224 - Sosyalizasyon

Kurtuluş Ovalı

Blog: Sınıfın Sağlığı

"Muş'un bir köyündeki bir sağlık ocağına bir köylü gelir. Yanında bir adam daha gelmiştir. O adam, hasta olan köylüyü hekime takdim eder. Hekim 'Sen kimsin?' der. Karşısındaki cevap verir; 'Ben köyün ağasıyım.' Köylü devletle ne işi varsa ağa ile beraber gelmeye alışıktır. Düzen böyledir. Hekimi de devletin köydeki uzantısı olarak görmektedir. Doktor ağayı dışarı çıkarır. Bu Muş'taki ağa için hazmedilecek bir şey değildir. Ama hekime bir şey diyemez. Durumu gören köylü bunun üzerine Sosyalizasyonun gücünü belirtmek için 'Gökte Allah yerde sosyalizo' der."

27 Mayıs 1960 askeri müdahalesini yapıp yönetim erkini eline alan Milli Birlik Komitesi (MBK) yeni anayasanın yeni yapılanmalarını "Sosyal devlet kavramı, Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Hakimler Kurulu’nun oluşturulması ile yargı bağımsızlığı, sendikal örgütlenme özgürlüğü, Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, Üniversite özerkliği, Devlet Planlama Teşkilatı aracılığıyla planlı kalkınma döneminin başlatılması, Özerk TRT" olarak belirlemiştir. Aldığı karar gereği 5 Ocak 1961’de yasama yetkisi egemenliğini sivil hükümete devredeceğini açıklayan MBK "Sosyal devlet" kavramı bağlamında devlet ödevi olarak gördüğü sağlık ve sosyal güvenlik hakkı için yasama yetkisinin son günü yani 5 Ocak 1961 yılında çoğumuzun çok iyi bildiği yukarıdaki Muş’lu köylünün ise "Sosyalizo" diye bildiği 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun’u çıkarır. Bu kanun bundan tam 56 yıl önce bugün yani 12 Ocak 1961 yılında Resmi Gazete’de yayınlanır.

Kanunun mimarı Bakteriyoloji, İmmunoloji dalında PhD ünvanını kazanan ilk Türk hekim olan Nusret Fişek’tir. MBK tarafından 1960 temmuzunda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (günümüzün Sağlık Bakanlığı) Müsteşarlığı’na atanan Fişek, MBK’nın Sosyal İşler Komisyonu Başkanlığı’ndan "Sağlık hizmetlerini devletleştireceğiz, hazırlık yapın" yazan bir mektup alır. Günün tanıklarına göre Fişek Sosyal İşler Komisyonu Başkanı’na telefon açar ve "İstediğiniz mümkün değildir. Söylediğiniz şey komünist rejimlerde olur. Bizim gibi rejimlerde olmaz. Bizim millileştirme yapmamız uygundur" der. Yüz yüze görüşmek ister ve bu görüşmede özel hekimliğin ve hasta seçme hakkının olup olmayacağını, finansmanın hangi kurumda sürdürüleceğini sorar. Ancak yanıt alamaz. Konuya çok kararlı yaklaşmalarına karşın MBK’nin bir sağlık politikası olmadığını algılar.

Bu yüzden bir görüş raporu hazırlar ve sağlığın sosyalleştirilmesinin önemini, bu sistemin İngiltere (Beveridge Planı) ve İskandinavya’da başarıyla yürütüldüğünü belirtir. Sorunları anlatır ve devletleştirme ve serbest hekimliğe izin verilerek yapılacak kamu hekimliği sistemi olarak iki temel çözüm yöntemini tartışır.

