Bir anlık duraklama - Sultan Abdülhamid Hastanesi üzerine

Necati Çıtak

Blog: Sınıfın Sağlığı

Edvard Jorris, göze çarpmamak için Singer şirketine memur olarak girmiş, Padişahın cuma selâmlıklarını büyük bir dikkatle izlemeye başlamıştı. Padişah cuma günleri Yıldız camisinden çıktıktan sonra, 1 dakika 42 saniyede arabasının yanına gidiyordu. Birkaç cuma selâmlığını gözleyen Jorris, bu sürenin hiç değişmediğini, padişahın bir saat düzeni içinde bu yolu, daima 1 dakika 42 saniyede aldığını görmüştü. Tüm planlarını 1 dakika 42 saniye üzerine yapmıştı.

1905 yılının Temmuz ayıydı. Padişah Yıldız camisindeki cuma selâmlığından çıkmış, arabasına doğru ilerliyordu. Her zamanki gibi, caminin merdivenlerinden inecek ve dört yüz metre ileride bekleyen arabasına 1 dakika 42 saniyede binecekti. Fakat bu sefer ufak bir gecikme olmuştu. Şeyhülislâm Cemalettin Efendi onun yolunu kesmiş, bazı konularda bilgi istemişti. Padişah ile Şeyhülislâm Cemalettin Efendi arasındaki konuşma oldukça uzamıştı. Tam bu sırada korkunç bir patlama duyuldu. Jorris ve ekibi tarafından planlanan ve 26 kişinin öldüğü bombalı suikastten kıl payı kurtulan padişahın adı II. Abdülhamid idi.

BİR ANLIK DURAKLAMA

Ermeni militanların bu eylemi yurtdışındaki Jön Türklerce coşkuyla karşılanır. Öyle ki büyük şair Tevfik Fikret eylemin başarısız olmasına çok üzülür ve bu olay üzerine "Bir Lâhza-i Ta'ahhur - Bir anlık duraklama" adlı şiiri yazar. Şiirin bir bölümü şöyledir;

"Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın! 
Attın...ama yazık ki, yazıklar ki vuramadın!

Dursaydı bir dakikacık (bu hep) geçen zaman, 
Ya da o durmasaydı o tâlihsiz taç, 
Kanlarla bir cinâyete pek benzeyen bu iş 
Bir iyilik olurdu, benzeri yüzyıllarca geçmemiş."

BİRİNCİ MEŞRUTİYET

Tevfik Fikret ve diğer burjuva devrimci Jön Türk'lerin Abdülhamid'i sevmemelerinin nedeni 1897'deki tutuklama ve sürgünlere dayanmaktadır. Bunu ayrıntılandırmadan önce biraz daha geriye 1876 ile 1897 arasına gidelim.

Sultan Abdulaziz’in 1876’da askeri darbe ile tahttan indirilmesi sonrası tahta V. Murat geçer. Ancak tahta geçirildikten üç ay sonra ruhsal çöküntü geçirdiği iddiasıyla tahttan indirilerek Çırağan Sarayı'na hapsedilir. Bu olaylara tanık olan II. Abdülhamid 1876'da padişah ilan edilip Eyüp'te kılıç kuşanır. Ağabeyinin yerine tahta geçirildikten sonra, her iki saltanat değişiminin mimarı olan Mithat Paşa'yı sadrazam yapar.

Tahta geçmeden Mithat Paşa'ya verdiği taahhüt uyarınca iki ay sonra ilk Osmanlı Anayasası olarak kabul edilen Kanun-ı Esasî'yi ilan eder. Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisi üyelerinden oluşan ilk Meclis 19 Mart 1877'de açılır. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başlar. Padişah ile meclisin ülkeyi birlikte yönetmesi ilkesine dayanan Anayasa ile yargı bağımsızlığı ve temel haklar güvence altına alınır ama egemenliğin esas kaynağı yine padişahtır. Egemenliğin sahibi Kanun-ı Esasî'nin 113. maddesiyle kendisine tanınan "idari sürgün yetkisini" kullanır ve daha meclis toplanmadan Mithat Paşa'yı sürgüne yollar. Ne de olsa egemenlik onundur. İstediği sadrazamı değiştirebilir.  

