Solcu politikacılar için sağlık rehberi

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

Kapitalist toplumlarda politika yapmak sağcı politikacılar için ne kadar kolaysa, solcu politikacılar için o kadar zordur. Bunun başlıca nedeni kapitalist ülkelerde yaşamın sermayenin gereksinimlerine göre örgütlenmiş olmasıdır. Böylece sağcıların her söylediği insanların “sağduyusuna” hitap eder ve oldukça makul ve mantıklı gelir. Oysa solcular insanlara “başka bir dünyadan” bahsederler ve söyledikleri duyulmadık, görülmedik, hatta akıl almaz, inanılmaz şeylerdir. Söz konusu sağlık olduğunda,  durum daha da karmaşıklaşır.

SAĞLIĞIN SAĞI - SOLU

Çoğu insan sağlığın da “sağı – solu” olabileceğini düşünmez. Onlara göre sağlık, sağlıklı olmaktır, insanın bir ağrısının, sızısının olmaması, kendisini iyi hissetmesidir. Oysa bu bakış yalnızca “egemen sınıfların” sağlık anlayışını yansıtır: Eğer bir hastalığınız yoksa ve işe gidip çalışabilecek ve patronlar için üretebilecek durumdaysanız, sağlıklısınız. Değilseniz bir doktora gidin, tedavi olun, iyileşin ve işinizin başına dönün!

Sağlık bu şekilde anlaşıldığında, sağcı politikacının işi çok kolaylaşır. Bu bakış açısıyla insanlar “normalde” veya “kendiliklerinden” sağlıklı olduklarından, insanların sağlıklı olmaları ve sağlıklarını sürdürmeleri için çok özel bir şey yapmak gerekmez. Belki yediğine, içtiğine dikkat etmek, sağlıksız ve riskli davranışlardan uzak durmak ya da egzersiz yapmak yeterlidir. Bunlar da insanların “bireysel” olarak dikkat etmeleri gereken şeylerdir ve devletin veya toplumun yapabilecekleri oldukça sınırlıdır. O halde sağlıkta sorun, insanlar “hastalandığında” ne yapılacağı sorunudur ve bunun da çözümü kolaydır: sağlık okulları açar hastalananları iyileştirmeleri için sağlıkçı yetiştirirsiniz, hastaların gitmesi için hastaneler açarsınız, hastalıkları tedavi etmek için ilaçlar üretirsiniz, insanlar hastalandıklarında bu hizmetlerden yararlanırlar, sorunlar çözülür.

Oysa solun veya emeğin sağlığa bakışı çok farklıdır. Sol düşünceye göre sağlık insanın yalnızca hasta veya sakat olmayışı değil, “aynı zamanda” bedensel, ruhsal ve sosyal bakımdan da iyi olmasıdır. Yani sağlıklı olabilmeleri için insanların kendilerini işe gidebilecek kadar iyi hissetmeleri yetmez, “daha fazlası” gerekir. Ancak bu “daha fazlası” insanların çoğu tarafından bilinmediğinden ve dolayısıyla “daha fazlası” için bir talepleri olmadığından, solcu politikacının işi çok zordur.

“DAHA FAZLASI” NEDİR?

Aslında yukarıda “solun veya emeğin” sağlığa bakışı olarak ifade edilen bakış, Dünya Sağlık Örgütü tarafından da benimsenmiş ve “sağlık tanımı” olarak kabul edilmiştir. Dahası başta tıp fakülteleri olmak üzere sağlıkçı yetiştiren okullarda, hatta genel eğitimde öğrencilere sağlık bu tanımla anlatılır. “Daha fazlası” da tanımın içindedir. Yani “yalnızca hasta veya sakat olmamak değil”, daha fazlası: “bedensel, ruhsal ve sosyal iyilik hali”.

Ancak yazımızın başında da belirttiğimiz gibi kapitalist toplumlarda yaşam egemen sınıfların gereksinimlerine göre örgütlendiğinden, bu “daha fazlasına” toplumsal yaşamda yer yoktur. “Daha fazlasını” bireyler eğer güçleri yetiyorsa sağlayabilirler. Güçleri yetmeyenler için hasta olduğunda bir doktora gidebilmek ve ilacını alabilmek yeterlidir. Emekçiler için hasta olmamak sağlıklı olmak için yeterlidir, “daha fazlası” gerekli değildir.   