Fişek’e göre birinci çözüm tam devletleştirmedir. Ama dört ana sakınca belirtmektedir. İlki serbest hekimliğin yasaklanmasıdır; bu ona göre antidemokratik ve hekim açısından insan haklarına aykırıdır. İkincisi, hekimlik serbest meslek olduğu için memur maaşı gibi bir kısıtlamanın uygulanması devletin yurttaşa ve hekime eşit davranma ilkesine uymaz. Üçüncüsü hekimler arasında rekabetin kaldırılacak olmasının hizmet kalitesini düşürmesi tehlikesidir. Dördüncüsü, hekim hizmetinin parasız olması durumunda hizmetin yararlanan halk tarafından kötüye kullanılacağıdır. İkinci çözüm ise serbest hekimliğe izin vermek, kamu hekimlerine de onların kazançlarına uyan bir ücret ödemektir. Ona göre kamu hizmetini seçmeyen hekimlerin bulunmasının sağlayacağı yarar, özel hastaneler kurmaları ve kamuyla yarışmaları sonucu hizmetin kalitesinin gelişecek olmasıdır. Ki ileride yapacağı yasa taslağında ikinci çözümü seçme nedenini benzer cümleler ile açıklayacaktır.

Ancak MBK bir devletleştirme planlamaktadır. Bu yüzden çözüm önerileri yerine taslak istemektedir. Fişek üç taslak sunar. İlk ikisi mevcut sağlık merkezleri sisteminin korunarak geliştirilmesini öngören (yataklı Sağlık Merkezlerinin yaygınlaştırılması ve gezici sağlık ekibiyle güçlendirilmesi veya ilçe tabanında en az bir hekim ve iki ‘yardımcı’ personelden oluşacak gezici ekipler oluşturulması) ve üçüncüsü ‘’Sosyalizasyon’’ adlı bir taslaktır. Bazı kaynaklara göre MBK Sosyalizasyon taslağını seçer kimi kaynaklara göre ise seçim Fişek’e bırakılır ve o da Sosyalizasyon üzerine yoğunlaşır.

9 Eylül Üniversitesi Halk Sağlığı akademisyenlerinden ve Toplum Hekimliği Enstitüs'nde uzmanlık eğitimini Nusret Fişek`in danışmanlığında "Sosyalleştirilmiş Sağlık Hizmetlerinden Yararlanma" konulu tez ile yapmış olan Dr. Gazanfer Aksakoğlu’nun Fişek ile MBK arasında geçen görüşmeler hakkında yazdıkları ilginçtir:

"Yıllar sonra bu süreçteki çelişkiyi Nusret Fişek fark edecek ve ‘yönetimden biran önce ayrılmak isteyen devrimciler, ardlarından yönetime gelecek politikacıların hiçbirinin desteklemeyeceği açıkça belli olan bir tasarıda ısrar ediyorlardı’ diyecektir. Üstelik sağlık hizmetinin kamulaştırılmasının en önemli karşıtları politikacılardan çok halkın gereksinmelerinden yararlanmaya alışmış hekimler, başta da ‘Hoca’lardır. Fişek’e göre (bile) hekimlik bir hizmet türü değil, muayenehane denen atölyede uygulanan bir sanattır. Bu sanat ürününün fiyatını da kamu kurumu değil, ürünü satın alan kişi, yani -haydi müşteri demeyelim- sanatsever belirleyecektir. Fişek bu görüştedir; ayrıca bu bakışı ömrünün sonuna dek koruyacak ve yüksek sesle savunacaktır; ancak insancıl ve eşitlikçi bakış biçimi, altmışlı yılların toplumsal devinimi ve kendisinin sağlık politikası üreten konumda bir kamu görevlisi olması, toplumdan yana tavır koymasındaki temel etkenlerdir. MBK’ye hazırladığı tasarılarda da özellikle Üniversite’de kamu hekimliği yapmanın eğitim ve örnek olma açısından önemi vurgular ve ‘hocalara’ tam süre çalışmaları karşılığı yüksek ek ödemeler yapılmasını önerir."

Taslağın adı İngilizce’den çevrilme "Sosyalizasyon"dur. Ankara Üniversitesi Mikrobiyoloji bölümünden Dr. Sabahattin Payzın taslağın adı için "Sosyalizme gönderme yaparlar, gereksiz yere suçlanırsın, yasayı da engellerler" der. Bu yüzden Fişek yasanın adını "Sosyalleştirme" olarak değiştirir. Ne ilginçtir ki buna rağmen yine de bu kanun, sosyalizmi bilmeyen aydın görünümlü kara cahiller tarafından yıllarca sosyalizm kanunu olarak adlandırılmıştır. Oysa sosyalizasyon topluma uyum sağlamak demektir. Ayrıca sosyalist düzendeki "özgürlük" ile parasını verip istediğim hekime giderim de diyemezsiniz. Halbuki sosyalleştirme kanunun 4. ve 5. maddelerinde kamuda çalışmayan hekimlerin muayenehane açma hakkı olduğu ve halkın ücretini şahsen ödemek şartıyla istediği yerden hizmet alabilecekleri belirtilmiştir.

Türk Dil Kurumu üyesi bulunan babası Hayrullah Fişek’in uyarıları da hazırladığı taslakta birkaç değişikliğe sebep olur. Örneğin hazırladığı ilk sağlık birimine "Sağlık Ünitesi" adını vermiştir. Bunu fark eden babası "Sağlık Ocağı de. Kırsal alanda insanlar sığındıkları, ısındıkları, karınlarının doyduğu yere ocak derler; asker ocağı sözü de oradan gelir" der. Bunun üzerine "Sağlık Ünitesi" olan birinci basamak sağlık kurumunun adını "Sağlık Ocağı" olarak değiştirir. Ünite’nin uzantısı olan ve bir ebenin bulunduğu yere de "Sağlık İstasyonu" demiştir. Onu da babasının "Ebenin kaldığı binayı halk köy yerinde kendi evi gibi görmeli ona da Sağlık Evi de, daha kolay benimsenir" demesi üzerine "Sağlık Evi" olarak değiştirir.

Tasarı Kasım 1960’da Fişek tarafından içine sağlık ocakları ve evleri ile lojmanların estetik yapım planları bile konarak MBK’ye sunulur. Ancak uzunca bir süre ses çıkmaz. MBK’nın yetki devrine çok az kalmıştır. Fişek yasanın neden konseye sunulmadığını sorar. Tasarıda çalışanların "sözleşmeli" konumunda gösterilmesinin sakıncalı bulunması nedeni ile Maliye Bakanı’nca imzalanmadığını öğrenir. Çünkü o güne dek kamu görevi hep devlet memuru eliyle sunulmuştur. Sağlık Reformu ya da Sağlıkta Dönüşüm yanlıları bugün sözleşmeli hekim çalıştırmanın insanlık dışı olduğu görüşüne karşı sosyalleştirmedeki bu maddeyi gösterebilirler tabi ki. Bu görüşlere cevabı az önce kendisinden alıntı yaptığım Aksakoğlu Hoca’nın kalemi ile verelim:

"…sosyalleştirmede yer alan sözleşme bir ‘ek ödenek’ sözleşmesidir, çalışanın kamu görevlisi hakları ve güvencesi saklıdır. Ayrıca üç yıl aynı görevde kalırsa yüksek yan ödeme alma, süre dolduğunda -yeni sosyalleştirilen illerde- istediği yere atanma, uzmanlık giriş sınavına çalıştığı süre kadar kazanılmış ek puanla başvurma gibi haklar kazandırmıştır."

Ayrıca Maliye’nin bir sakıncası daha vardır. Tasarıda yer alan sağlık finansmanı modeli devletleştirme ya da millileştirme önerisine uymayacak biçimde, prime ve ek vergiye dayandırılmıştır. Ancak şimdiye dek devlet prim toplamamıştır. Örneğin ergenlik çağından başlayarak herkes yılda 25 lira prim ödeyecek, satılan her kilo tuz ve her posta pulu başına 5 kuruş vergi alınacaktır. Maliye Bakanlığı ‘’sosyal devlet’’ ilkesi çerçevesinde sağlık harcamalarının genel bütçeden karşılanması gerektiğini, ülkenin gelir düzeyinin düşüklüğünü ve prim toplamanın zorluğunu gerekçe göstererek tasarıyı onaylamak istemez. Ancak MBK bu yasanın çıkmasını çok istemektedir. Taslak Maliye’nin onayı olmasa da Konsey’in son yetki gününden bir gün önce Cemal Gürsel’e elden imzalattırılır. Sadece bir gün kalmıştır. İzleyen gün yetki sivil hükümete devredilecektir ve böyle toplumsal içerikli bir yasayı sivil hükümetlerin kabulleneceğini kimse düşünmemektedir. Ancak daha 5 Ocak 1961 bitmemiştir.