Çok değil 43 gün sonra Meclis'i de tatil eder. Durumdan rahatsız olan Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı, V. Murat'ı Padişah, Mithat Paşa'yı sadrazam başbakan yapmak için Genç Osmanlılardan Ali Suavi ve beraberindekileri tahrik eder. Ali Suavi ile birkaç yüz kişi Çırağan Sarayı’nı basarlar. Bu girişim sırasında Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından başına aldığı sopa darbesi nedeniyle Ali Suavi ölür. Tarihe Çırağan Baskını olarak geçen başarısız darbe 23 ihtilalcinin ölümü ile sonuçlanır. Bu sonuçsuz darbe, II. Abdülhamid'in hafiye denilen gizli teşkilatını kurmasına sebep olur.

JURNALCİLİK

Osmanlı tarihinde ilk defa geniş kapsamlı bir polis ve istihbarat örgütü kurulmuştur. Adı Yıldız İstihbarat Teşkilatı’dır. Çok sayıda hafiyeden oluşan bu örgütün amacı Abdülhamid'in siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak ve Abdülhamid'e karşı hazırlanan darbe veya ayaklanma girişimlerini önlemektir. Hafiyeler sadece kendi başlarına bilgi toplamakla kalmaz, halk arasında çok sayıda kişiye maaş bağlayarak geniş bir istihbarat ağı oluştururlar. Jurnalci adı verilen bu kişiler Abdülhamid yönetimine karşı olabilecek faaliyetleri bildiriyorlar, böylece her türlü hareketin önünün önceden kesilmiş olduğu düşünülüyordur. Ancak bu zamanla öyle bir hal alır ki artık herkes darbeci ya da padişah karşıtı gösterilir hale gelmiştir. Jurnalcilik bir meslek halini almış ve despotizm kol gezmektedir. Abdülhamid artık herkesten kuşkulanmaktadır.

Jön Türkler'in tek ortak siyasi görüşü, padişahlık yönetiminin altında bir de Meclisin bulunarak yönetime katılmasıydı. Ayrıca karşı oldukları diğer durumlar Abdülhamid yönetiminin istibdat (uyruklarına hiçbir hak ve özgürlük tanımayan sınırsız monarşi, despotluk, despotizm) ve yukarıda belirttiğim baskı ve şiddet düzeniydi.  Yönetime ortak bir Meclis kurulursa bu durumun düzeleceğini iddia ediyorlardı.

İlk satırlarda belirttiğim 1897 yılı ise dönüm noktası olur. İstanbul’un ve Anadolu’nun Ermeni ve Kürt ayaklanmaları ile sarsıldığı bir dönemde kendisini devirmeyi düşünen Jön Türk hareketinin güçlü bir muhalefete dönüşmesini tehlikeli bulan II. Abdülhamid karşı atağa geçer. Gizli örgüt üyesi olmakla suçlanan yüzlerce talebe ve genç subay, doktor, memur tutuklanır ve bir kısmı Trablusgarp’a ve Fizan'a sürgün edilir. Bu yüzdendir ki Jön Türk’ler Abdülhamid’e daha da kinlenirler. Tevfik Fikret’in de Abdülhamid’in ölmemesinden dolayı üzülmesinin sebeplerinden biri budur.

İKİNCİ MEŞRUTİYET

Jön Türklerden oluşan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin subaylar üzerinde etkisinin yıllar geçtikçe artması ve artan baskılar sonrasında Abdülhamid 1908 yılında II. Meşrutiyet’i ilan etmek zorunda kalır.

Ancak hem Meşrutiyet’in kazanımlarına hem de ileri görüşlere karşı artan huzursuzluk ve gericilik sonrasında 31 Mart ayaklanması patlak verir. Bu ayaklanma şu an Gezi Parkının olduğu yerdeki Taksim Kışlası’ndan çıkan askerlerce yapılan gerici bir ayaklanmadır. Selanik’te kurulan Hareket Ordusu İstanbul’a gelerek ayaklanmayı bastırır. Sonrasında Meclis-i Umumi Milli adı altında birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan 27 Nisan 1909’da II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesini kararlaştırır. Abdülhamid 3 yıl ev hapsi cezası alır ve sonrasında ölür.

Görüldüğü gibi tarih bazı değişikliklerle tekerrür edebiliyor. Tarihin tekrarlarını görünce aklıma Marks'ın tarihsel materyalizmi ve 1851 yılında yazdığı Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i adlı yapıtının açılış yazısı gelir;

"Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak."