1968 Mexico City: Sıkılmış yumrukların öyküsü...

İsmail Sarp Aykurt

Blog: Spor

Norman, Smith ve Carlos’un yaptığı eylem, bir olimpiyat nostaljisi olarak değil, tarihsel bir meydan okuma olarak görülmelidir. Ve dün olduğu gibi bugün de çağrı değişmemiştir. Düzeni değiştirmenin, dünyayı ve insanlığı yeniden kazanmanın tam zamanıdır.

1968 yılı, olimpiyatlara ev sahipliği yapılan yıllar arasındadır. Bu defaki adres ise Meksika’dır.  1968 yılının politik sıcaklığı doğal olarak spora da yansımış ve bu yıl, Fransa örneği ile başlayan ve birçok coğrafyaya nüfuz eden öğrenci hareketliliklerinin güç kazandığı, soğuk savaş yıllarının tüm harareti ile devam ettiği özel bir sene olarak geçmiştir kayıtlara. Güney Afrika’da sürmekte olan ırk ayrımcılığı ve buna karşı verilen mücadele ile Birleşik Devletler’de örgütlenen  Siyah Güç Hareketi’de 1968 Mexico City Olimpiyatları’nda etkili olmaya aday gelişmeler olarak öne çıkmışlardır.

1968 Mexico City Olimpiyatları’nda ‘piyasacı’ gelişmeler de vardır. Bavyeralı iki kardeş Adolph ve Rudolph Dassler kardeşler ‘rekabet’ içerisine girmiş ve adı A ile başlayan Adidas’ı, R ile başlayan ise Puma’yı kurmuştur. Kardeşler rakip olmuş, Mexico City Olimpiyatları’na damga vuran bir gelişme de bu iki ‘rakip’ haline gelen şirketin atletlere ödediği büyük promosyon meblağları olmuştur. Bunlar, olimpiyat öncesine damga vuran olaylardandır. Ancak bunlar 1968’i anlatmak için yetersiz kalmaktadır. Fransa’daki öğrenci eylemleri ve ABD’deki üniversite işgalleri, sol değer ve ilkelerin tüm dünyayı kasıp kavurduğu, reel sosyalizmin varlığını sürdürdüğü bir konjonktürde özel bir anlam daha kazanmaktadır.

Mexico City Olimpiyatları bu anlamda sportif başarılar ya da madalyalar ile değil, sıkılmış yumruklarla anılan bir olimpiyat deneyimi olarak tarihe kazınmıştır.

Meksika’da olimpiyatlar öncesi kaotik bir durum hâkimdir. Aşırı harcamalar ve olimpiyat maliyetinin emekçilere fatura edilmesi halkın durumunu daha da kötüleştirmiş, insanlar tepkilerini sokaklara dökülerek göstermişlerdir. Olimpiyat organizasyonu için zamanın parasıyla 150 milyon dolar harcayan burjuva hükümet, yürürlüğe koyduğu politikalarına karşı yükselen işçi ve öğrenci protestolarına bir ‘katliamla’ cevap vermiştir.

1968’in 2 Ekim’inde Mexico City’deki Plaza de Las Tres Culturas’ta toplanan yaklaşık 10 bin öğrenci, eylem çağrısını yapan Ulusal Grev Konseyi’nin taleplerini haykırmaktadır. Kamu düzenine tehdit sayıp tutuklanma gerekçesi addeden 145 sayılı Ceza Yasası’nın iptali, “granaderos” denen polis taktik gücünün lağvedilmesi, siyasi mahkûmların salıverilmesi, emniyet müdürü ve yardımcısının görevden alınması ve aynı yıl Temmuz ve Ağustos aylarındaki mitinglerde ortalığı kan gölüne çeviren görevlilerin bulunması gibi maddeler içeren bir acil talepler listesidir bu. Sokaklara dökülen emekçilerin ve öğrencilerin dillerindeki slogan ise ‘Olimpiyat değil, devrim istiyoruz’ olmuştur.

Ancak akşama doğru asker-polis ortaklığıyla düzenlenen, helikopterden atılan işaret fişekleri ile başlayan, 5 bin asker ve panzerlerden oluşan katliam gücü eylemdeki insanları sıkıştırarak yüzlerce insanın ölümüne neden oldu. Böyle de kalmadı. Katliam sonrasında toplanan ölü bedenler kamyonlara doldurulmak suretiyle götürüldü ve burjuva medyası olayların maliyetini protestoculara yüklemekten de hiç çekinmedi. Olimpiyatlardan çok kısa bir süre önce gerçekleştirilen bu katliam, tarihe ‘Tlatelolco Katliamı’ ismiyle geçmekteydi.

Bu olayın hiç kuşkusuz ki emperyalist örgütler ve Meksika burjuva sınıfının ortak planlanmış bir operasyonu olduğunu dillendirmek gerekmekte.