1960 müdahalesi sonrası Adnan Menderes’in eseri olduğu belirtilerek kapatılmak istenen ODTÜ’nün kapatılmasını engellemesi ile tanınan ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanlığı’nı yürüten Kurmay Albay Sami Küçük Fişek’i arar ve ‘‘Yarınki oturum için beni başkan yaptılar; hazırlan, gel’’ der. Çok mutlu olan Fişek 5 Ocak 1961 öğleden sonra Konsey’e gelir.

Taslağın maddeleri tek tek oylamaya başlanır. O tarihli TBMM tutanaklarına bakıldığında nüfusu 5 000 den az olan yerlerde ikamet eden personele kira mukabili lojman tahsis edileceğine dair olan 10.maddeye bir grup itiraz eder. Oturumda hazır bulunan ve ocakların planlamalarını yapan mühendis Ertuğrul Bey yanında getirdiği planlarda ocakların kurulma şemalarını anlatır. Nusret Fişek’te nüfusun 5 binden az olduğu yerlerde kiralık ev bulmanın zorluğundan bahseder. Bu madde kabul edilir.  

Maliye’nin çekincesi olan konular burada da tartışılır. Kamu hizmetinde sözleşmeli sağlıkçı çalıştırmanın eğilimlere aykırı olduğu söylenir. Ayrıca 1.derece mahremiyet bölgesine giden yeni mezun olan bir hekimin o günün kuru ile 400$ (1900 lira), uzman hekimin 824$ (3900 lira) ve hemşirenin 291$ (1380 lira) alması önerisi de tartışılır. Diğer memurlar ile çok fark oluşacağı belirtilir. Fişek bunun üzerine ‘’Bu yürütmek üzere olduğumuz bü­yük eseri yürütecek olan nihayet insandır. Bu insanı hizmete bağlıyacak hale getirmediğimiz takdirde bu hizmet yürümez.’’ der ve hekimlerin serbest mesleğe kaçmalarının bu maaş ile sağlanabileceğini, bu paralar ile aidiyet duygusu yaratılabileceğini belirtir. Ayrıca Fişek’in şu cümlesi de 224’ün devamlılığı için maaş konusunu ne kadar önemsediğini ortaya koymaktadır: "Eğer bu maddede koruyucu hekimliğe ehemmiyet vererek çok pahalı olan tedavi hekimliğinin masraflarını kesmek istiyorsak buna ait, redaksiyonun bu şekilde yapılması lâzımdır." Üç yıllık sözleşme ile devamlılık elde edilebileceğini belirtir.

Sözleşmeli sağlık çalışanı maddesi geçer. Sağlık personeline mukavele ile verilecek ücret miktarları ise bu meslek mensuplarının umumi serbest kazanç seviyeleri, hizmet süreleri, ihtisasları, işgal ettikleri mevkiin önemi, yaptıkları vazifenin ağırlığı ve çalıştıkları bölgelerde maruz kaldıkları mahrumiyet şartları göz önüne alınarak belirleneceği şeklinde kararlaştırılır. Halk Sağlığı profesörü A.Hamdi Aytekin’in belirtiğine göre 1967 yılında Karakoçan (Elazığ) ilçesinde aldığı maaş 2.498 TL’dir ve o gün için 10 yıllık kaymakam 1.500 TL maaş alıyordur.

