınıfsal bir olgudur ve ‘iyi niyet' ilişkileri ile sürdürülemez.

Bu durumun ticarileşmiş futbol düzeninde Galatasaray ile sınırlı olmadığı da aşikârdır. Dileyen, geçen haftaki futbol zirvesinde sarmaş dolaş ağlayan yüzleri hatırlayabilir.

Ya da bir siyasi partinin referandum oyunu açıklar gibi açıklama yapan güya ‘siyaset ustu bir kurum' olan TFF'nin başkanı Demirören’in evet hezeyanı görülebilir.

Başka bir konu yuhalama meselesidir. Konuşan kafalardan birisinin açılış maçındaki taraftar yuhalamasının bir vefasızlık örneği olarak değerlendirmesi ile Hakan-Arif ikilisinin atılmasına destek oluşu ayrı bir “vefasızlık” örneğini sahiplendiğini göstermektedir.

İşte bu tavır, siyaset konuşmayalım diyen ‘ideolojik' tavırlardandır.

‘Vefa' da ideolojik bir kategoridir.

Konu zaten vefa meselesi de değildir, siyasidir ve bu siyaset vefa grafiğinin apsis ve ordinatı “ihtiyaçlar ve çıkarlardır”.

Bir diğeri ise güncel olarak tartışılan İzmir marşı okunarak ihracı reddedilen gerici futbolculardır ve bu sonuç ile AKP ye gol atılmak ve bağımsız bir kulüp olunduğu ortaya konulmak istenmiştir.

Evet, sonuçta ‘Hakan şükür cemaatin sembolüdür’ diyen zihniyet, Şükür ile ayni masalarda oturmuş milletvekilliği yapmıştır. Bu anlamda sembollerin ayni güruhun sembollerini olduğunun altını çizmek gereklidir. Bu sonuç kulübü ilerici, Fetöcü ya da tam anlamı ile AKP karşıtı yapamamaktadır.

Bu, diğer tüm kulüpler için geçerlidir.

Konuşan tüm kafalar sermayenin temsilcileridir ve emek karşıtıdır. Bu anlamda Hakan’ı attığı golle, Arif’i yaptığı asistler aklamaz ve Metin Kurt'un, Metin Oktay'ın kulübünü “terörist” de yapmaz.

Kulübün olası terörizasyonu, adı başkanlık için geçen ve adaylığını açıklayan cahil sermayedar ve keskin iktidar yanlısı Abdürrahim Albayrak ile mümkün olacaktır.

Aslında reçete bellidir. Hesap sorulması gereken yer tüm kulüplerin sınıfsal aitliğidir.

Yapılması gereken, adı geçen ve dillerden düşmeyen laiklik sözcüğüne tav olup, “laikliğin en geniş cephesinde sermayedarlarla bir araya gelmek” değil, düzen dışı bir örgütlülüğe yelken açmaktır.

Ve unutmamaktır ödevleri; yuhalamaları, tepkileri öncüye örgütlemektir, hangisi ‘halkın takımı’ demek ve düzen içi kriterler üretmek değildir aslolan, işçi takımları için başka bir düzeni örgütlemektir yapılması gereken.

Bunun tersi bir durum ise, ‘kararı düzeltin’ açıklamalarına, ‘bu futbolculara sahip çıkmak kulübe zarar verir’ tehditlerine kapı aralamaya devam edecektir.

Son bir notu daha eklemek gerekli.

15 yıldır iktidarda olanlar hatalarını affettirmediler, affettiremeyecekler. 15 yıldır onlarla birlikte iş gören cemaatler ve tarikat yapılanmaları da aklanamayacaklar.

Bu bağlamda, ne karardan sonra pek ‘duygulanan’ Hakan Şükür ne de “eski” yol arkadaşları bizim için herhangi bir anlam ifade ediyor.

İşte bu yüzden mücadele, hepsine ‘Hayır’ demekle başlıyor.