BEDENSEL, RUHSAL VE SOSYAL İYİLİK

 

Birçoklarına inanılmaz görünebilir fakat ilk bakışta çok basit görünen sağlık tanımı, gündelik yaşamın egemen sınıfların “değerlerine” göre biçimlendirildiğinden, anlaşılması en zor tanımlardan biridir. Öyle ki, değil eğitimleri sırasında kendilerine bu tanım öğretilen sağlıkçılar, bu tanımı kendilerine öğreten üniversite hocaları dahi sağlığın ne olduğunu tam olarak kavrayamazlar. Derste öğrencilerine sağlığın “yalnız hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedensel, ruhsal ve sosyal iyilik hali” olduğunu anlatan profesörler, sağlıktan hastalığı ve “sağlık hizmeti” dendiğinde yalnızca hekimlik hizmetlerini (tıbbi hizmetleri) veya tedavi hizmetlerini anlarlar.

Yani sağlığın tanımını anlatan hocaların bile çoğu kez ne anlattıklarını kendilerinin anlamadığı bir durumu konuşuyoruz. Böyle bir güçlüğün altından solcu bir politikacı, hele sağlık eğitimi de yoksa nasıl kalkabilir? İnsanlara tıp fakültelerinde hocalık yapan profesörlerin bile ne olduğunu tam olarak kavrayamadığı “bedensel, ruhsal ve sosyal iyilik halini” nasıl anlatabilir?

SAĞLIKLI MISINIZ, HASTA MISINIZ?

Bütün sorun denklemin tersinden kurulması, soruna başından değil, sonundan yaklaşılmasıdır. Öncelikle sağlık egemen ideolojinin vaaz ettiği gibi “kendiliğinden” var olan “normal” bir hal değildir. Dahası insanların yaşamı “sağlıklı” ve “hasta” oldukları haller gibi kompartımanlara ayrılamaz. Örneğin aslında bedeninde kanser hücreleri çoğalmaya başlamış bir insan, yıllarca bedenlerinde tümörler oluşup belirti vermeye başlayana kadar bedeninde hiçbir rahatsızlık hissetmeyebilir, kendisinin mükemmel bir sağlığa sahip olduğunu düşünebilir. Oysa belki ölümüne yalnızca birkaç yıl, belki de birkaç ay uzaktadır.

Bu durumun tam tersi de mümkündür. Günümüzde önce tıbbi – sanayi kompleks tarafından bir formülün bulunduğu, daha sonra bu formülü satabilmek için hastalık “üretildiği” bir dünyada yaşıyoruz. Böylece aslında bedensel, ruhsal ve sosyal olarak tamamen iyi bir durumda olduğunuz halde, insan yaşamının tamamen doğal ve normal bir süreci size “hastalık” gibi gösterebilir, buna inandırabilir ve bu durumun “tedavisi” için ilaçlarını satabilirler. Bugün böyle tanımlanabilecek onlarca “hastalık” vardır.       

GERÇEKTE SAĞLIK NEDİR, SAĞLIĞI NE BELİRLER?

Sağlık bedensel, ruhsal ve sosyal olarak iyilik halidir. İnsanlar normalde veya kendiliklerinden bedensel, ruhsal ve sosyal olarak iyi olmazlar. İnsanların bedensel, ruhsal ve sosyal olarak iyi olabilmelerinin koşulları vardır ve bu koşullar sağlanmalıdır.

Elbette bu koşulların başlangıcında (başında değil!) “genetik” gelir. Tanısı ve tedavisi genellikle çok güç olan genetik etmenler, daha insan doğmadan önce sağlığını belirler. Tıbbın da bu konuda elinden bir şey gelmeyebilir. Fakat her zaman genotipte bulunan bir karakterin kendisini fenotipte de göstereceği söylenemez. Bazı “sosyal” faktörler genotipte yer alan bir karakterin fenotipte ortaya çıkmasını teşvik edebilir veya baskılayabilir.