Finans yöntemi ve prim konusunda ise Konsey’dekiler ikiye bölünmüş gibidir. Bazıları 25 lira prim alınmasını önerirken bazıları buna karşı çıkar. Bu primin hizmet başladıktan sonra alınacağı da belirtilir. Ancak tartışma büyür. Yetki süresinin bitimine iki saatten az kalmıştır. Sami Küçük Fişek’i köşeye çeker, "Zaman kalmadı, gel ödün ver, geçirelim şunu" uyarısında bulunur. Fişek finans konusunda geri adım atmak zorunda kalır. Hemen salon dışındaki sekreterlere finans ile ilgili maddeleri acele çıkarmaları söylenir. Yazım tamamlanınca tasarı geçer ve Resmi Gazete’de yayınlanır. Aceleyle yapılan düzeltme sırasında finans ile ilgili hükümlerin tümü çıkarılmasına karşın yasanın ikinci maddesindeki bir prim ibaresi kalır; ‘’Vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile amme (kamu) sektörüne ait müesseselerin bütçelerinden ayrılacak tahsisat karşılığı her çeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine yapılan masrafın bir kısmına iştirak (katılım) suretiyle eşit şekilde faydalanmalarıdır’’. Böylece finansman modeli halkın ödediği primler, kamu kurumlarının bütçeleri ve hastaların cepten yapacakları ödemeler ile piyasacı karma bir finansman modeli haline gelir. Finansman modeli piyasacı olsa bile yasa birinci basamak tedavi hizmetini köylere kadar yayarak tüm halkın sağlık hizmetinden yararlandırılması, koruyucu ve sağaltıcı sağlık hizmetlerinin dar bölgede birlikte ve çok yönlü hizmet anlayışı ile yürütülmesi, kamuda sağlık hizmetlerinin tek elden yönetimini ve hekimlerin tam süre çalışmasını öngörmesi açısından tarihsel öneme sahip olmuştur.

Bu süreçlerden geçen taslağın ikinci maddesinde yer alan terimler bölümünün ilk iki teriminin tarihsel önemi vardır:

"Sağlık: Sağlık, yalnız hastalık ve maluliyetin yokluğu olmayıp bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam bir iyilik halıdır. Sağlık hizmetleri: İnsan sağlığına zarar veren çeşitli faktörlerin yokedılmesi ve toplumun bu faktörlerin tesirinden korunması, hastaların tedavi edilmesi, beden! ve ruhî kabiliyet ve melekeleri azalmış olanların işe alıştırılmaları (Rehabilitasyon) için yapılan tıbbi faaliyetler sağlık hizmetidir."

Uygulama planının orijinalinde Sosyalleştirme’nin Edirne, Çankırı ve Muş’ta aynı anda uygulamaya konulması düşüncesi varken, bütçe tartışmalarında gündeme getirilen “olanakların kısıtlılığı” gerekçesi nedeniyle, gerekenin üçte biri kadar bir parayla Ağustos 1963’te yalnızca Muş’ta başlatılabilir. Muş’ta 19 Sağlık ocağı 35 Sağlık evi açılır. Sosyalleştirmeden önce 1962 yılında Muş'un nüfusu 167 bindir ve nüfusun % 84'ü kırsal alanda, % 16'sı kentte yaşıyordur. Muş’taki sağlık kurumlarına (1962’de Muş’ta sadece hastane ve hükümet tabipi var) o yıl için 13 bin kişi başvurmuştur. Sosyalleştirme sonrasında ise Eylül 1963 – Eylül 1964 döneminde Muş’taki Sağlık Ocaklarına 105 bin hasta başvurur ve bunlardan yalnızca %6.4’ü hastaneye sevk edilir (Beklenen % 5 sevk oranına yakın bir oran). 1963 yılında Muş’u ziyaret eden Fişek’in yanına eşraftan biri gelir ve "Müsteşar Bey bu ne biçim hizmet. Eskiden 10 TL. verirdik, doktor evimize gelirdi. Şimdi ise elin köylüsüyle birlikte sağlık ocağında sıra bekliyoruz" diyerek sosyalleştirmenin bir nevi özetini yapar.

