Siz hangi Türkiye’densiniz?

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

Zaman zaman soL Portal’da yayınlanan yazılarıma ilişkin yazılı–sözlü geri bildirimler alıyorum. Her biri çok değerli olan ve beni geliştiren bu geri bildirimleri “toplu” halde değerlendirdiğimde, aslında bir değil, birçok Türkiye olduğunu ve bu farklı Türkiyelerde yaşayanların çoğunun, tek Türkiye’nin kendi Türkiye’si olduğunu düşündüğünü görüyorum.

Sınıfın Sağlığı’nda yayınlanan “Tatilde neredeydiniz?” başlıklı son yazıma gelen bir geri bildirimde bir okur benim için “Akif bey ne içiyorsa ben de aynısından istiyorum” demiş. Başka bir okur da, “Kusura bakmayın ama bu bayağı kuru ajitasyon olmuş, hangi işçi izin alamıyor? Herkes en az 2 hafta tatil yapıyor yılda, o Antalya’ya gidenlerin hatırı sayılır bir kısmı da işçi bu arada. Yazar böyle bir yazı üzerinden neye ulaşmaya çalışmış anlamadım. Traktörüyle karpuz taşıyan adam da mı işçi? Tabii ki işçilerin çok büyük sıkıntıları var ama bunlar onlar değil. Gerçekten ironi mi yapmış yoksa ciddi mi anlamadım” diye yazmış.

Demek ki bu okurlar, benim gördüğümden çok farklı bir Türkiye görüyorlar ve muhtemelen tek Türkiye’nin kendi gördükleri Türkiye olduğunu düşünüyorlar.

Aslına bakılırsa, belki çoğumuz henüz alışamadık, fakat Türkiye gerçekten çok büyük bir ülke. Türkiye 80 küsur milyon nüfusuyla, dünyanın 230 ülkesi içinde, en kalabalık 20 ülke arasında. Çin, Hindistan ve ABD’yi saymazsak, Türkiye’nin nüfusu diğer 16 ülkenin yarısıyla başa – baş gidiyor. Dahası, yalnızca İstanbul’un nüfusu, dünyadaki 150 ülkenin nüfuslarından fazla. Gerçi hep İstanbul örnek verilir, fakat Ankara ve İzmir’in nüfusları da dünyadaki 100’den fazla ülkenin nüfuslarından fazla. Hatta Türkiye’de nüfus dendiğinde hiç akla gelmeyecek Tekirdağ’ın nüfusu dahi, dünyadaki 70 ülkenin nüfuslarını aşıyor.

Neden bu büyüklükleri bu kadar uzun anlatıyorum? Çünkü çoğumuzu Türkiye üzerine konuşurken yanıltan bu büyüklükler.

Örneğin Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik dilimin, toplam gelirimizin yarısını götürdüğünü söylüyoruz. Bunu “rakama” çevirirseniz, karşınıza 16 milyon kişi (veya bir buçuk Yunanistan ya da Küba) çıkar. Bu insanlar da Türkiye’de yaşıyor ve ben dahil, muhtemelen bu yazıyı okuyanların önemli bir bölümü bu grupta, bilemediniz bir alt gelir grubunu da ekleyin, bu 32 milyonun içinde. Oysa “aşağıda” toplam gelirin üçte birinden azını paylaşmak zorunda kalan bir 50 milyon var ki, bunlar dünyanın tam 200 ülkesinin nüfusunu geride bırakıyor.

Tabii bir de “en alttakiler” var. Bu 16 milyon, toplam gelirin yalnızca yüzde 6’sını paylaşıyor ve matematik bilimi bu 16 milyon insanın nasıl geçindiğini açıklamakta aciz kalıyor. Bu 3 Ankara veya bir buçuk Yunanistan ya da Küba nüfusunun, ne yiyip ne içtiğini, nerede yatıp kalktığını kimse bilmiyor ve korkarım bilmek de istemiyor. Bu 16 milyon, öyle bir 16 milyon ki, çoğumuzun “en altta” olduğunu sandığı “asgari ücretliler” dahi, bu 16 milyonla kıyaslayınca “burjuva” kalıyor.         

Rakamlar ve oranlar bizi çok yanıltıyor. Mesela geçtiğimiz bayramda medyadan, bütün otellerin yüzde 100 dolu ve “herkesin” tatilde olduğunu öğrendik. Peki, Türkiye’de kaç yatak var biliyor muyuz? Turizm Bakanlığına göre 900 bin civarında. Türkiye’de ekonominin “yarısının” kayıt dışı olduğunu biliyoruz, o halde bir 900 bin de siz ekleyin. Demek ki oteller yüzde 100 dolduğunda bile, bu otellerde kalabilecek insan sayısı (dışarıdan hiç turist gelmediğini varsayın) 2 milyon etmiyor. Hani geçen bayramda “herkes” Antalya’nın otellerindeydi? Demek ki “herkes” sözcüğü, söyleyene göre farklı anlamlar alıyor.

Elbette hayatta her şey para değil. Mesela bugün medyada, yine çoğumuza “çok yabancı” gelebilecek bir haber var. Çorum’da (Kale mahallesi) bir aile, 30 yaşındaki oğullarının artık evlenme çağına geldiğini düşünmüş ve uygun bir gelin aramaya başlamış. Bir “aracı” aracılığıyla, Hatay’da 20 yaşında bir gelin adayı bulmuşlar. Aile aracıya 10 bin lira vermiş. Kızı “görücü” usulü ile istemişler ve ailesine 15 bin lira başlık parası verip nikahı kıymışlar.

Sıra düğüne gelince ortalık karışmış. Erkek tarafı, kızın ailesinin düğünde takılan takıları almak istemesine karşı çıkınca, gelin tarafı kızlarını alıp düğünü terk etmiş. Damadın 155 araması üzerine polis gelin tarafını yolda çevirmiş ve karakola gitmişler. Gelin tarafı aldığı 15 bin lira başlığı, aracıya verilen 10 bin lirayı ve takıları bırakıp, kızlarını alıp Hatay’a dönmüş.

Şimdi bu olaya bakıp, “Türkiye’de evlilikler görücü usulüyle yapılıyor, kızlar başlık parasıyla satılıyor” diyemeyeceğimiz gibi, “atık görücü usulü – başlık parası mı kaldı” da diyemeyiz. Fakat diyoruz ve dediğimize de samimiyetle inanıyoruz. Dahası diğer Türkiye’den bahsedene, “ne içiyorsan söyle, ben de içeyim” diyoruz.

Dostlar, burası “Sınıfın Sağlığı”. Ben burada toplumun en alt, alt ve orta gelir dilimlerindeki yüzde 60’ının veya 50 milyonun Türkiye’sinin sorunlarını paylaşmaya çalışıyorum. İtiraf edeyim ki, bunlar içindeki en alt 16 milyonun sorunlarına, “cahilliğimden” dokunamıyorum. Bu insanların hayatta kalabilmek için günlük asgari enerjiyi nasıl temin ettikleri, gece nerede yattıkları, hastalandıklarında nereye gittikleri benim için bir muamma. Benim gözüm, ancak bunların bir üstündeki “asgari ücretlileri” görebiliyor. O en alttaki 16 milyonun yaşadığı Türkiye bana da çok uzak ve belki dürbüne ihtiyacım var. 

Peki, siz hangi Türkiye’yi görebiliyorsunuz?