Diğer yandan insanlar ebeveynlerinden yalnızca genetiklerini miras almazlar, ebeveynlerinin içinde yaşadığı sosyal ve ekonomik koşullara doğar, bu koşulları da miras alırlar. Burjuva ideolojisi insanların “eşit” doğduğunu vaaz etse de, sınıflı toplumlarda bazıları diğerlerine göre “daha eşit” doğarlar. Ebeveynlerin sosyal ve ekonomik koşulları, çocuklarının da barınma ve beslenme koşullarını, annelerinin gebelikleri sürecinde aldığı bakımın kalitesini (dolayısıyla fetüsün maruziyetlerini), bebeğin erkek çocukluk döneminde alacağı bakımın niteliğini belirler. Bunlar ve daha birçokları bireyin gelecekteki yaşamında ne kadar sağlıklı bir yaşam sürdüreceğinin önemli belirleyicileridir.

Daha sonra sıra insanın yaşamı boyunca karşılaştığı maruziyetler gelir. İnsanların maruz kaldığı biyolojik, kimyasal, fiziksel ve psikososyal maruziyetler çok çeşitli yolaklar üzerinden sağlıkları üzerinde etkilidir. İnsanların bunlardan hangilerine, ne ölçüde maruz kalacaklarını da yine toplum içindeki konumları belirler. Örneğin silika tozlarına maruz kalan kot kumlama işçilerinin durumu incelendiğinde, bunların “hepsinin” toplumun belli bir kesiminden geldikleri, diğer bir deyişle neredeyse silikoziz nedeniyle ölmeye yazgılı oldukları, buna karşılık toplumun diğer kesimlerinden bireylerin yaşamları boyunca silikozise yakalanma risklerinin hiç bulunmadığı görülür.

Özetle insanların sağlığını belirleyen çeşitli biyolojik ve sosyal etmenler vardır. Bu biyolojik etmenlerin bazıları karşısında insanlık henüz çaresizken, sosyal etmenlerin “hepsi” değiştirilebilir, insanların daha sağlıklı yaşayabilmeleri için gerekli koşullar yaratılabilir.

SAĞLIK HİZMETİ NEDİR?

Egemen ideoloji sağlığı hastalığın olmayışı olarak tanımladığı için, sağlık hizmetlerini de insanlara hastalandıklarında sunulan tıbbi hizmetlere indirgemektedir. Oysa insanlara hastalandıklarında sunulan tıbbi hizmetler, sağlık hizmetlerinin “bir bölümüdür”. Bunlar dışında insanların hastalanmamaları, sağlıklı olmaları ve sağlıklarını sürdürebilmeleri için örgütlenebilecek hizmetler de vardır. Bunların çoğu sağlığı belirleyen sosyal koşulların iyileştirilmesine yönelik hizmetlerdir. Dahası bugün Türkiye’de insanların sağlık hizmeti olarak algıladıkları tıbbi hizmetler, sağlık hizmetlerinin yalnızca dörtte birini oluşturur.

Kapitalist toplumlarda yazımızın girişinde de belirttiğimiz gibi hekimlerin, hatta hekim yetiştiren hocaların dahi sağlığı belirleyen sosyal koşulları iyileştirmeye yönelik hizmetlerin de “sağlık hizmetleri” içinde olduğuna ilişkin “bilinci” (bilgileri değil!) yeterince gelişmediğinden, toplum içinde sağlık hizmeti talebi yalnızca “tıbbi hizmetlerle” sınırlı kalmaktadır. İnsanlar sağlık sorunu dendiğinde, hastalandıklarında bir hastaneye erişebilme sorununu görmektedir.

Bu noktada sağcı politikacının işi çok kolaylaşmaktadır. Kapitalist düzenin sınırları içinde insanlara hastalandıklarında bir hekime görünebilme olanağı sağlandığında, toplumun sağlık talebi karşılanmış olmaktadır. Oysa solcu bir politikacının derdi yalnızca hastalanan insanların bir hekime görünebilmesinin sağlanması değildir. Solcu politikacı, insanların daha sağlıklı bir yaşam sürmelerini, daha az hastalanmalarını ve elbette hastalanırlarsa da gereksindikleri tıbbi hizmetlere erişebilmelerini istemektedir. Ancak toplum içinde böyle bir bilinç ve dolayısıyla talep olmadığından, solcu politikacının omuzlarına toplumu bilinçlendirmek ve gerçek bir sağlık hizmeti talebi oluşmasına yardımcı olmak görevi de yüklenmektedir.

Kuşkusuz bunun için önce solcu politikacının bilinçlenmesi şarttır.