Yasanın planlamasında Türkiye’de sağlık hizmetlerinin kademeli olarak 15 yılda sosyalleştirilmesi öngörülmüş ve bu amaçla her yıl 300 kadar sağlık ocağı açılması planlanmış olmasına karşın, ilk 5 yılda planlanan 1500 sağlık ocağından yalnızca 890’ı programa alınabilmiş ve bunlardan da sadece 561 tanesi hizmete açılmıştır. 1970 yılında ise 9 milyon kişinin yaşadığı 25 ilde planlanan 2400 ocaktan sadece 851’i açılabilmiştir. 1971 askeri müdahalesi ile beraber zaten düşe kalka giden sosyalleştirme sekteye uğrar. 72-77 yıllarında uygulama kendi haline bırakılmıştır. Hatta 1975 yılında sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilebildiği 26 ildeki sağlık ocaklarındaki hekim kadrolarının sadece % 36’sı doludur. 1978 yılında Ecevit, sosyalleştirmeyi yeniden canlandırmak için sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği illerde Tam Gün Yasası ile hizmeti cazip hale getirmiştir. Sağlık ocakları yeniden hekim ve diğer sağlık personeli dolmuştur. Geciktirilen sosyalleştirmenin 1982 yılına kadar tamamlanmasına karar verilmiştir. Ancak 12 Eylül döneminde 1982 Anayasası ile sağlık hak olmaktan çıkarılır. 1961 anayasasında sağlıklı yaşam sağlamak devletin görevi olarak kabul edilirken (Anayasa madde 48 ve 49), 82 anayasası ile ‘’Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkına sahiptir.’’ (Anayasa Madde 56) denilerek devlet yükümlülüklerini terk eder. Ayrıca 1980 sonrası uygulanmaya başlanan neoliberal politikalar ile de sosyalleştirme fiilen olmasa da gayri resmi olarak son bulur. 2011 yılı itibariyle son sağlık ocakları ve sağlık evleri de kapatılır.

Sosyalleştirme bir sağlık sistemi olarak görülse de hem siyasal hem de ekonomik yönleri ile tartışma konusu olmuştur. Ne ilginçtir ki ‘’solcu’’ bir yasa olarak adlandırılan bu sistem tarih boyunca hep sosyalistler tarafından tartışılmıştır.

İlker Belek, Onur Hamzaoğlu ve Erhan Nalçacı’nın "Sınıfsız Toplum Yolunda Türkiye İçin Sağlık Tezi" adlı kitaplarında 224 sayılı Yasa’nın temel noktaları olarak sunulan “eşit, parasız ve devlet eliyle hizmet” gibi kavramların, Türkiye’de sosyalleştirmenin sosyalist bir yönelim olduğuna ilişkin yanılsama yarattığı belirtilmektedir. Yazarlar sosyalleştirme yasasını değerlendirirken üç noktanın altını çizmektedir:

Birincisi, Türkiye’de sosyalleştirme tamamen tarım ve ev ekonomilerini hedeflemiş ve sanayi ve hizmet sektörlerini (kenti) hiç gündemine almamıştır ve emekçilerin sağlığını öncelemeyen bir yasa sosyalist yönelimli olamaz.

İkincisi, sosyalleştirme ile getirilen eşitlik “hizmetlere ulaşmada eşitlik”tir; ancak parası olanın özel hekime gidebilmesi nedeniyle bu “burjuva anlamda” bir eşitliktir.

Üçüncüsü, koruyucu sağlık hizmetleri sağlıksızlıkların kaynağı olan üretim ilişkilerine değil, ana-çocuk sağlığı hizmetleri ve çevre sağlığına vurgu yapmaktadır. Sonuç olarak Türkiye’de sosyalleştirme kapitalizmin sınırlarını aşmak bir yana, aksine kapitalizmin dönemsel çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.

M. Akif Akalın’ın TTB için kaleme aldığı "Sosyalleştirmenin İdeolojisi" adlı makale de sosyalleştirmenin nasıl uygulandığını ve aslında nasıl olması gerektiğini şu şekilde anlatmaktadır:

"Sağlıkta sağlık hizmetleri emeğin veya sermayenin gereksinimlerine göre örgütlenerek gerçekleştirilebilir. Aradaki temel fark, sağlık hizmetlerinin emeğin gereksinimleri doğrultusunda sosyalleştirilmesinde amaç, sağlıktaki eşitsizliklerin üstesinden toplumsal eşitsizlikler ortadan kaldırılarak gelinmesi iken; sermayenin gereksinimleri doğrultusunda sosyalleştirilmesinde, sağlıktaki eşitsizlikleri ortadan kaldırmak yerine iyileştirmek ve emeğe bir sus payı sunmaktır. Sermaye için önemli olan emeğin üretkenliğini sürdürebileceği düzeyde sağlıklı olmasıdır. Bunun üzerine çıkan her hizmet, emeğin bilinç ve örgütlülük düzeyi ile doğru orantılı olarak elde ettiği (veya edebileceği) kazanımlardır."