2 Ekim 1968 günü insanlık için karanlık bir gündür.

Bu tarihten tam iki hafta sonra ise, Ekim’in 16’sında, 200 metre finalinde yarışan Birleşik Amerikalı iki atlet Tommie Smith ile John Carlos ve onlara eşlik eden Avustralyalı sporcu Peter Norman ortak yaptıkları eylem ile tarihi baştan yazmaya karar vermişlerdir.

Bir çift siyah deri eldivenin sağ tekini Smith, sol tekini Carlos eline geçirirken; fakirliğe tepkilerini gösterirler, çıplak ayaklarla kürsüye çıkarak. Siyahların çektiği yoksulluk, siyah çoraplar ile ve ayakkabısız çıkılarak sembolize edilir. Yumruklar havada iken ise dönemin siyahi politik hareketi ‘Siyah Güç’ün selamını verir Carlos ve Smith. Sonraki ifadesinde ise, bunun bir ‘insan hakları’ selamı olduğunu açıklayacaktır dünyaya. 

Smith, siyah bir boyun bağı taşır yanında. Carlos ise boncuk bir kolye takar. Ülkesindeki mavi yakalı işçilerle dayanışmak için montunun önünü açık bırakır. Her üç atlet de aynı armayı taşıyordur göğüslerinde. Carlos’un fermuarı iliklenmemiş eşofman üstü Amerikalı mavi yakalı sınıfıyla dayanışmasını, boynundaki boncuklu kolye de ‘linç ve izole edilmiş insanları’ simgeliyordu. Avustralyalı atlet Norman ise kendi ülkesinin beyazların üstünlüğüne dayalı politikalarının açık bir muhalifi olarak yanı başındadır Smith ve Carlos’un…

Kırılan tüm dünya rekorları yerle yeksan olmuştur, o gün kürsüye çıkan ‘insanlık’tır.

ABD Milli Marşı çalınırken stadyumda, tüm dünya şok içerisinde olanları seyretmektedir.

Kazanan insanlıktır, ancak bu ‘ders’ kimilerine yetmemiştir. Norman, Smith ve Carlos tecrit edilmeye ve kazanımları yok edilmeye başlanmıştır hızlıca.

“Peter, bir beyazdı. O günlerde siyahların haklarını savunma cesareti gösteren, onurlu ve belkemiği sahibi beyaz çok azdı. Peter, Avustralya’ya döndüğünde kimse yüzüne bakmadığı gibi, herkes tarafından yargılandı. Onun da atletizm kariyeri bitti, spor çevrelerinden dışlandı. Tehditler, işsizlik ve tecrit nedeniyle öyle sıkıntılı günler yaşadık ki, üçümüzün de ilk evliliği sona erdi.”

Uluslararası olimpiyat komitesi başkanı Avery Brundage, bu eylemi ‘olimpiyatların apolitik  sportmen ruhuna’ uygun bulmadığını açıklar. Aslına bakılırsa, komite başkanı Brundage, 2. Dünya Savaşı esnasında tanınmış bir Nazi sempatizanıdır. Nazi Almanyası’nda gerçekleştirilen, 1936 Berlin Olimpiyatları’nda ABD komitesinde yaptığı görev, Nazi selamına hissettiği yakınlık ve selamın bir ‘ulusal simge’ olduğuna dair takındığı tutum aşikârdır. 1936’da Berlin Olimpiyatları sırasında Nazilerin selamlarına hiçbir şekilde itiraz kabul etmediği de…

Önce, ABD olimpiyat komitesinden bu iki siyahi atletin atılması istenir. Bu talep reddedilse de, ABD heyeti diskalifiye ile tehdit edilir. Bunun üzerine siyahî sporcular ihraç edilirler. Sporcuların olimpiyat köyünü terk etmeleri talep edilir.

Time dergisi de ırkçılıktan nasiplenmiştir. Olimpiyatı sembolize eden beş halkanın mottosunu kapağına, “daha hızlı, daha yüksek ve daha güçlü” yerine, “daha kızgın, daha pis ve daha çirkin” başlığı ile taşır. Burjuva medyası, görevini yapmaktadır…

1968 yılı, çalkantılıdır, ancak çıkış yolunun da tarifidir bir anlamda. Peter, Tommie ve John ise yaptıkları eylem ile insanlığın onurunu kurtarmışlardır.

“Yaşamın bir başı bir de sonu var. Önemli olan bu aralıkta bir şeyleri değiştirmek için yapacaklarınızın bedelini ödemeye hazır olup olmamanız”.

İşte bugün, bu onurlu spor emekçilerinin karanlığın içinde aydınlığı aradıkları günün yıldönümü. Ve güncel olarak bu tarih, aydınlık bir çıkış yolunun arandığı ve yeniden üretilmeyi beklediği bir karanlık bir momente denk düşmektedir.

İçinden geçtiğimiz bu karanlık yırtılıp atılmalıdır.

İnsanlığın nihai kurtuluşu; emekçi halkların, işçi sınıfının sıkılmış yumruklarındadır.