Sol Meclis Sağlık Komisyonu tarafından 2003 yılında yayınlanan "Sosyalist Türkiye’de Sağlık" adlı kitapta da 224 detaylandırılmış, ilerici yönleri anlatılırken eksik yanları şu cümleler ile tarif edilmiştir:

"Sosyalleştirme yukarıdan, batıcı, aydınlanmacı, sosyal devletçi ve kırsal kesime yönelik bir modeldir. Bazı 'solcu'larca sosyalist olarak nitelense de halkla bütünleşen, toplum kalkınması perspektifi içselleştirilmiş, bütüncül bir model değildir. Sanayii, işyerlerini, işçi sınıfını dışarıda bırakmakta, bu anlamda ulusal ölçekte entegrasyonu sağlayamamaktadır. Aile planlaması ve bulaşıcı hastalıkların öncelikli olarak belirlenmiş olması 1961 için bile yetersiz bir perspektiftir. İş riskleri hiç içerilmemiştir. Sosyalleştirme, yasayı hazırlayanların, ‘’iyi niyetle’’ uygulayan halk sağlıkçılarının bireyselliklerinden ayrı, nesnel toplumsal-tarihsel gerçeklik olarak ele alınırsa bu saptamaları yapmak gerekir."

Sosyalleştirme ile getirildiği belirtilen "sağlıkta eşitliğin" ancak toplumsal eşitlik sağlanarak getirilebileceği açıktır. Yani toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmadan eşit sağlık hizmeti sunmaya çalışmak sadece pansuman çözüm olacaktır. Sağlıktaki eşitsizlikleri 1930’larda yaptığı sosyalleştirme ile düzelteceğini düşünen İngiltere’de 1970’lerde yayınlanan rapor ile sağlıkta eşitsizliklerin üç kat arttığının ortaya konmuş olması da "herkese eşit, ücretsiz sağlık hizmeti" ve "sağlık hizmetlerine daha fazla pay ayrılması" gibi çözüm önerilerinin toplumsal eşitlik sağlanmadıkça başarı şansı olmadığını desteklemektedir.    

Ancak bu görüşlerin haricinde kimilerince uygulaması bir kahramanlık destanı olan kimilerine göre ise hükümetlere hatta devlete rağmen bir avuç insanın ülkesi için doğru olanı yaptığına inandığı insanüstü bir çalışma olan ve bugün uygulanmayan bu kanun Cumhuriyet tarihi boyunca sağlık hizmetlerine yaklaşımın en ileri aşamasını oluşturması nedeni ve sahiplenilmesi gereken pek çok nokta ile ilgiyi hak etmektedir.

Sağlıkta ve toplumdaki eşitsizlikleri gidermek için uğraşanlara saygıyla…


1. Füsun Sayek TTB raporları / kitapları – 2011. Türkiye’de Sosyalleştirmenin 50 Yılı.

2. Gazanfer Aksakoğlu. Sağlıkta sosyalleştirmenin öyküsü. Memleket siyaset yönetim dergisi 2008; 8: 7-62

3. Sol Meclis Sağlık Komisyonu. Sosyalist Türkiye'de Sağlık. NK Yayınları, 2003

4. Belek İ., Onuroğulları H., Nalçacı E. ve Ardıç F. Sınıfsız Toplum Yolunda Türkiye İçin Sağlık Tezi. Sorun Yayınları. 1998

5. M.Akif Akalın. Toplumcu Tıbba Giriş. Yazılama Yayınevi. 2013